T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 10 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

'Önyargı' kötü şeydir

Kanadalı yapımcı ve senarist Paul Haggis'in ilk yönetmenlik denemesi 'Çarpışma', eşcinsel lobisinin favorisi 'Brokeback Dağı'nın karşısında 'kaybetmeye mahkûm aday' görünümünde girdiği Oscar töreninden, bu ödülü son anda üç dalda söküp almayı başardı. Film, bir başyapıt değilse bile gürültücü rakibinden çok daha anlamlı bir öykü anlatıyor.

"Çarpışma" (Crash)
2004 / ABD-Almanya Ortak Yapımı
Süre: 113 Dakika
Yönetmen: Paul Haggis
Oyuncular: Mat Dillon, Sandra Bullock, Don Cheadle, Art Chudabala, Tony Danza, Dato Bakhtadze, Karina Arroyave
Uluslararası İzleyici Yargısı: 8.4 / 10 (Kaynak: IMDb sitesi verileri)
Özel Sınırmalar: Amerikan MPAA Denetim Kurumu "R" (Restricted / Sınırlandırılmış Film) sertifikasına sahip. İçerdiği sert dil, şiddet ve cinsellik nedeniyle 17 yaşından küçükler ancak erişkin bir refakatçiyle izleyebilir. Gösterildiği diğer ülkelerde de küçük izleyiciler için farklı kategorilerde sınırlandırmaları var. Bizde ise tamamen özgür!
Dağıtıcı: Warner Bros
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde cinsellik/çıplaklık var Bir kaç bölümde cinsellik/çıplaklık var Bir kaç bölümde cinsellik/çıplaklık var Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var

Brentwood'lu bir ev kadını ve savcı kocası. İranlı bir dükkan sahibi. Aynı zamanda sevgili olan iki polis memuru. Zenci bir televizyon yöneticisi ve karısı. Meksikalı bir anahtarcı. İki araba hırsızı. Acemi bir polis. Koreli orta yaşlı bir çift...

Bu kişiler Los Angeles'ta yaşamaktadır ve önümüzdeki 36 saat içinde hepsi birbirleriyle çatışacaklardır.

Geçtiğimiz yaz sinemalarımıza gelen, ancak bir kaç gün önce 3 dalda Oscar kazanması üzerine bugün bir kez daha gösterime sokulan "Çarpışma", kendisine hedef olarak "önyargı" denilen hastalıklı duyguyu seçmiş, son derece etkileyici bir film. Uzun yıllar boyunca sırf televizyon için yönetmenlik yapan Kanadalı Paul Haggis, en iyi film Oscarı'na uzandığı bu ilk filmiyle uzun metrajlı sinemaya gösterişli bir başlangıç yapıyor. Aslında, onu sinema camiasından çok da uzak biri saymak haksızlık olur. Çünkü önceki yılın ses getiren filmlerinden "Milyon Dolarlık Bebek" de yapımcılığını ve senaristliğini yine Haggis'in üstlendiği bir çalışmaydı. Öğrendiğimize göre, kendisi beyazperde projelerine daha fazla konsantre olabilmek için artık televizyonla ilgilenmeyi bırakmış.

Amerika'da ırklar arası çatışmanın girift yapısına kışkırtıcı, cesur bir bakış sunan "Çarpışma" -dağıtıcı şirketin isabetli açıklamasıyla- "nadide bir sinematik deneyim", izleyicileri kendi önyargılarını sorgulamaya zorlayan bir yapım. 11 Eylül sonrası Los Angeles'ında çeşitli kültürlerin bir arada oluşunu konu alan bu zorlayıcı şehir draması, farklı etnik kökenlerden karakterlerin çeşitli vesilelerle karşılaşmalarını, birbirlerinin hayatlarına girip çıktıkça yaşanan korku ve yobazlığı farklı bakış açılarıyla işliyor. Hoşgörüsüzlük meydan savaşında kimse güvende değil. Ve kimse şiddeti yaratan ve hayatları değiştiren üstü kapalı öfkeye karşı bağışıklığa sahip değil...

Sinema kariyeri boyunca ("Siyam Balığı" gibi önemli filmlerde oynamasına karşılık) her nedense izleyicinin belleğinde hep "kartpostal çocuğu" izlenimi bırakmış olan Matt Dillon, bu filmde üstlendiği polis memuru rolüyle hiç kuşkusuz ki beyaz perdede en iyi performansını ortaya koymakta. Aynı şekilde, film boyunca topu topu birkaç dakika gözüken Sandra Bullock'un da "ailemizin sevimli kızı" imajının tamamen uzağında, çok daha ciddi bir rolde düpedüz döktürmesi gerçekten şaşırtıcı. "At sahibine göre kişner" misali, Haggis elinin altındaki ortalama oyuncu malzemesini öylesine şaşırtıcı biçimde kullanmış ki, film sırf oyuncu yönetimi ve kurgusuyla bile belli bir ilgiyi hakediyor. Özellikle kurgunun çığır açıcı nitelikte olduğunu vurgulayalım.

Bir de müziğin başarısını atlamamak gerekiyor. "Çarpışma"nın, aralarında yönetmenin de yer aldığı bir dizi sanatçı tarafından hazırlanan müzikleri, filmden bağımsız bir CD olarak satın alınıp sık sık dinlemeyi hak edecek cinsten...

Bu arada, filmin ırkçılık karşısındaki reddiyeci tavrı kadar "kader" kavramına yönelik onaylayıcı bakış açısının da sinemada daha bir maneviyatçı duruşun arayışında olan okurlarımızın gözüne ve gönlüne hoş geleceğine inanıyorum.

Çocuklara çok da uygun değil

İzleyiciye hoşgörüsüzlük üzerine önemli mesajlar veren ve özellikle de başarılı oyunculuk gösterileriyle dikkati çeken "Çarpışma", sinemanın eğlence boyutuyla ilgilenenler tarafından olmasa bile rafine sinemaseverlerin mutlaka izlemesi gereken bir yapıt. Steven Spielberg'in olgunluk dönemi ürünü "Münih" karşısında Oscar'ı ne denli hakettiği belki tartışılır; ancak aklı sürekli uçkurundaki iki herifin dağda bayırda oynaşmasından çok daha kayda değer şeyler anlattığı, bunu da üst düzeyde bir sinema diliyle yaptığı kesin.

Fırsatınız olursa, Oscar jürisinin yargılarını kendinizinkiyle karşılaştırmak üzere izleyin. Özellikle duygusal izleyiciler için gerçekten zirve anlara sahip bir film bu. Ama malûmunuz, ben biraz geri kafalı bir adamım; çocukların ve gençlerin yoğun şiddetten, argodan ve erken gelen bir cinsellikten korunması gerektiği yönünde takıntılarım var. O yüzden sakın ola çoluk çocuğunuzu yanınıza almayın. İlle onları da sinemaya götürmek istiyorsanız, vizyonda "Bambi" ve "Sihirli Dadı" gibi iki eğlenceli film var. Hele de "Bambi"yi kesinlikle es geçmemenizi öneririm.

EKSTRA / "BROKEBACK DAĞI" MÜCADELESİNİN SONU
Benden bu kadar aslan parçaları...

Son bir ay içinde, homo kovboyların acıklı sevda masalı "Brokeback Dağı" üzerine -akla gelebilecek bütün meslekî riskler göze alınarak- yazılmış, her biri söylemek istediğini hiç bir "kıvırtma"ya başvurmadan dosdoğru ifade eden üç ayrı makale...

Ardından, büyük bölümü Türkiye'deki eşcinsel camiasından olmak üzere, elektronik posta adresimi âdeta yağmur gibi dolduran, her satırı hakaret ve aşağılamalarla bezeli yüzlerce mesaj...

Çeşitli internet sitelerinde, sinemaya verdiğim çeyrek yüzyıllık emeği, bu alandaki bilgi birikimimi, sevdamı ve meslekî kapasitemi sorgulayan, daha da ötesi sırf ahlâkî inançlarımdan dolayı şahsımı "faşistlikle" suçlayan alaycı eleştiri yazıları...

Bunun karşılığında ise dünyanın ve Türkiye'nin ahlâkî değerler alanında adım adım içine çekildiği şeytanî anafordan rahatsız olan bir avuç mütedeyyin okurun, o da hafiften ürkerek kaleme aldıkları "destek" mesajları...

28 Şubat buldozerinin ruhlarda yol açtığı korkunç tahribattan sonra "Buna da şükür" dedik.

Dünyanın en saygın sinema etkinliklerinden biri olan, sinemada ifade özgürlüğünün en önde gelen savunucusu ve bağımsız yapımların kalesi durumundaki Sundance Film Festivali, geçtiğimiz aylarda "Brokeback Dağı" filmini yarışmalı bölümüne kabul etmedi. Ancak Türkiye medyasında bu "acıtıcı" gerçekten şu ana dek söz eden bir tek Allah'ın kulu bile yok. Tıpkı, bu filmle ilgili olarak ülkesi ABD'de kilise çevreleri ve muhafazakâr kamuoyunun kıyameti kopardığını, gençlerin filme gitmemesi için kampanyaların başlatıldığını ve filmin baş kadın oyuncusu Michelle Williams'ın mezun olduğu Santa Fe Hıristiyan Koleji tarafından "istenmeyen kişi" ilan edildiğini hiç kimsenin dile getirmediği gibi... Okulun yöneticisi Jim Hopson, geçtiğimiz günlerde San Diego Union Tribune gazetesine verdiği demeçte aynen şunları söylüyordu: "Bayan Williams'ı bu filme yaptığı katkıdan sonra artık bir mensubumuz olarak görmemekteyiz. Çünkü Brokeback Dağı, bizim asla desteklemediğimiz bir hayat tarzını savunmaktadır. Okulumuzun adının bu filmle ve ona hizmet edenlerle birlikte anılmasını istemiyoruz.."
Fakat, bu süreçte özellikle şu gelişme bir hayli ilginçti. Muhafazakâr cenahta kalemiyle "kanaat önderi" pozisyonunda bulunan, yıllardır kendilerine ait köşelerden ağdalı cümlelerle "sanatın aslında Yaratıcı'yı aramaktan ibaret olduğu" yönünde bol bol ahkâm kesen pek muhterem meslektaşlarımızdan tık yoktu. Neden? Çünkü, böyle bir mücadeleye girişebilmek için öncelikle yazarlık camiasında bir "ikbâl" beklentisi içinde olmamak, vicdanî hesabı "sağ"a ya da "sol"a değil yalnızca "yukarı"ya vermek gerekiyor. Benim gibi SİYAD'a (Sinema Yazarları Derneği) bile üye olmayı reddederek sinema sanatı üzerine "tam bağımsız" düşünen ve yazan bir adamın bu tür ince denge hesaplarını aslında çok önceden görebilmesi gerekiyordu. Ama yeterince külyutmaz değilmişim ki yaşayacağım o büyük yalnızlığı önceden sezemedim. Bendeniz "fiili livata" kültürünü beyazperdede legalize etme derdindeki bir filmle uğraşırken, İslâmî değerleri savunma konusundaki agresifliğiyle tanınan kimi gazetelerimizdeki taze meslektaşlarım ise "The İmam" ya da "Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü?" gibi Türk filmlerine verdiğim iyi niyetli destek yüzünden durmaksızın benimle uğraştılar.

Kendimle aynı çilekeş jenerasyondan geldiğine inandığım, bu yüzden de gerek iyi gerekse kötü günlerinde asla unutmayıp yaşadıkları her dönüm noktası olayda destek mesajlarımla yanlarında yer aldığım bir tek yazar dostum bile bu yıpratıcı mücadelede yanımda olmadı. Tıpkı, aylar önce bu sayfanın editörlüğüne getirildiğimde hiç birinden tek cümlelik olsun bir kutlama mesajı gelmediği gibi...

Camiada "modernite"nin dayatmalarını kayıtsız koşulsuz kabullenme yönünde bu kadar ümitsiz bir manzaranın oluştuğunu, "haset"in ise bu denli rahatsız edici boyutlara ulaştığını, doğrusu Yeni Şafak'ta köşe sahibi olana kadar gerçekten de bilmiyordum. Oysa ki böylesine tehlikeli bir arenada usta bir kalem erbabı olabilmek için salt kıvrak cümleler kurmayı bilmek hiç de yeterli gelmiyormuş. Aynı zamanda bazı hassas dengeleri de gözetmek, sektöre egemen olan bir takım önemli çevrelerle diplomatik ilişkileri de zedelememek gerekiyormuş anlaşılan.

Fakat, benim gibi "eşcinsellik" söz konusu olduğunda hiç bir dünyevî dengeyi zerre kadar iplemeyen, yalnızca Hz. Lut'un kutsal metinlerdeki o çileli mücadelesini, Sodom ve Gomorra felaketini hatırlayan, hele de AIDS'le boğuşan insanları dünya gözüyle görmüş biri için uygulanması oldukça zor bir denge politikası bu. Nitekim, bugüne kadar böylesi "tartışılmaz" konularda bu tür bir yolu hiç izlemedim ve bundan sonra da izlemeyeceğim.

Yediğim yüzlerce küfürden sonra, benden bu kadar aslan parçaları... Bir daha bu sütunlarda "Brokeback Dağı"nın adı asla anılmayacak. Hemen belirteyim ki sözkonusu film 24 Mart'ta gösterime girdiğinde, onu sayfamda da tanıtmayacağım. Çünkü bir tek insan evladının bile, merkezinde "fiili livata" olan yüce bir aşkın erdemlerini benim kalemden öğrenmesini ve benim teşvikimle karanlık salonları doldurmasını istemiyorum. Onun ötesinde, film gösterime girmiş girmemiş, bazı sahneleri kesilmiş kesilmemiş, 18 yaşından küçüklere yasaklanmış yasaklanmamış, şu dakikadan sonra artık umurumda bile değil.

Son söz olarak, Türk basınında 12 yıldan beri özgür düşüncenin kalesi konumunda olan gazeteme, beni bu -iltifatı az, aşağılaması bol- mücadelede de alabildiğine özgür bıraktığı için minnettarım. Bilinsin ki verdiğim bu mücadeleyle ömrüm boyunca gurur duyacağım. Döneminin namus ve erdem abidesi, hak peygamber Hz. Lut'un ruhu şâd olsun bana yeter.

KISA HABERLER
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadın Koordinasyon Merkezi'nin düzenlediği "2. KKM Film Günleri" kapsamında, bugün (10 Mart 2006 Cuma) saat 14.00'da "Beyazperde ve Ekranda Bölünmüş Aile İmajı" konulu bir panelde konuşmacı olarak yer alacağım. Beyoğlu Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'ndeki panelin yöneticisi Derya Yanık. Benim dışımdaki diğer iki konuk ise sinema-TV sektöründen Gülin Tokat ve Gaye Boralıoğlu. Vakti olanları görüşlerimizi paylaşmak üzere beklerim.

* * *

Sevgili dostum İhsan Kabil ile birlikte TRT-2'de sunduğumuz "Unutulmayan Filmler" kuşağına yönelik ilgi her geçen hafta daha da artıyor. Bu konuda sizlerden gelen bütün o güzel ve teşvik edici mesajları aldığımı ve değerlendirdiğimi bilmenizi isterim. Yapımcılığını Kemal Eraslan'ın üstlendiği programımız her salı günü saat 23.00'de yayınlanıyor. Kaçıranlar için ise programın gece yarısından sonra tekrarı da var. Muhtemelen yaz başına kadar sürecek olan "Unutulmayan Filmler"de, sizlere sinema tarihinin birbirinden seçkin başyapıtlarını ard arda izletmeyi planlıyoruz. Zaten TRT de olmasa, bu ülkede gerçek sinemaseverlerin hâli tek kelimeyle harap olurdu.

* * *

Polisiye edebiyat alanında son yıllarda Türkiye'de yetişen en yetenekli kalemlerinden biri olan dostum ve meslektaşım Ferhat Ünlü'nün üçüncü romanı "M.A.T" (Münasebetsizlikleri Ayıklama Teşkilâtı) geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları'ndan piyasaya çıktı. Kendisi bu popüler edebî türe 2002 yılında "Buzdan Gözyaşı" romanıyla adım atmış, ardından da 2003'de "Bir Gölgenin İntikamı"nı yayınlamıştı. Romanlarındaki dili ve kurgu tekniğini istikrarlı bir biçimde geliştiren Ünlü'nün gerilim eksenli bu son yapıtında çıtayı biraz daha yükseltmiş olduğunu gördüm. Hayat fırsat verirse, 40'larımı yaşarken onun bir romanını sinemaya mutlaka ben uyarlayacağım. Kendisini tebrik ve "M.A.T"ı da bütün gerilimseverlere tavsiye ediyorum. (Everest Yayınları, 0212/513 34 20)

Yeni doğan kuzuları "Maşaallah" nidâlarıyla karşılayan
Ortodoks Makedonlar...

Kariyerine MTV için müzik klipleri çekerek başlayan 1959-Üsküp doğumlu Makedon yönetmen Milcho Mancevski'den, bağımsızlık sonrasında çağdaş Makedonya sinemasının temellerini atan unutulmaz bir başyapıt...

Avrupa sinemasında, yalnızca oyuncu ve görüntü yönetimiyle değil, kurgu alanında da kolay kolay aşılamaz nitelikte bir zirve oluşturan "Yağmurdan Önce"; "Sözler", "Yüzler" ve "Resimler" adını taşıyan üç bölümden oluşuyor. Ve filmi bir bütün olarak izlediğimizde, ilk anda birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış gibi duran bu üç bölümün, aslında farklı etnik kökenlere mensup bir grup insanın ortak öyküsünü anlattığına tanık oluyoruz.

Öykünün ilk bölümünü oluşturan "Sözler"de, henüz eğitiminin başlarındaki çömez Ortodoks papazı Kiril, Makedonya'daki sessiz ve sakin manastırında gündelik işleriyle uğraşırken, gizlice oraya sığınan Müslüman-Arnavut kızı Zamira'yla karşılaşır. Bir Makedon köylüsünü öldürmekle suçlanan Zamira, intikam için ardından gelen silahlı Makedon milislerden kaçmaktadır ve gidebileceği hiç bir yer de yoktur. "Suskunluk yemini" (Sufî kültüründeki benzerlerini andıran bir tür ruhsal terbiye ritüeli) etmiş olan Kiril, çilehanesine sığınan bu genç kızı koruyup korumamakta ilk anda epeyce tereddüt eder; ancak sonunda insanî duyguları mensubu olduğu kitlenin ırkçı önyargılarına galebe çalar ve -giderek duygusal bir yakınlık da beslemeye başladığı- Zamira'yla birlikte manastırdan kaçar. Buna karşılık, iç savaş hâlindeki bölgenin şartları yaşanabilecek herhangi bir "mutlu son"a izin vermeyecek ve Zamira böyle bir beraberliğe asla rıza göstermeyen Arnavut ağabeyi tarafından öldürülecektir.

İkinci bölümü oluşturan "Yüzler"de ise Londra'daki bir reklâm ajansında görsel yönetmen olarak çalışan Anne'i tanırız. Anne, özel hayatında tam anlamıyla açmazlar içinde olan bir kadındır. Eşi Nick ile artık yürütmek istemediği sorunlu bir evliliği vardır. Buna karşılık, aynı günlerde ondan hamile olduğunu da öğrenir. Anna, Nick ile bu evliliği sonlandırmak için görüşmeye hazırlanırken, bir yandan da Makedon fotoğrafçı Aleksander ile duygusal bir yakınlık içindedir. Sonuçta, genç kadın ve kendisini hâlâ çok sevmekte olan eşi bir restoranda buluşarak ilişkilerini enine boyuna değerlendirme kararı alırlar. Ancak, her ikisinin de bazı sorunları onarmasını umdukları bu buluşma, restoranda yaşanacak olan dehşet verici bir olayla sonsuza kadar ayrılmalarına yol açacaktır.

Yönetmen Milcho Manchevski

Son bölümü oluşturan "Fotoğraflar" ise Anna'yı terketmiş olan Aleksander'ın yıllar sonra yeniden ata topraklarına, Makedonya'ya dönüşüyle başlar. Bir çok savaşta foto muhabiri olarak görev yapmış olan Aleksander, kan görmekten yorgun düşmüş bir adamdır. Fakat, bir parça huzur bulabilmek amacıyla geldiği memleketinin de yeni yeni başlayan iç savaş nedeniyle kan gölüne dönüşmekte olduğunu hayretler içinde farkeder. Yıllarca aynı köylerde yan yana barış içinde yaşamış olan Müslümanlar ve Hıristiyanlar bir anda azılı düşman olmuştur. Onun mantığı, doğup büyüdüğü ülkede yaşanan bu etnik bölünmeyi bir türlü kavrayamazken, olayların göbeğindeki akraba ve arkadaşları ise kendisini "yurt dışında fazla yaşadığı için özünü yitirmiş ve milliyetçi duyguları laçkalaşmış biri" olarak görürler. Aleksander, bu karşılıklı nefret ortamına direnebildiği kadar direnir, ancak faşizmin bereketli tohumları toprağa atılmıştır bir kez. Bunu durdurmaya çalışan diğerleri gibi onun da kolayca yayılan etnik öfke karşısında hiç bir yaşama şansı olmayacaktır.

"Yağmurdan Önce"nin ustalıklı örülmüş olan bu üç aşamalı öyküsünde, son dakikalarda yaşanan gelişmeler açılıştaki görüntülere bağlanır ve hiç bitmeyen dairesel bir öykü oluşup her şey en başa döner. Bu ilginç akışıyla, hem senaryo hem de kurgu tekniği açısından beyazperde tarihinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan film, günümüzde dünyadaki seçkin sinema okullarında ders konusu olarak işleniyor. Zaten, henüz ilk dakikalarda yaşlı papazın sarfettiği şu sözler de öykünün bu özelliğine doğrudan bir atıf niteliğinde: "Zaman asla tükenmez. Döngü sonsuza kadar sürer."

Öte yandan, filmin bir diğer ayrıcalıklı yönü ise görüntüleri... Manuel Teran'ın, "Şarküteri", "Yedi" "Yaratık-4", "9. Kapı" ve "Panik Odası" gibi birbirinden şık filmlere imza atmış olan İran asıllı Amerikalı görüntü yönetmeni Darius Khondji'nin danışmanlığında çektiği görüntüler âdeta birer tablo güzelliğinde. Bu arada, Makedon grup Anastasia'nın hazırladığı, buram buram Balkanlar kokan duygu yüklü müzikleri de unutmamak gerekiyor.

Gösterime girdiği yıl "En İyi Yabancı Film" dalında Oscar'a aday olan "Yağmurdan Önce", gerçi bu ödüle uzanamadı; ancak aralarında Venedik Film Festivali'nin "Altın Aslan"ı da olmak üzere değişik uluslararası festivallerden tam 12 ödül toplamayı başardı.

Türkçe Adı: "Yağmurdan Önce"
Orijinal Adı: "Before the Rain"
Yapım Yılı: 1994
Ülke: Makedonya / Fransa / İngiltere Ortak Yapımı
Süre: 113 Dakika
Yönetmen: Milcho Manchevski
Senaryo: Milcho Manchevski
Müzik: "Anastasia" Grubu
Görüntü Yönetimi: Manuel Teran
Kurgu: Nicolas Gaster
Oyuncular: Katrin Cartlidge, Rade Serbedzija, Gregoire Colin, Labina Mitevska, Abdurrahman Salja, Silvija Stojanovska, Jay Villiers
Uluslararası İzleyici Yargısı: 7.9 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)

Öyküsü gereği sık sık Balkanlar'daki Müslüman unsurların hayatlarından kesitler sunan film, bu açıdan Türk izleyicisi için de tanıdık imgeler içeriyor. Balkanlar'la bir biçimde ilişkisi bulunanlara son derece âşina gelen insan yüzleri, gündelik hayattaki davranışlar ve özellikle de içine İslâmî terminolojiden bolca sözcük sinmiş olan karma bir dil...

Özellikle bu dildir ki izleyiciyi Balkanlar'da ilk kıvılcımı Bosna ile atılan, ardından da Kosova ile sürüp giden, her ne kadar şimdilerde frenlenmiş olsa da bir zaman sonra yeniden başlamayacağının hiç bir garantisi olmayan o derin "etnik nefret" karşısında ciddi biçimde dehşete düşürüyor. Makedon nüfusun yaşadığı bir köyde, ahırdaki koyunları doğurtan Ortodoks veterinerin yanıdakilerle birlikte her yeni kuzuyu (Osmanlı yönetiminden kalma yüzlerce yıllık alışkanlıklarla) "Maşaallah, maşaallah" temennisiyle karşıladığı, Yunan asıllı papazların bahçe işlerini yapan öğrencilerini toparlarken "Haydi haydi" diye bağırdıkları bu topraklarda böylesine derin bir nefretin ne zaman ve nasıl oluştuğunu anlamak gerçekten de zor. Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki Balkanlar'da bu yönde bir nefret gerçekten de var ve ikibinli yılların başlarında süper güçlerin müdahalesiyle halının altına süpürülmüş olsa da bölgeyi tehdit etmeye devam ediyor.

Yüksek sinemasal değerinin yanı sıra bir tür sosyal antropoloji dersi de olan bu muhteşem filmin bir DVD'si, her gerçek sinemaseverin arşivinde mutlaka bulunmalı...

Kutup soğuğunda 'uzaylı' ile savaş

"Sine-Bulmaca"da bu hafta sizlerden bilim-kurgu sinemasının gelmiş geçmiş en ürpertici filmlerinden birini hatırlamanızı isteyeceğiz.

Günümüz... ABD Ulusal Bilim Vakfı, Antarktika kıtasında bulunan istasyonuna çeşitli bilimsel araştırmalar yapmaları için 12 kişilik uzman bir ekip göndermiştir. Ekip üyeleri, baştan aşağı karlarla kaplı bu dev kıtadaki barakalarında sıkıcı bir hayat sürdürürken, yakınlardaki Norveç istasyonunda yaşanan dehşet verici olaylarla rutin düzenleri bir anda bozulur. Kar kütlelerinin altından çıkardıkları bir "şey", komşu istasyondaki bütün Norveçli bilim adamlarını yok etmiştir. Çok geçmeden, bunun yüzlerce yıl önce bölgeye düşmüş olan bir uzay gemisi olduğu, içinde bulunan ve hâlâ yaşayan uzaylı organizmanın da bünyesine girdiği canlıları fiziksel olarak bire bir taklit ettiği anlaşılır. Norveçlilerden geriye kalan bekçi köpeğini üsse alan Amerikalı ekip, farkında olmadan son derece tehlikeli bir düşmanı da bağırlarına basmışlardır. Böylelikle, kahramanlarımızın bu gizemli varlık karşısında teker teker yem oldukları soluk kesici bir ölüm-kalım mücadelesi başlar.

"Kapalı mekân gerilimi" türünde gerçek bir zirve oluşturan bu yapıt, içerdiği yoğun şiddet nedeniyle yıllar önce bir çok ülkede kesilerek gösterime girmişti. Birbirinden başarılı özel efektlerle dolu olan filmde, özellikle uzaylı yaratığın hangi ekip üyesinin vücudunda olduğunu saptamak üzere yapılan "kan testi" sahnesi beyazperdenin unutulmazları arasında yer alıyor.

Amerikan yapımı olan bu filmin İngilizce özgün adı, yapım yılı, yönetmeninin adı ve helikopter pilotu MacReady'yi canlandıran aktörün adı nedir? Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 16 Mart 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan üç talihli, Amerikalı yönetmen Oliver Stone'un 1986 yapımı tarihli "Müfreze" (Platoon) adlı filminin birer DVD'sini kazanacaktır.


GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
3 Mart 2006 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: 2001: You Can't Win 'Em All (1970) (Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "Paralı Askerler")
- Yönetmeni: Peter Collinson
- Başrol Oyuncuları: Charles Bronson, Tony Curtis, Fikret Hakan, Salih Güney
- Mustafa Kemal Atatürk'ü Canlandıran Aktör: Patrick Magee

Yarışmamıza yurt çapında toplam 143 katılım gerçekleşti ve bunlardan 112 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
9 Mart 2006 Perşembe Saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

- Beyza Özdemir / İSTANBUL
- Mehmet Kayahan / DİYARBAKIR
- Seda Çolpan / MARDİN

Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Ayı", 1994 / Yönetmen: Jean Jacques-Annaud) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir.

Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"


  • Ali Murat Güven: 'Merhamet'in beş para etmediği bir dünya



      DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 3 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 24 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 17 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 27 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 20 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi