T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 12 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
Üç haftadır Tıtus Bruckhardt'ın Klasik Yayınları arasında çıkan İslâm Sanatı (Ekim 2005) adlı eserini değerlendirmeye çalışıyoruz. Geçen yazımızda "Kâbe" üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda da kitabı takip ederek Kudüs'deki Kubbetu's-Sahra konusunda yazarın görüşlerine eğileceğiz. İkinci bölüm "İslâm Sanatının Doğuşu" başlığını taşıyor (Bir buçuk sayfalık bir giriş). Burada Bruckhardt İslâm sanatı ile ilgili şu tesbitleri yapıyor: "İslâm Sanatı soyut olduğu gibi, formları da ne doğrudan doğruya Kur'an'dan, ne de Hz. Peygamber'in sözlerinden çıkarılmıştır; bu formların, çok derin bir İslâmî karaktere sahip olduğunu inkar etmek mümkün olmasa da, görünüşte kutsal metinlere dayalı özellikleri yoktur". Burada şu soru akla geliyor: Kâbe'nin Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından "küp" şeklinde inşası beşerî bir tercih midir, yoksa ilham neticesi midir? Sorunun cevabı bir sayfa sonra yine yazar tarafından veriliyor: "Demek istiyoruz ki kutsal sanatın doğuşu -İslâm sanatı bu sıfatı haketmektedir- zorunlu olarak, gelenekteki en derûnî olan şeyin inayet eseri bir tezahürüne ve her bakımdan kutsal sanatla bâtınîlik arasındaki sıkı ilişkiye tekabül eder". Ve ardından şairane bir soyutlama ile bu oluşumu tasvir ediyor: ".... tam doymuş bir eriyiğin birden kristalleşmesi". Yazarı anlamakta zorlanıyoruz. (Ee. Kolay değil Bruckhardt elbette ki bir "mertebe"den konuşuyor). Çünkü bu hükümden önce o şunları söylüyor: "Gelişip serpilmekte olan İslâm hakiki anlamda sanatı bilmediği gibi, bilmesi de mümkün değildi; zira onun ilk ve asıl ayırt edici özelliği bütün sadeliği içinde göçebe ya da yarı göçebe bir varoluştu. ... Ama istikrarın ilk aşamasından sonra, Emeviler döneminin sonlarına doğru sanat gerçek bir mesele haline gelmeye başladı". Yazar bu hükümleri verirken yine mimariyi esas alıyor; aksi halde şiirden bahsetmesi gerekirdi. Ve tabi Kâbe'de atılan "tohum"un "gerçek sanat" olup olmadığı da yine askıda kalmış oluyor. Bruckhardt, Kubbetu's-Sahra'yı "... kurucu unsurlarının seçimiyle İslâm sanatının bir eseri olmakla birlikte, yine de Bizans sanatına aittir" diye vasıflandırıyor. Kubbetu's-Sahra M.S. 688 yılında Emevi Halifesi Abdülmelik tarafından yaptırılmıştır. Burası Hz. Peygamber'in Mirac'a çıkarken bastığı varsayılan kaya üzerinde yükselir. Kaya Müslümanlar için birkaç bakımdan kutsaldır. Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmek için Moriya dağına giden yolda olduğundan, Süleyman Mabedi'nin hatırasını taşıdığından ve nihayet Mirac sebebi ile. Yazar Kubbetu's-Sahra'ya kıyasen Şam Ulu Camii doğrudan İslâm sanatına ait görüyor: "... yapımına 706'da başlanmış ve 715'te bitirilmiş olan Şam Ulu Camii, ayrıntılarda olmasa bile, en azından ana formları bakımından, doğrudan doğruya (a priori) İslâm sanatının bir eseridir". Buna 785'te inşa edilen Kurtuba Ulu Camii ile Kahire'de 879'da tamamlanmış İbn Tûlûn Camii'ni katarak İslâm sanatının hicrî ikinci yüzyılın ortalarına doğru "kendi dil ve ifadesini" bulduğunu söylüyor. Kubbetu's-Sahra kutsal kaya üzerine bina edilen bir gölgelik gibidir. Merkeze oturan altın parıltılı bir kubbesi (Ki böyle bir kubbe başka bir yerde görülmez) ve sekizgen kenarları ile dairevî bir iç mekan oluşturur. Bu bölümün 5. dipnotunda şunlar söyleniyor: "İslâm'ın kubbeli mekânlarının çoğunda sekizgen, kubbe ile kübik temel arasında bir geçiş unsuru olarak yerleştirilir; ki bu ona başka bir manevî anlam katar. Öyle ki bu ilâhî arşı taşıyan sekiz meleğe tekabül eder" (Yine sayıların gizemi). Kubbetu's-Sahra'nın perspektif yapısına bakarsak iki daire içinde iki kare görürüz. İçteki kare kutsal kayayı çevreler, etrafındaki daire bir nevi "tavaf" çemberidir. Dıştaki kare ve onu çevreleyen daire ise bu formun dışa doğru açılan, mekanı genişletmeye matuf tekrarıdır. Dört taç kapı dört ana yöne açılır (kare meselesi) böylece binayı sembolik olarak dünyanın merkezine oturtur. Bu daire ile kare ilişkisini yazar "hareket ve sükun" olarak yorumluyor ki buna katılıyoruz (Tavaf ve Kâbe). Bizans mirasından alınan sekizgen yıldız ise geleneksel kutsal sanatın kadim formlarından gelmiş olmalıdır. Aslında söz gazete sütunlarına sığmayacak kadar fazla. Kitabın ilk 16 sayfası için bunlar kâfî. Elbette ki tamamını okuyacak ve kimbilir daha neler öğreneceğiz. Nasr'ın tabiri ile "açılmamış bir kitap" gibi duran İslâm sanatı hakkında oryantalistik olmayan bu kabil derin eserlere milyonda bir raslanıyor. Konu ile ilgilenen okurlara tavsiye ediyor, Klasik Yayınları'nı ve mütercim Turan Koç'u tebrik ediyoruz.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |