T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 12 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
Silah, öldürmek, şiddet oyununu oynamak ya da ölüm kokusu ve korkusu salmak bir toplumu çileden çıkarmanın, toplulukları karşı karşıya getirmenin en kestirme, en bilinen yöntemidir. Şiddet öfkeyi besler, "duyguları keskinleştirir". Şiddet yükselince söz, konuşma, diyalog biter ya da siner. Fikrin siyasi angajman karşısındaki özerkliği tahrip olur. Keskin bir "ulusalcılık ve aidiyetçilik iklimi" oluşur. Siyaset yerini otoriter önlem ve beklentilere bırakır. Topluma duygu hâkim olur. Bu koşullarda üreyen duygu merkezli siyasi söylemler, "milliyetçi bir popülizm"den beslenir. Ve elbet demokrasiye inanç azalır, hatta "demokrasi günah keçisi haline getirilir"... Bugün de böyle oluyor... Güneydoğu'yu ve ülkeyi yeniden kuşatan terör dalgası, Kürt politikasının siyasi talepleriyle ilişkilendirdiği güç gösterisi ortalığı allak bullak etti... MHP'den DYP'ye, ANAP'tan CHP'ye bildik tüm siyasi partiler son gelişmeler karşısında "duygu siyaseti"nde yarışıyorlar. Oluşan tepkisel milliyetçi iklimi akılla yönetip, ortalığı teskin edeceklerine, bu zemin ve iklimden beslenmeyi tercih ediyorlar... Kan kokusu almış gibi... Evet, yarış milliyetçilik yarışı... Hedef ne? Açık: Diğer partilerden daha fazla oy alabilmek... Ne yazık ki bu kadar basit... Faydacılığın ölümcül olabildiği nadir ülkelerden birisidir Türkiye... "Kendi altını oyan bir siyaset mekanizması, kendi dar ve kısa vadeli çıkarları için ateşle oynayan bir siyasi parti düzeni", kolay rastlanır ve açıklanır bir şey değildir... İşte bu ortam, bu milliyetçi zemin ve bu faydacılık Türkiye'nin görüntüsünü bulanıklaştırıyor. Bir yanda seçim atmosferi, ufukta görünen cumhurbaşkanlığı krizi, en önemlisi şiddetin yeniden hortlaması, bunun karşısında siyasi partilerin sorumsuz tutumları her şeyden önce devlet içi dengeleri etkiliyor. Siyasetin alanı yeniden daralıyor ve daha çok daralacak gibi görünüyor. Ordu ve hükümet arasındaki ilişkilere bir belirsizlik hâkim. Asayiş sorunları öne çıktıkça asker asayiş politikaları üzerinden siyasileşme imkânlarına kavuşuyor, iktidarı ikame etme, hatta etme itme kakma konumuna doğru ilerliyor. Siyasi iktidar ise şiddet karşısında kendisini mahkûm ettiği politikasızlıkla, sağdan sola savrulmasıyla, gün be gün yaptığı çelişkili çıkışlarla inisiyatifin başkasının eline geçmesi için adeta çabalıyor... Velhasıl şiddet, politikasızlık ve ucuz faydacılık ortalığı ciddi bir şekilde karıştırıyor. Karıştırırken ortaya çıkardığı tek şey ise yukarıdaki tablo... Bu tabloda şiddetin dindirilmesi, sorunun çözümüne ilişkin tek unsur yok, tek bir fikir yok, tek bir ses yok. Tersine "şiddete esir düşmüşlük" var, "bu esaretin ürettiği otoriterleşme eğilimi ve demokrasiden uzaklaşma hali" var. Peki nasıl çözecek bu sistem, bu ülke bu sorunu? Şiddeti nasıl dindirecek? Salt asayiş politikalarıyla mı? Daha önce ne kadar işe yaradı bu politikalar? Bugün demokrasiden uzak düşenlere sormak gerek: Neden 20 yıl boyunca milyonlarca dolar, yüz binlerce askerle, otoriter yöntemlerle, arada ölümcül Susurluk politikalarıyla bu sorunu çözemedi bu sistem? Şimdi nasıl çözecek? 1999 seçimleri sonrası Cumhurbaşkanı Demirel Çankaya'da bir yemekte şunları söylemişti: "Ben, başbakan ve Genelkurmay başkanı, devletin zirvesi olarak şunu gördük. Kürt sorununun karşısında yenildik. Bundan böyle yanlış adımlar ayrılığa gider..." Çözüm önerisinden vazgeçtik, hiç olmazsa siyasi aktörler toplumsal tepkiyi siyasallaştırmaktan, milliyetçiliği körüklemekten vazgeçsinler, aklı devreye soksunlar... Yoksa iş ayrılığa değil, iç çatışmaya gider... Şakası yok...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |