T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 12 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
Hasan Cemal refikimize göre, "milliyetçi çizgi" gittikçe sertleşip kalınlaşıyor, "sorumlu" davranması gereken liderler adeta "Ben bu kulvarı Devlet Bahçeli'ye bırakmam" diye yarışıyor. Doğrudur... Son terör olaylarından sonra, ülke, aklın devreden çıktığı kaotik bir sürece girdi ve milliyetçilik yarışı biricik siyaset yordamı sayılır oldu. Buradan çıkış, hep söylenegeldiği üzere, "akıl" ve "sağduyu"yu elden bırakmamak, ama, karşılıklı milliyetçilikler, hele de farklı bir sorumluluk beklediğimiz "bölgeci parti", daha doğrusu bu partinin yöneticileri buna izin vermiyor. DTP'den sözettiğim anlaşılmıştır. Bu parti, ne yazık ki, terörü açıkca kınamıyor, terör örgütüyle arasına mesafe koymuyor... Bölgeyi yakından izleyen gazeteciler, bunun şimdilik zor olduğunu, öncelikle bölgenin özel şartlarını gözetmemiz gerektiğini söylüyor ama, ne olursa olsun, hiçbir "özel şart" terörü, hele terör destekçiliğini ve şovenizmi (her tür şovenizmden sözediyorum) mazur göstermez. Geçen hafta, bir özel televizyon kanalında (hadi adını da söyleyelim, ATV'nin "Siyaset Meydanı" programında), Diyarbakır ilimizin Belediye Başkanı Osman Baydemir'i izledim. Katılımcı konukların olanca toleransına rağmen, Baydemir, Türkiye'nin duymak istediği o cümleyi söylemedi. Elbette terör kötü bir şeydir, elbette anaların gözyaşları dinmelidir, elbette parkta oynarken serseri kurşunlara hedef olan 6 yaşındaki çocuğun katili ya da katilleri bulunmalıdır da; büyük kentleri tedhiş alanına çeviren, "belediye otobüslerini kundaklayıp masum insanları öldüren", yollara mayın döşeyen "taraftarlar" için de bir itiraz cümlemiz olmalıdır. Bir cümle... Bir tek cümle... Baydemir'in, bölgesel bir kalkışmaya dönüşme tehlikesi gösteren "protesto gösterileri"nden rahatsız olmadığını söylemeye çalışmıyorum; öfkeli kalabalığı yatıştırmak için tek başına nasıl didindiğini televizyonlardan izledik... 150 yıllık geçmişi bulunan "Kürt meselesi"nin sorumluluğunu, ne kadar sorumlu olduğunu bilemediğimiz bir tek kişinin sırtına yüklemek de istemiyorum. Fakat, konuşurken en azından, özenli olmalı, şoven duyguları körükleyecek açıklamalardan kaçınmalıyız. "Kürt analarının gözyaşları dinmelidir" cümlesi, bu şeraitte, herhangi bir cümle olmaktan öte gidemiyor, tek başına meseleyi çözmüyor. İçinde "barış" geçen hiçbir cümle, muhtaç olduğumuz "akıl" ve "sağduyu" ikliminin tesisine yardımcı olmuyor. Bir çift söz de, milliyetçi tepkileri oya tahvil etmeye çalışan CHP lideri Deniz Baykal'la, giderek şahin bir pozisyon alan Anavatan Partisi lideri Erkan Mumcu'ya: Kürt meselesinin çözümü için bugüne kadar ne önerdiğinizi bilmiyoruz... "Şiddetle mukavemet" dışında terörü nasıl önleyeceğinize ilişkin bir fikrimiz de yok... Bu kulvarda en az Devlet Bahçeli kadar başarılı olacağınıza, oylarınızı birkaç puan artıracağınıza da eminiz... Kaldı ki, Bahçeli bile bu kadar ateşli değil. Ama olan, önce "siyasete" (herşeye rağmen "çözüm mercii" olması gereken siyasete), sonra Türkiye'ye oluyor. Bu mesele, şu ya da bu partinin özel meselesi değildir... CHP'siyle, Ak Parti'siyle, MHP'siyle, Anavatan'ıyla topyekün Türkiye'nin meselesidir ve çözümü de bellidir: Siyaseti devre dışı bırakmaya çalışan güçlerin oyununa gelmemek, aklı ve sağduyuyu yeniden egemen kılmak...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |