T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 19 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Danıştay, başkanını arıyor

"Bağımsızlık ve tarafsızlık", yargıcın sadece, kendi vicdanının dışındaki emir, talimat ve isteklere kapalı olmasını değil, aynı zamanda, nereden ve nasıl yapılırsa yapılsın, her türden "telkin ve tavsiyelere" de kapalı olmasını gerektirir.

  • HÜSNÜ TUNA*
    Bugün itibariyle yapılan yedinci tur oylamalar sonunda da Danıştay Başkanı seçilemedi. Muhtemeldir ki, hiçbir adayın yasanın gerektirdiği 48 oyu alması mümkün olamayacak ve Yargıtay 8. Daire Başkanı'nın seçiminde olduğu gibi, geçici bir yasal değişiklikle seçim sonuçlandırılacaktır.

    Yüksek Yargı Organı'nın başının seçilmesi olayı, handiyse tam bir yılan hikayesine dönüştü; bezginlik ve bıkkınlık vermeye başladı. Hatta seçimler, ilginç ve hassas boyutlar kazandı: Seçmen yargıçların bir kısmının yargı dışı kişilere oy verir hâle geldiklerini gözlemliyoruz.

    Bununla birlikte, Danıştay yargısının geleceği açısından önem arzeden başkanın seçiminde kılı kırk yararcasına düşünülerek oy verilmesi, bütün bu eleştirilecek ve tartışmalı yanlarına rağmen, yine de iyiye işaret olarak okunabilir.

    KUVVETLER AYRILIĞI VE YARGININ BAĞIMSIZLIĞI

    Danıştay Başkanı, başkanlık kurulunu oluşturan ana unsurlardan biridir. Ve "üyelerin dairelere ayrılmalarını, zorunluluk hâlinde daire başkanlarının ve üyelerin dairelerinin değiştirilmesini, daireler arasında iş dağılımını, Danıştay daireleri arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını" çözümlemek gibi önemli görevleri vardır.

    Kuvvetler ayrılığı ilkesinin kaçınılmaz sonucu olarak yönetim erkinin üçüncü ayağını oluşturan Yargı'nın, hem tabiatı, hem de icra ettiği fonksiyon gereği tarafsız ve bağımsız olması gerekir. "Bağımsızlık ve tarafsızlık", yargıcın sadece, kendi vicdanının dışındaki emir, talimat ve isteklere kapalı olmasını değil, aynı zamanda, nereden ve nasıl yapılırsa yapılsın, her türden "telkin ve tavsiyelere" de kapalı olmasını gerektirir. Nitekim Anayasa'nın 138. maddesinde getirilen "hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz," ilkesi buna işaret etmektedir.

    YARGININ GÖREVİ, ÇELME ATMAK OLABİLİR Mİ?

    Danıştay başkan adaylarından Tansel Çölaşan'ın adaylığına yönelik "yargı bağımsızlığının zedelenme ihtimaline ilişkin" itirazî ve ihtirazî kayıtlar, bazı kişi ve kurumlarca "önyargı" olarak nitelendirilmiş ve eşinin bir gazetede köşe yazarı olmasının yargıç bağımsızlığına mani olmadığı savunulmuştur. Elbette ki, bir yargıcın eşinin veya başka bir yakınının ne iş yapıp yapmayacağına kendisi karar verecektir; bu durum, başkasını ilgilendirmez.

    Ne var ki, Emin Çölaşan gibi kendisinde "devlet adına kişi ve kurumları yönlendirme, aykırı davrananları hizaya sokma" yetkisi varmış gibi hareket ederek, pekçok suçsuz kişinin zan altında kalmasına, hayatının kararmasına yol açacak kadar kişileri hiç de işi ve görevi olmadığı hâlde ilgili ve yetkili yerlere ihbar ve jurnal edici enteresan yazılar yazmakta hukûkî açıdan ve vicdan özgürlüğü açısından hiçbir sakınca görmediği izlenimi bıraktıran birisinin yüksek yargı organının başkanına bir eş kadar yakın olmasının sakıncaları düşünülmelidir.

    Burası Türkiye. Yargının yasamaya, yasamanın yürütmeye, yürütmenin yasamaya ve yargıya kolaylıkla, üstelik de keyfî olarak müdahale edebildiği ve hiç kimsenin, hiçbir yetkili mercinin bu duruma pek de müdahale etmediği, edemediği; demokratik kurumları henüz tam olarak oturmayan ve tam olarak işlemeyen veya tam olarak işletilemeyen bir ülke burası. Yargı'nın, bir asker hakkında açılan soruşturmaya, soruşturmayı açan kişinin soruşturulmasını isteyecek kadar yargıyı infaz etmeye cüret edebildiği bir ülke. Hatta zaman zaman, oldukça grotesk olaylara tanık olabildiğimiz bir yer. Mesela, geçtiğimiz yıllarda, bırakınız eş aracılığı ile başkana yakınlaşmayı "boya badana hizmetiyle" yüksek yargı başkanıyla yakınlık kurulabildiğine bile tanık olunmuştur, bu ülkede.

    Hâl böyle olunca, Danıştay'ın 2002 sonrası, özellikle siyasî iktidarın birçok işlemini iptal ederek ya da yürütülmesini durdurarak, hizmetlerin aksamasına neden olan siyasî kararlara imza atması, başkanın ne oranda haricî unsurların etkisi altında kalıp kalmayacağının düşünülmesini daha da önemli kılmaktadır.

    ÇÖLAŞANLARIN HUKUKU AŞAN İŞLERİ

    Öte yandan, Tansel Çölaşan'ın adaylığına soğuk bakanların haklı olduğunu gösteren olaylar da yaşanmamış değildir. Alın size açık ve net bir örnek...

    28 Şubat sürecinde kılık kıyafeti nedeniyle memuriyet görevine son verilen bayanlar, hak arama istekleri doğrultusunda Danıştay'da dava açmaya başlamışlardır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin telefon santral memuresi olarak görev yapan ve 1/1.5 ebadında kapalı bir mekanda çalışan ve hiçbir vatandaşla yüz yüze dahi gelmeyen Züheyla Zeybel isimli bir hanım, başı örtülü olduğu gerekçesiyle memuriyetten çıkarılmış, bunun üzerine Danıştay 8. Daire'de dava açmıştır. Aynı zamanda yürütmenin durdurulmasını isteyen davacının talebini haklı bulan 8. Daire, 9.03.1999 tarih ve 1998/5912 E. sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması kararı vermiştir. Yüksek Öğrenim Kurulu'nun itirazı üzerine dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'na gitmiştir.

    Dosyanın incelendiği süreçte Emin Çölaşan'ın köşe yazarlığı yaptığı Hürriyet gazetesinin 8.05.1999 tarihli nüshasında özetle "Danıştay'dan Türbana Geçit Yok" başlıklı haberle davacı Züheyla Zeybel lehinde verilen yürütmenin durdurulması kararının kaldırıldığı öne sürülmekteydi. Haberin doğru olup olmadığı hususunun belirlenmesi için yayından iki gün sonra, 10.05.1999 günü Danıştay İdari Dava Daireleri kaleminde yapılan araştırmada henüz bir kararın verilmediği belirtilmiştir.. Bunun üzerine Danıştay Başkanlığı'na verilen dilekçe ile karar verilmeden yapılan açıklamanın hakimin tarafsızlığı ile çelişeceğinden bir kısım hakimlerin reddi bildirilmiştir.

    Danıştay Başkanlığı'nca verilen cevabî yazıda "içlerinde Tansel Çölaşan'ın da bulunduğu heyet üyelerinin haberden bir gün önce toplandıklarını ve yürütmeyi durdurma kararının iptaline karar verildiğini, karar yazılmamış ise de görüşmenin tutanağa geçirildiğini ve bunun karar olarak değerlendirileceğini" belirtilmiştir.

    Bunun açık anlamı ve anlatımı şudur: "Heyet, görüşünü müsvedde veya taslak olarak da olsa belirlemiş ise karar verilmiş demektir." Burada cevap bulamayan soru ise taslak veya tutanak halindeki bir görüşün heyet üyelerinden birisi aracılığı ile basına servis edilmesinin adil, tarafsız ve bağımsız yargılama ilkelerine uygun olup olmadığıdır.

    MUHALEFET, YARGIDA!

    Kanaatimizce Tansel Çölaşan'ın Danıştay Başkanı adaylığına sıcak bakılmamasının endişesi burada yatmaktadır. Bu nedenle, Danıştay Başkanı'nın seçimi için oy kullanan yargıçlar, hem kendilerinin, hem de Danıştay'ın saygınlığı için oylarını her zamankinden daha özenle ve titiz bir şekilde kullanmalılar. Ve son dönemde adeta siyasete karşı "muhalefet görevi" yapma işlevi yüklenmeye çalışılan Danıştay'ın, Çölaşanların başkanlığında daha da marjinal bir noktaya çekilerek siyasî bir partiye dönüşme tehlikesine imkan hazırlanmamalıdır.

    Zira siyasallaşan yargıdan sadece vatandaş değil, aynı zamanda yargıçlar da zarar görecektir.

    * Avukat- Hukukçular Derneği Başkanı

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi