T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 11 MART 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Türkiye'nin iddianame ve egemenlik sorunu

Hukuk sistemimizde savcılık iddianamelerinin insanı çileden çıkartan bir üslupsuzlukla kaleme alınmasıyla ilgili sorunlar öteden beri yaşanıyor. Mantık sınırlarını sonuna kadar zorlayan, bilgi ve hukuk mantığı açısından skandal boyutlar taşıyan akla ziyan iddianameleri, hatta onlarla sonuç alınmasını da neredeyse artık Türk hukuk sisteminin rutini diye kanıksamışız. Allah'tan hukukun rutini haline gelmiş olan bu üslupsuzluk bu sefer Org. Büyükanıt'a isabet etti de, adı "Türkiye'nin iddianame sorunu" diye konulabilecek ciddi bir meselemizin olduğu fark edilmeye başlandı.

Belki bu konuda da iyimser olmak için vakit henüz erken. Sonuçta herkese isabet etmesi normal görülen bu sorunun sadece bazılarını, örneğin (rektörleri, ordu mensuplarını) muaf-istisna tutması sağlanarak sorun kaldığı yerden yaşamaya devam edecektir. Bu da Türkiye'de egemenlikle ilgili daha gerçekçi bir ilkeyi hatırlatacaktır: Alman siyaset bilimcisi Carl Schmitt'in dediği gibi "egemen olan istisnayı koyabilendir." Türkiye'de kritik davalardaki hukuk prosedürlerinin hepsi, bu kanıksanmış skandal boyutlarıyla, zaten yazılı-pozitif kurallara birer istisna oluşturuyor, bu yolla da egemen olanı iyice öğretiyor. Neredeyse kaideye dönüşmüş olan bu istisnalar bu olayda yeni bir istisnaya tabi tutulmak isteniyor.

Şemdinli iddianamesi dolayısıyla yaşanan tartışmalarda ortaya çıkan asıl tuhaflık, kuşkusuz, iddianameyle asker ve hükümetin karşı karşıya gelmesinin beklenmesidir. İddianameyle ilgili söylenenler (aslında kısa süre önce Rektör davası hakkında söylenenlerle birlikte) yargı kurumunun hükümetin emrinde olduğu fikrini neredeyse tartışılmaz bir biçimde zihinlere işlemiştir. İtiraz kesinlikle hükümetin yargıya müdahil olmasına değil, aksine bu müdahalenin yönüneymiş gibi. Nitekim savcı hakkında iddianamesi dolayısıyla başlatılan soruşturma "yargıya müdahale" sayılmadı bile.

Kendilerinden hukukun üstünlüğü nutuklarını dinlemeye abone olduğumuz insanların önemli bir kısmı, meğer yargının bağımsız olmasını ne bekliyor ne istiyor ne de gerekli olduğunu düşünüyormuş. Bu isteksizlik o kadar ilginç bir şekilde dillendiriliyor ki, adeta "yoksa siz yargının bağımsızlığı oyununu ciddiye aldığınıza inanmamızı mı bekliyorsunuz?" deniliyor. Bütün yüklenmelerde hükümet kanadına yargının bağımsızlığı kavramının bir hikayeden ibaret olduğu hatırlatılıyor. Şimdiye kadar gerçekten de müdahale edilmemişse bundan sonra yargının başıboş, kendi başına buyruk bırakılmaması gerektiği tembih ediliyor. Bu dersin aynısı tabii ki yargı kanadına da ulaştırılmış oluyor. Öyle değilse bir savcının açtığı davadan hükümeti sorumlu tutanlar, dava dolayısıyla hükümete yüklenmeyi seçenler başka ne demek istemiş olabilir? Hükümeti aslında yargı üzerinde daha güçlü bir denetim kurmaya davet etmiş olmuyor mu bu çağrılar?

Bütün bu suçlamaları/çağrıları, isterseniz, geçmişte açılmış bazı davaların doğası hakkında bir tür itiraf olarak da alabilirsiniz; hani "yargının tam bağımsızlığı" söylemleri altında açılan ve ülkenin mukadderatında bir hayli etkili olmuş davalar hakkında... Hukuk prosedürlerinin aslında kamuoyundan gizli bazı kodları olduğunun ve bu kodların ancak belli yerlerde bulunanlara açık olduğunun bir itirafı ve hatırlatması... Muhtemelen bir sorun da hükümetin bu kodları yeterince bilip bilmediğinin yeterince açık olmamasıdır.

Bir kuvvet komutanının isminin bir iddianamede geçmesinin bu kadar yadırganması elbette ki anlaşılabilir bir durum. Oysa savcının yeterli delil ve mesnede dayanmadan bir kuvvet komutanını bu şekilde suçlaması, en büyük kötülüğü yıllardır yakalanmış en büyük toplumsal temizlenme fırsatına yapmıştır. Org. Büyükanıt hakkındaki suçlamaların bir ciddiyetsizlik izlenimi verecek şekilde iddianameye yerleştirilmesinin, Şemdinli'de bir suçüstü açıklığı içinde yakalanmış ilişkiler ağı üzerinde bir tür karartma etkisi yaptığı da açık. Bu konudaki açık ciddiyetsizliğin ürettiği mağduriyet priminden Şemdinli olaylarının gerçek suçlularının faydalanması kuvvetle muhtemel.

Bu arada Susurluk'ta ortaya çıkan ilişkilerin de "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" kampanyasının gürültüsü altında nasıl karartıldığını ibretle hatırlamakta büyük faydalar var.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi