T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 12 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA | ||
Esir kampına düşmesine sebep nihayet bir sokak lambasıydı. Bir isyan, bir başkaldırı şarkısıydı fırlattığı taş. Kaçmayı kafasına koymuştu. Mümkün değildi esareti kanıksamak. Hiç kimse inanmıyordu kaçabileceğine. Öylesine kuşatılmıştı her yan; gözetleme kuleleri, tel örgüler, köpekler... Düşündü taşındı, hesap etti ve kaçtı. Arkadaşları onda inşa etmişlerdi kendilerini; dışarıya açılan pencereleri, şehir şehir dolaştırdıkları umutları, adını bile anmaya cesaret edemedikleri özgürlükleriydi. Ona yakınlıklarını yarıştırdılar hemen. Biri, "Benimle dolaşırdı hep" dedi; diğeri, "Ranza arkadaşımdı" diye övündü; öteki, "Bir keresinde onunla yumurta yarışında..." diyerek başladı anlatmaya. Yazık ki yazık, dışarıda yapamadı; yakalandı. Ayağına prangalar vuruldu. Mahkumlar onu tekrar görmekten hiç hoşnut olmadılar. Geri 'döndürülen' gurur duydukları arkadaşları değil, içlerinde büyüttükleri yenilginin ete kemiğe bürünmüş haliydi sanki. Cüzamlıymış gibi kaçtılar ondan; bakmadılar yüzüne bile. Halbuki zincire vurulmaz bir yürek, yenilgiyi kabul etmeyen bir bilinçti o; iddiasından asla vazgeçmeyecekti. Stuart Rosenberg'in yönettiği, "Cool Hand Luke" filmindeki mahkumların hali, bizim muhteremler ile ayaklarını sabit tutmaya gayret edenlerin 'hikayesine' ne çok benziyor! Bir zamanlar radikaldi bu muhteremler; ataerkil gelenekleriyle, emosyonal halleriyle bulaşıcıydılar. Kızdırıcı bir etki bırakıyordular toplumda. Öfkeliydiler. Otokratik sistemlere, despotizme, kokuşmuş monarşilere küfrediyorlardı. Haklıydılar. Mazlumların sesi, vicdanıydılar. Jaures'in tanımladığı gibi, atalarının ocağından külü değil alevi aktarmak için 'kaynaklara' dönmekten dem vurdular. Literalizmden kaçarken bir tahakküm teolojisi Vehhabiliğin versiyonlarına tutuldular. Mütevazı değil, dışlayıcıydılar; ağabeyleri, üstadları iplemiyordular. Müteal değildiler. Hind ve İspanyol tecrübelerini keşfedebilecek tecessüs ve tefekkürden yoksundular. Sömürgeci Batı entegrizmine tepkiliydiler. Doğu'nun ve Batı'nın künhüne vakıf olduklarından değil; Anatole France'nin öyküsündeki nehrin karşı kıyısında bulunduklarından. Onikinci yüzyıldan itibaren içine kapanan, donuklaşan, velhasıl tarihin nesnesi haline gelen İslam'ın, ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak kendini bulmaya, kendisi olmaya çalışan çığlığıdır 'İslamcılık.' Üst limiti çizilmemiş, içi doldurulmamış acemi bir çığlık. Her çığlık gibi romantik, yaralı... Muhteremler ilkin geçmişlerindeki bu çığlıktan korktular, sonra inkar ettiler, şimdi de itiraf ediyorlar. Kökten bir köksüzlük içindeydiler; çok kolay çözüldüler. Liberalizm maskeli 'Yeni Dünya Düzeni'nin ilk dalgasının altında kaldılar. Günlerine ikbal devşirmek için bir lanetli gibi kaçtılar dünlerinden. Jung'un, bilinçten uzaklaştırılmış kişiliğin altyapısı diye nitelendirdiği 'gölgelerine', nihilizm uçurumuna kadar getirip terk ettikleri gençleri ve kendilerine umut bağlayanları hedef seçtiler. Oysa dünyevi bir başarı 'yakalansaydı', omuzlarına basarak yükseldikleri bu insanlara yer vermemek için, verdikleri 'emekleri' yarıştıracaklardı. Kalitesiz, usaresiz, izansız elleriyle her alevi küle dönüştüren nasipsizliklerine yanacaklarına, pazar monteizminin yavşak medyasında dönüşüm ve değişim soslu 'itirafnamelere' korkunç bir aymazlıkla imza attılar. Altın buzağının önünde öyle apışıp kaldılar ki, başlarında kırk tane Harun dursa masivadan dönmezler. Gönüllerine prangalar vuruldu artık iflah olmazlar. Tuluatınız bitti pek sayın muhteremler. Ah, nerdeyse unutuyorduk; işte buyurun, kompleksiniz ve şurada duruyor "bibliyografyanız." Projelerinizle birlikte onları da alın ve gidin. Bize Mantıku't-Tayr, Fethu'r-Rabbani de yeter.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |