T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 19 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
2000'lerin başından bu yana AB meselesiyle yatıp AB meselesiyle kalktık. AB projesi yıllar içinde birçok farklı noktayı barındırdı, dahası ifade etti. Bir yandan "askıya alınmış toplumsal sorunları, daha öte toplumsal talepleri, toplumu, siyaseti ve köklü değişim projelerini ikame etmek", öte yandan "devletçi dirilmeye ve milliyetçi tepkilere rehberlik etmek" bunların önde gelenleriydi. Devletin değişimden gelecek tehlikeleri bertaraf etmek amacıyla değişimin taşıyıcılığına soyunmasını yücelten ve teşvik eden, bunu yaptıkça toplumdan ve siyasetten uzak duran "faydacı bir değişimcilik" ile partiler düzeyindeki "değişimci ya da milliyetçi popülizm" ve "çağdaş siyasi değer ve ilke arayışları" belki de bu yüzden iç içe girdi, karmaşa oluşturdu. 3 Kasım seçimleri öncesi belki bu yüzden siyasi tartışmalarda ve kamplaşmalarda ülke "ataerkil bir reddiyetçilik"le, evcil, merkezci, iç dinamikleri küçümseyen, dış dinamikleri yücelten, böyle yaptıkça insanı, toplumu, ilkesel ve toplumsal siyaseti dışlayan, siyaseti dar çıkar alanına hapseden, evcimen, ama ilkel, hatta fakir ve "ittihatçı bir liberalizm" arasına sıkışmıştı. Bu yapı toplumsallaşmamış, "toplumu merkeze almayan, iç dinamiklere dayanmayan değişimciliğin mümkün olamayacağını, olanın ise AB dilini kullansa bile, mevcut yapıyı, militer düzeni, devletçi şemayı en azından zihniyet açısından doğrulamaktan başka işe yaramayacağını" ortaya koyuyordu. Seçimler sonrası toplumu, siyaseti ve insanı dışlayan iki cepheli bu siyasi şablonu altüst etmesi oldu. Ardından iç dinamikler devreye girdi, bir dizi değişim adımı dış dinamikleri iç dinamiklerin kuşatmasıyla mümkün oldu. Toplumun devreye girmesi, şahinleri, askeri vesayet rejimini savunanları, içe kapalı bir gelecek düşleyenleri zora düşürdü, geri plana itti, hatta susturdu. Ne var ki, bugün "başka bir safha"dayız... AB'ye müzakereler başladı ve AB'nin kaldıraç işlevi şimdilik rafa kalktı. Diğer bir ifadeyle farklı toplumsal kesimlerin ve güçlerin siyasi iktidarın arkasında bloklaşmasını sağlayan reformcu yol haritası ilk büyük etabını bitirerek şimdilik devre dışı kaldı. Ve sorunlar yeniden iç siyasi girdaplara, siyasi reflekslere mahkum hale gelmeye başladı. Ayrıca değişim hattında mesafe katedildikçe, değişime direncin artması kaçınılmaz olur, nitekim öyle oluyor. Türkiye gibi ülkelerde bu direnç toplumsal talepleri taşıyan temsili siyasi güçlere ve siyasi karar mekanizmalarına yönelik olur, nitekim öyle oluyor ve çatışma devlet içinde, siyasi iktidarı dizginlemek üzerine oturuyor. Bu iki faktörün etkisiyle kamusal alan, tesettür tartışmaları, cumhurbaşkanlığı savaşları, iddianame tartışmaları, patlayan terör, azan Kürt meselesi bunlar çerçevesinde direncin dolaylı ve doğrudan unsurları iç siyasetin ana eksenleri haline gelmiş bulunuyor. Bunun karşısında siyasi iktidar toplumsal desteği, iç dinamikleri aktif bir unsur haline getirmekte zorlanıyor. Şu artık sabit: Siyasi iktidar gözünü toplumdan devlete çevirdikçe yalnızlaşıyor ve gündemi eski denklemin belirleme ihtimali artıyor. Nasıl "siyaset toplumsuz olmuyorsa, toplum da siyasetsiz aktif hale geçemiyor." İktidarın özgürlükler meselesinin önünü açacak tavır alması, bu tavrı tesettür, kamu alanı gibi tek tek soruna bağlamak yerine açık toplum düzenini kuşatan genel bir çerçeveye oturtması, kısır rejim siyaseti oyununu bozacak, toplum-siyaset bağını tesis edecek tek unsurdur... Eğer çok geç değilse... Eğer siyasi iktidar olup biteni fark ediyorsa... Unutmamak gerek: Şu aşamada ülkenin sorunlarını özgürlükler temelinde çözecek tek kaldıraç uzlaşma ve katılma temelinde siyasi iradenin adımlarıdır...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |