T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 7 NİSAN 2006 CUMA | ||
|
11 Eylül sonrasında giderek despotlaşan Batı dünyasının geleceğine ilişkin kötücül kehanetlerle bezeli "İntikamın Yolu V", iyi yazılmış, iyi oynanmış ve de iyi çekilmiş son derece başarılı bir fütüristik bilim-kurgu...
Yakın gelecek... Milyonlarca kişiyi yok eden nükleer bir savaş yaşamış olan İngiltere'de, felaketin ardından totaliter bir yönetim kurulmuştur. Bu faşist düzenin milyonlarca tutsağından biri olan Evey adlı genç bir kadın, bir gece serserilerin tecavüzüne uğramaktan son anda kurtulur. Onu kurtaran gizemli kişinin adı ise "V"dir. Güler yüzlü maskesi ve peleriniyle ilk anda karşısındakilerde hayli komik bir izlenim bırakan V'nin, aslında son derece ciddi ve o oranda da tehlikeli bir mücadeleye soyunmuş olan siyasal bir lider olduğunu görürüz. Bu cesur ve yetenekli adamın hayatta bir tek amacı vardır: O da halkını, Britanya adasını yöneten zalim iktidardan kurtarıp yeniden özgürleştirmek... Birlikte yazıp yönettikleri "Matrix" üçlemesiyle beyazperdedeki geleneksel anlatım biçimlerini yerle bir edip bilim-kurgu türüne yepyeni bir soluk getiren Andy ve Larry Wachovski Kardeşler'in son bombası... Ve her ne kadar yönetmen koltuğunda "Matrix"li yıllardan kankaları olan James McTeigue otursa da filmin her karesi onların tarzıyla bezeli. Özellikle de kurduğu karanlık ve kasvetli atmosfer açısından eksiksiz bir Wachovski filmi bu (Hollywood'un en kıdemli yönetmen yardımcılarından biri olan McTeigue bütün "Matrix"lerde ve ayrıca "Star Wars: Klonların Saldırısı"nda birinci asistandı. Bu onun kariyerindeki ilk yönetmenlik denemesi). Wachovski Kardeşler'in 1981 yılında popüler çizgi roman dergisi "Warrior"da yayımlanan bir öyküden senaryolaştırdıkları "İntikamın Yolu V", ünlü İngiliz yazar George Orwell'in benzer bir temayı işleyen unutulmaz romanı "1984"e yönelik bir dizi göndermeyle de dolu. Ayrıca, o romanın 1984 yapım tarihli sinema uyarlamasında "Büyük Birader seni gözetliyor" cümlesinin simgelediği baskıcı sisteme isyan eden "Winston Smith" karakterinde izlediğimiz John Hurt'ün bu filmde ise benzer bir sistemin başındaki despot lider olduğunu görmek oldukça ilginç bir rastlantı. Yoksa film, eğlenceli bir alt okumayla, "Geçmişin hızlı devrimcileri, gün gelir en hızlı sistem savunucuları kesilirler" demeye mi getiriyor? "İntikamın Yolu V", İngiltere'nin geleceğine ilişkin kötücül kehanetleri itibarıyla en az Orwell'in klasikleşmiş romanı kadar yönetmen Stanley Kubrick'in provakatif filmi "Otomatik Portakal"dan da derin izler taşıyor. Ancak, Kubrick (ve filmine kaynaklık eden kitabın yazarı Anthony Burgess'in) vaktiyle sansürün de etkisiyle daha ziyade simgelerle anlatmayı yeğledikleri bir dünyayı yönetmen McTeigue şimdi altını çok daha kalın çizgilerle işaretleyerek aktarıyor bizlere... ABD ve Avrupa'da Türkiye'den kısa bir süre önce (17 Mart Cuma) gösterime giren "İntikamın Yolu V", gişede müthiş bir başlangıç yapmasının yanısıra, hem izleyicilerden hem de eleştirmenlerden tam not aldı. Luc Besson'un unutulmaz filmi "Leon"daki "Mathilda" rolüyle belleklerimize kazınmış olan (ve bu yüzden de kendisinin artık erişkin bir oyuncu olduğunu kabul etmekte hâlâ belli belirsiz bir güçlük çektiğimiz) Natalie Portman, bu filmde önce saçlarıyla, ardından da ("V"nin direniş hareketine katıldıktan sonra) kafası kazınmış bir görünümde karşımıza çıkıyor. Wachovsky'lerin "Matrix"lerdeki "Ajan Smith" rolüyle bir beyazperde ikonuna dönüştürdükleri sıradışı fizikli aktör Hugo Weaving ise maskenin altındaki "V" rolünde. Filmin ağır toplarından John Hurt ise o her zamanki soğukkanlı profesyonelliği içinde rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Bu arada, 1992 tarihli ilginç filmi "Ağlatan Oyun"dan bu yana çok fazla sayıda performansını izleyemediğim ifadesiz suratlı İrlandalı aktör Stephen Rea'yı yeniden beyazperdede görmek hoş bir sürpriz oldu. Sonuç itibarıyla "İntikamın Yolu V", iyi yazılmış, iyi oynanmış ve de iyi çekilmiş, son derece başarılı bir fütüristik bilim kurgu. Ayrıca, türün pek çok örneği gibi işi salt görsel bir şölene dönüştürüp zekâ yaşı düşük bir senaryoyla da karşımıza çıkmıyor. Film bu yönüyle 11 Eylül sonrasında özellikle batı dünyasında temel hak ve özgürlüklerin "güvenlik" gerekçeleriyle adım adım budanışını anımsatan bir dizi alt okumaya da fırsat vermekte. Film, bu gibi olumlu nitelikleriyle bilim-kurgu sinemasından hoşlananlar için ideal bir hafta sonu seyirliği olabilir. Ancak içerdiği yoğun şiddeti de gözönünde bulundurarak çocukları uzak tutun. Bu arada, filmleri onlara Türkçe adlar koymaya gerek duymaksızın aynen orijinal adlarıyla gösterme saplantısından bir türlü kurtulmayanlara da küçük bir not: "V for Vendetta" lafı beni hiç ilgilendirmiyor. Filminize "İntikamın Yolu V" adını çoktan uygun gördüm bile!
Ünlü İngiliz besteci Andrew Lloyd Webber'in "Operadaki Hayalet" adlı müzikâli, ilk defa sahneye konuluşundan yaklaşık 20 yıl sonra beyazperdeye uyarlandı. Film 77'nci (yani geçen yılki) Oscar Ödülleri'ne 3 dalda aday gösterildi. Eser, New York'ta Broadway ve Londra'da West End'de en uzun süre sahnelenen müzikâllerden birisi olma unvanını taşıyor. Yönetmen Schumacher, sessiz sinema döneminden bu yana çeşitli yönetmenler eliyle pek çok kez televizyona ve beyazperdeye aktarılan klasik bir öykünün, şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en gösterişli uyarlamasına imza atmış. Dekor ve kostüm açısından iddialı, zengin sanat yönetimine sahip filmlerden hoşlanıyorsanız, geniş perdede gerçekten de hoş bir görsel etkisi olan bu film hiç kuşkusuz ki göz zevkinize fazlasıyla hitap edecektir. Ancak, klasik müzikten ve operadan da bir miktar hoşlanmak kaydıyla. Yok eğer "Bu taraklarda bezim yok" diyorsanız, fazlasıyla uzun ve yorucu bir deneyim...
"Asimilasyon"u tercih eden pek çokları artık umursamasalar da benim kuşağıma (ve kültürel iklimime) mensup milyonlarca insanın hayata dair silinmez bir bakış açısı borçlu olduğu "İslâmcı yönetmen" (bunu inadına ve gururla yazıyorum) Mesut Uçakan'ın on yıl aradan sonra çekme imkânı bulabildiği son filmi "Anne ya da Leyla", 5 Mayıs'tan itibaren Özen Film dağıtımıyla ülkemiz sinemalarında gösterime girecek. Muhafazakâr çizgideki sermaye sahipleri sinemanın kitle iletişiminde ne denli ciddi bir anlam ifade ettiğini unuttuklarından beri (hoş, zaten bu anlamı ne zaman tam olarak kavramışlardı ki?) diğer pek çok yönetmenimiz gibi Uçakan da kafasındaki projeler için sermaye bulmakta güçlükler yaşıyordu. 1995 yılında çektiği "Ölümsüz Karanfiller"den sonra, yolu yıllar boyunca yeni bir film için gereken maddî güç ve ona inanacak bir yapımcıyla ne yazık ki buluşamadı. Bu süre zarfında da -çok sevdiğinden değil, tamamen insanî zorunluluklar nedeniyle- tanıtım ve reklâm filmlerine yöneldi. O yüzdendir ki Mesut ağabeyin tam on yıl sonra da olsa kamerasına yeniden kavuşmuş olmasını kendi adıma büyük bir sevinçle karşıladım.
İnsanları yutan semt: Beyoğlu
Hatırlanacağı üzere, sayfalarımızda daha önce bu filmin kısa bir ön tanıtımını yapmıştım. İşte, sevgili Uçakan da kendisinden tamamen habersiz yaptığımız o tanıtımı bir internet taramasında görmüş. Sağolsun, geçtiğimiz haftalarda bizleri arayarak hem söz konusu yazı için teşekkür etti, hem de Yeni Şafak'ta kurmaya çalıştığımız "yeni sinema yaklaşımı"nı en doğru biçimde okuyan kişilerden biri olarak bu çabamızda içten destek mesajlarını iletti. Gösterimine çok az bir süre kalan "Anne ya da Leyla"yı elbette ki beyazperdeye yansımasıyla birlikte en geniş şekilde tanıtacağım. Ama o tarihe kadar Uçakan sinemasını bilen ve seven okurlarımıza, en azından filmin öyküsü hakkında şu kısa bilgileri aktarabilirim. Nezih bir semtte babası ve dadısıyla birlikte yaşayan 10 yaşındaki Kerem, yıllardır haber alamadığı annesinin yokluğu nedeniyle derin ruh sarsıntıları yaşamaktadır. Sonunda dadısından annesine ait olduğunu öğrendiği bir fotoğraf alan kahramanımız, babasının konuya ilgisizliği karşısında evi terkedip Beyoğlu'nda tek başına annesini aramaya başlar. Kerem önce annesinin geçmişte yanında kaldığı bir kadına ulaşır. Ancak annesini sürekli kötüleyip duran bu yaşlı kadın, küçük adamın bütün umutlarını kıracaktır. Öte yandan, kaybettiklerini Beyoğlu'nda arayan tek kişi Kerem de değildir. Yitmişliklerin başkenti İstanbul'un bu görkemli ama köhne semti, Mecnun adındaki bir gencin de Leyla'sını saklamaktadır. Çocukluk aşkının peşinden İstanbul'un yolunu tutan ve bir yakınının pavyona düştüğünü söylediği Leyla'yı Beyoğlu sokaklarında karış karış arayan Mecnun, ansızın karşısına çıkan Kerem'le arasında gelişen sıcak dostluğa engel olamaz. Üstelik çocuğun koynundan düşen fotoğraf, Leyla'nın da ta kendisidir. Mehmet Çetin'in aynı adlı kısa bir öyküsünden Mesut Uçakan tarafından senaryolaştırılan "Anne ya da Leyla"nın başrollerini Turgay Başyayla, Oğulcan Gezgin, Aylin Coşkun, Müge Oruçkaptan, Şehnaz Dilan ve Orhan Aydın üstleniyor.
Ustamdan olgunluk dönemi çalışması "Anne ya da Leyla"nın benim için, bunca değerinin yanısıra bir başka duygusal önemi daha var; o da bu yapıtın kameramanlığını, 1990'lı yılların başlarında ünlü yapımcı-yönetmen Türker İnanoğlu'nun Ulusal'ında asistan kameraman olarak çalıştığım dönemde -eti senin kemiği benim denilerek- yanına verildiğim ustam Süha Kapkı'nın yapmış olması... Bana "Betacam" formatının bütün inceliklerini büyük bir iyi niyet ve sabırla öğretmiş olan sevgili Süha ağabeyin çok temiz bir görüntü çalışması gerçekleştirdiğine hiç kuşkum yok. Türk sinemasının gelmiş geçmiş en iyi görüntü yönetmenlerinden biri olan babası Orhan Kapkı'nın yanında yetişmiş olan Süha Kapkı, Türk sinema sektöründe hem video hem de film formatında aynı anda yetkinleşmiş az sayıdaki görüntü ustasından biridir. Onun tecrübesinin yanısıra, filmin "görüntü yönetmeni" koltuğunda bir başka büyük ustanın, Hüseyin Özşahin'in oturuyor oluşu da "Anne Ya da Leyla"nın görsel kalitesine yönelik inancımı daha bir pekiştiriyor. Filmin 35 mm Eastman Kodak negatif filmle ve Arriflex kameralarla çekildiğini, banyo işlemlerinin de bu alanda ülkemizin en kaliteli laboratuarı olan Sinefekt'te yapıldığını hemen belirtelim.
"Öncüler"e destek aralıksız sürecek
Nankör insanları Yaradan da sevmez, kullar da... Şimdi, görece daha rahat bir piyasada bir sürü insan gibi ben de sinema üzerine rahatça atıp tutuyorum; dahası sektörde fiilen çalışma olanaklarına da sahibim. Oysa bundan 30 yıl önce, 1970'lerde Yücel Çakmaklı, Salih Diriklik ve Mesut Uçakan, nihayet 90'larda da İsmail Güneş ve diğer bir kaç öncü bu sektöre girdiklerinde adeta birer "hortlak" gibi karşılanmışlardı. Ve her biri, inançları nedeniyle dağdaki kurtlar kadar yalnız ilerlemek zorunda kaldılar. Sonuç itibarıyla da Türk sinemasında irfanî bir bakışın, inanca dair öykülerin yolunu, çektikleri onca yalnızlığa karşılık yine bu güzel insanlar açtı. Ve ben de ömrüm boyunca siyasal bilinçlenmemde hakkı olan, bu bilinçlenme doğrultusunda sinemasal beğenilerimize yön veren Çakmaklı, Diriklik, Güneş ya da Uçakan gibi insanların adlarını asla ayaklar altına aldırıp çiğnetmedim, bundan böyle de çiğnetmeyeceğim. Onlara, sinemasal açıdan tökezledikleri kimi nahoş durumlarda bile -solcuların kendi adamları söz konusu olduğunda en cömert şekilde sergiledikleri üzere- elimden geldiğince moral vermeye ve bir sonraki adımlarında çok daha güçlü çıkışlar yapmalarını sağlamaya çalışmam, benim kendilerine yönelik bir jestim değil, olsa olsa görevimdir. "Rahmet ve Gazap"... "Reis Bey"... "Yalnız Değilsiniz"... "Kelebekler Sonsuza Uçar"... "İskilipli Atıf Hoca" ve diğerleri... Allah biliyor ki seni, bu çorak bozkırda, herşeye rağmen, inandığın o değerler adına inatla savaştığın için çok seviyorum Mesut ağabey... 1978'de "Lanet" ile başlayıp şimdilik "Anne ya da Leyla"ya ulaşan o zorlu, ama onurlu yönetmenlik serüveninde daha nice güzelliklere imzan atman dileğiyle...
Meteliksiz bir yazar olan Jack, tamamlamaya çalıştığı romanı için uygun bir ortam oluşturduğunu düşünerek, kışın hizmete kapatılan bir dağ otelinde sezonluk bekçilik yapmaya tâlip olur. İş başvurusunun kabul edilmesi üzerine de karısı Wendy ve küçük oğlu Danny ile birlikte Amerikan taşrasındaki bu kuş uçmaz kervan geçmez tesise doğru hareket eder. Kış aylarını son derece lüks ve bomboş bir otelde geçirmek, ilk aşamada ailenin bütün üyeleri açısından ilginç bir deneyim gibi görünmektedir. Ancak, çevreyi karlar kaplayıp otelin dünyayla ilişkisi kesildikçe bu deneyim giderek bir kâbusa dönüşecektir. Kendisine sunulan konfor ve sessizlik ortamı içinde kitabını yazmaya uğraşan Jack, binanın değişik bölümlerinde görmeye başladığı ürkütücü hayâller nedeniyle aklî dengesini adım adım yitirmeye başlar ve en sonunda da eşiyle oğlunu öldürmeyi kafasına koymuş bir manyağa dönüşür. Çünkü otelin barındırdığı gizem, kendi hâlindeki bu küçük ailenin üstesinden gelemeyeceği kadar derin ve karmaşıktır. "Kapalı mekân gerilimi" türünde bir zirve olarak kabul edilen bu ünlü filmin İngilizce orijinal adı, yönetmeni, en az iki başrol oyuncusunun adları ve filme kaynaklık eden romanın yazarının adı nedir? Bu hafta, ödül dağıtımımızda sayısal bir değişiklik yaptık ve talihli okurlarımıza armağan edeceğimiz DVD'lerin sayısını -verdiğimiz filmin güzelliği nedeniyle ve bir defaya mahsus olmak üzere- 3'ten 10'a çıkardık. Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 13 Nisan 2006 Perşembe günü saat 11.00'e kadar sinebulmaca@yahoo.com elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan tam 10 talihli, Kanadalı yönetmen Paul Haggis'in geçtiğimiz ayki son Oscar töreninde aralarında "en iyi film" ödülü de olmak üzere üç dalda Oscar kazanan etkileyici yapıtı "Çarpışma"nın ("Crash") birer DVD'sini kazanacaklardır.
- Filmin Orijinal Adı: "Night of the Living Dead"
Yarışmamıza yurt çapında toplam 118 katılım gerçekleşti ve bunlardan 96 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi, yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
- Ergün Çakıcıer / ESKİŞEHİR
Talihlilerimizin armağan DVD'leri "Çılgın Şehir" ("Mad City" / Oynayanlar: John Travolta, Dustin Hoffman / Yönetmen: Costa Gavras) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |