T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 19 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
Giritli Sırrı Paşa (1844-1895) Kur'ân-ı Kerim'deki Yusuf Sûresi'nin tefsirini yaptığı "Ahsenü'l-kasas" adlı eserinde (Güzel İnsan; Yusuf a.s.: Yayıma haz: Tahir Galip Seratlı. Elest Yay. Eylül 2005). "...basit ile bileşik şeyler arasında zıtlık vardır. Zira cisimlerin hepsi mürekkep yani bileşiktir, ruhlar ise basittir. ... İnsanın ruhu ile bedeni arasında zıtlık olduğundan irtibatı temin için Hak Teala beden ile ruh arasında bir berzah olarak hayvani nefsi yaratmıştır" diyor. Tıtus Burckhardt ise İslam Sanatı-Dil ve Anlam (Çeviri: Turan Koç. Klasik Yay. Ekim 2005) adlı eserinde İslâm mimarisinden bahsederken şunları söylüyor: "Emevî gösterişçiliği İslâm'daki yoksulluk ruhunu öldürmekten acizdi; ondan sonradır ki İslâm güzellikle -ki bu başlıbaşına bir zenginliktir- basitlik arasındaki mükemmel dengeye ulaşabildi. Bu denge sanat vasıtası ile ruha yükselme, onu besleme ve yüceltmenin şartıdır. İslâm sanatları esas olarak iki unsura dayanır: Hikmet ve âhenk (Hikmet üzerine benim gördüğüm en mükemmel metin Elmalılı tefsirinin başındaki yaklaşık seksen sayfalık bilgidir. Pek çok yerini anlayamadığımı itiraf edeyim. Hocalarımızdan biri çıkıp bu "hikmet" bölümünü biraz da sadeleştirerek, açıklamalar ile bir kitap olarak yayımlasa çok makbule geçecek). Hikmet ve âhenk birbirinden ayrılmaksızın biçim ve muhtevayı belirliyorlar. Mimaride ahengi sağlayan geometri (mekâna dair), ritim (zamana dair) ve ışık (varlık ile yokluğa dair) unsurlarıdır. Bunlar arasında kurulacak nisbetler sadeliğe istinad eder. Bu sadeliğin (basitliğin) uzunluk-kısalık; büyüklük-küçüklük gibi bir ayrıma kaymadığını biliyoruz. İslâm mimarisinin zirvesi saydığımız Mimar Sinan'dan örnek verirsek: Süleymaniye ile Şemsi Paşa camileri arasında mükemmellik açısından fark yoktur. Biri muazzam (haşmetli), öteki bir yüzük taşı gibidir (öyle inceltilmiş, yontulmuş). Her ikisi de fazlalıklardan (safralardan) arınmıştır. Selimiye ise daha ileri bir merhale olup neredeyse cisimlikten çıkmış, hafiflemiş, uçacak hale gelmiştir (Sinan bu camide mimariye hep ayak bağı olan fil ayaklarını duvarlara yaslayarak o muazzam kubbeyi bir ışık sağanağına çevirir). Esas itibarı ile tasavvufî sembolizme istinad eden söz sanatlarımız dahi böyledir. Onda da "mısra-ı berceste"yi yakalamak gözetilir. Burada sözün safrası atılacak, söz kıristalize olacaktır. Yunus Emre'nin şiirleri en güzel örnektir. Onun bazan bir kıtası, bazan bütün bir şiiri mısra-ı berceste gibidir. Mevlâna'nın Mesnevi'si koca bir kitaptır ama, her beyti bir kıristaldir. Her kıssa bir hikmettir. Günümüz şiirinde de bu mirası göz önünde tutan şairler var. Bunlardan biri Cevdet Karal. Onun Dergâh dergisinin 191. sayısında (Ocak 2006) yayımlanan "Kumaş" başlıklı şiirini -yukarıdan bire anlatageldiğimiz meseleye örnek olsun diye- aşağıya aynen alıyorum:
KUMAŞ
ben ezelde aşk ile
kesilip biçilmişim
Cevdet Karal ile Ömer Erdem uzun süre Kaşgar dergisini çıkardılar (37 sayı). Ömer Erdem son şiirlerini "Evvel" adlı kitabında topladı (YKY. Yay. 2006). Ömer Erdem'in tüm şiirleriyle ilgili kapsamlı bir yazı Dergâh'ın önümüzdeki sayılarında yayımlanacak. Cevdet Karal ise son şiirlerini yeni bir kitapta toplamanın hazırlığını yapıyor. Garip bir dönemden geçiyoruz. Umumiyetle sanat ve edebiyatın gözden düştüğü söylenen bir zamanda çok iyi şairler-hikâyeciler yetişiyor. Bu arkadaşlar şüphesiz edebiyatımıza iade-i itibar sağlayacak.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |