T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 11 OCAK 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ali BAYRAMOĞLU

Unutulmaz bir kaptan için...

Eski TRT Genel Müdürü, şimdilerde İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Tayfun Akgüner, Anayasa Hukuku profesörü rahmetli Bülent Tanör, şu anda Fenerbahçe'nin de avukatlığını yapan medeni hukukçu Prof. Dr. Haluk Burcuoğlu, Futbol Federasyonu Başkanı Levet Bıçakçı, Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Süheyl Batum, Princeton Üniversitesi öğretim üyesi değerli tarihçi Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, reklamcı Alican Turalı...

Hatırladıklarım bunlar...

O zamanlar ben, Levent Bıçakçı, Süheyl Batum, Alican, Şükrü Hanioğlu asistandık. Tayfun Akgüner doçentliğe hazırlanıyordu. Bülent Tanör ise doçentti...

Her Salı İstanbul Üniversitesi'nin avlusundaki, Adli Tıp Morg'undan Siyasal Bilgiler Fakültesine dönüştürülen, bir zamanlar Bekir Ağa Bölüğü olarak anılan ünlü hapishanenin hemen yanındaki basketbol sahasında kıran kırana maçlar yapardık.

Takımlar hep aynıydı...

Fenerliler ve Cimbomlular olarak ikiye ayrılırdık...

Maçların temposu, gerginliği derbi maçları aratmazdı doğrusu...

Ve maçtan sonra ya Karaköy'de köprü altında balık yenir ya da karşıda oturanlar, örneğin ben ve Şükrü Kadıköy'de fırından yeni çıkan ekmeğin arasına, ayaküstü tereyağ ve tulum peyniri basar, bir güzel yer, evlerimize öyle giderdik... Bol limonlu ince kıyım marul salatası eşliğinde bir palamut ya da lüfer, bu arada Bülent Tanör'ün "kaptanlığı"nda yapılan bir saatlik sohbet, hayatımın en lezzetli balıkları ve sohbetleri arasında yer alır... Her neyse sonra işi büyüttük...

Maçlar almaya başladık, İstanbul Üniversitesi'nin fahri takımı olarak...

Bandırmalı Haluk Burcuoğlu'nun ayarladığı ilk maçı, Bandırma'da Bandırma Barosu avukatlarıyla oynadık... Sonra onları İstanbul'da misafir ettik... Anadolu yakasında bir orduevinde subaylarla da maçımız olmuştu ve fena halde yenmiştik onları...

Kaptanımız masada olduğu gibi sahada da Bülent Abi'ydi...

Biraz Hakkı Yeten'imiz gibi davranırdık ona, itiraz etmezdik, dediğini kural olarak benimserdik. Adaletliydi, sevecendi, üstelik ağabeydi... Genç asistanların kelli felli rektörler, federasyon başkanları oluşundan belli zaten... Aradan 20-25 yıl geçmiş...

Bugün aramızda olmayan tek kişi Bülent Tanör... Bülent Abi gönüllerde ve Türk düşünce hayatında iz bırakıp gitti... Bir futbol aşığıydı, hasta bir Galatasaray'lıydı. Bir bayram günü futbolla anılmak, sanırım hoşuna giderdi...


Ulusoy mu, Bermek mi?

Futbol Federasyonu Olağanüstü Genel Kurulu yaklaştıkça tartışmalar artıyor, beklentiler de öyle...

Haluk Ulusoy'un başkan adayı olabileceğinin tescil edilmesinden ve Kulüpler Birliği'nin onda karar kılmasından sonra, Ulusoy ve Bermek en güçlü adaylar olarak görülüyor.

Elbette ortada hala soru işaretleri var. Ulusoy her şeye rağmen adaylığını açıklamadı, bu konuda hemşerisi Mehmet Ali Yılmaz'la bir pazarlık içinde olacağı kesin.

Diğer taraftan Hasan Doğan faktörü var. Doğan hükümete ve başbakana yakın adam olarak biliniyor ve Bermek'in listesinde yer alıyor.

Bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan bu meseleye hiçbir şekilde karışmayacağını ifade ederken, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Ulusoy'un başkan adaylığına eski dosyalara işaret ederek dolaylı bir şekilde karşı çıkıyor. Levent Bıçakçı'nın adı bile anılmıyor. Bıçakçı İsviçre maçının bedelini, pek de bedele benzemeyen şekilde, tek başına ödeyecek gibi duruyor. Bu maçta yaşananlar hem kulüplerin Bıçakçı ekibinden kurtulmasının aracı, hem eski yönetim kurulunun kendi içinde hesaplaşmanın vesilesi haline geldi.

Açıkçası işin içinde spor ve futboldan başka her şey var... Bu işin neresini seveceksiniz, neresinden tutacaksınız... Bu olup biteni anlamak zor, ama açıklanabilir bir yanı var... Bir iki istisna dışında Türk futbol külüpleri Galatasaray ve Beşiktaş örneğinde görüldüğü gibi ya müflis hale düşmüş durumda ya ağır ekonomik krizle başbaşa... Yıllardır süregiden kötü yönetim faturasını ağır ağır çıkarıyor. Ve bu yüzden her kulüp feredasyonun peşinde. Ondan bir şeyler umar halde...

Kötü siyasallaşmanın en önemli nedeni bu...

Bu koşullarda görünen o dur ki kim kazanırsa kazansın Türk futbolu kaybedecek...

Zira ortada futbol dışı garip bir güç mücadelesi, parsa kavgası var..


Ersun Yanal...

Büyük bir sempati ve beklentiyle milli takımın başına gelmişti. Futbol alanında değil, dışında yaptıklarından ya da yapamadıklarından ötürü kredisini tüketti. Görevden alındığı zaman savunanı kalmamıştı. Güçlü bir kişilik sergileyemedi, tutarlı, şeffaf bir yönetim izleyemedi ve kendi, kendi kazdığı çukura düştü.

Son zamanlarda söylediği en doğru söz şu: "İsviçre maçında yaşananlardan sonra yabancı futbolcu tranfer etmek için görüşmeler yaptım. Bana 'barbarsınız' dediler. Bunun sorumlusu bir de bu ülke insanından özür bekliyor. İnanılır gibi değil. Asıl özrü Türkiye bekliyor..." Terim yanıt vermek zorunda değil mi sizce?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi