T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 11 MART 2006 CUMARTESİ | ||
|
Söz, rahmetli Attila İlhan'a ait... "Türkiye'de bir iş başarmak istiyorsanız, önce aydını sivilleştirin" diyordu. Söz, yanlış hatırlamıyorsam, bazı "Sovyetik-totaliter" uygulamaları destekleyen aydınlara karşı sarfedilmişti. Ne farkeder! Ülkemizde de, benzeri totaliter eğilimlere sahip aydınlar yaşamıyor muydu? Her olguyu "buharlının icadı"yla açıklamaya meraklı ve "ilerlemeci pozitivist düşünceyi" götürüp "milliyetçi-ulusalcı-turancı" dünya görüşüne bağlayan değerli İlhan Selçuk ağabeyimiz de bilecektir; "buharlının icadı"na sahne olmuş Batı'da "aydınlanma hareketi"ni başlatıp "yenileşme" sürecini tamama erdirenler sivillerdi. Evet, kiliseye başkaldırmışlardı, açıkça "ilahî buyruklara" muhatap olmadıklarını deklare etmişlerdi ama, öte yandan onları kayıtlayan bir beşerî güç, bir "derin merkez", bir total devlet anlayışı, bir "izm", bir kral, bir naip bulunmuyordu. Sözcüğün tam anlamıyla, sivil ve bağımsızdılar... Feodal yapıyı dönüştürmek uğruna (Emre Kongar buraya dikkat etsin!) total kabullerin, total değerlerin peşine takılmamış, çoğulcu kültür değerleri üzerinde yükselerek demokrasiyi, en nihayetinde "sivil toplum"u inşa etmişlerdi. Peki, Türkiye'de? Türkiye'de yenileşme çabaları, kötü bir Jöntürk geleneği olarak bürokratlara ihale edildi. İlhan Selçuk ağabeyimiz ve sosyolog büyüğümüz Emre Kongar daha iyi bilecektir; Türkiye'de, batılı tanımına uygun, "otorite"den bağımsız aydınlar yoktu. Bir orta sınıf, değerler üreten bir burjuvazi de yoktu. Hasbelkader ortaya çıkmış münevveran ise, "yenileşme" adı altında sunulan ve büyük ölçüde "Tanzimat yozlaşmasına dayalı kozmopolit kültürü" reddediyordu. Bu nedenle, Türkiye'nin yenileşmeci aydınları, sarayla dirsek teması halinde olan bürokratlar arasından çıktı. Dolayısıyla, "sivil" ve "bağımsız" olamadı. Kıymetli sosyolog Emre Kongar da teslim edecektir; Türkiye'nin yenileşmeci sivil aydını, "çevre"yle "merkez" arasında, (en basit ifadesiyle) "iletken" olması gerekirken, kendisini "çevre"yi ıslah etmek, yani merkez adına "halkı dönüştürüp adam etmekle" mükellef saydı. Daha da açık ifadesiyle, çevrenin taleplerini merkeze taşımak yerine, resmî hizmete tabi olma kolaycılığına saptı. Çevrenin kültür ve ahlak değerlerine saldırmayı ise, hem varoluşunun gereği, hem de yenileşmenin raconu saydı. Bu nedenle "yabancı"dır, bu nedenle "bir başkası"dır, bu nedenle (Yakup Kadri'nin kulakları çınlasın) "yaban"dır... Türk aydını görünüşte "militarizme" karşıdır, ama bir Başbakan, iki Bakan'ın asılmasıyla sonuçlanan 27 Mayıs darbesini "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" ilan eder; hâlâ takım tutar gibi darbe tutar. 12 Eylül, mesela, ülkeyi "geriye" götürmüştür, dolayısıyla karşıdevrimcilerin gerçekleştirdiği "gerici" bir darbedir, ama 27 Mayıs ve 28 Şubat "irtica"ya karşı yapıldığı için "ilerici" bir müdahaledir. Zaten ülke, ancak zecrî ve cebrî yöntemlerle değişebilir, Türk halkı ancak "sopa zoruyla" çağdaşlaşabilir. Attila İlhan'ın, kendisini "aydın" sıfatıyla taltif eden okur-yazar takımının sivil reflekslerle hareket etmediği önkabulünden hareketle söylediği söz, bence bir başka şaşmaz gerçekliğe daha işaret ediyor: Türkiye'de aydının sadece sivilleşmeye değil, mebzul miktar adam olmaya da ihtiyacı var.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |