|
|
Artık sağır sultanın da duyduğu üzere, Maraton, Show TV'de... Bu durumda Lig TV ne yapacak? Kalan sağlar bizimdir deyip yola devam edecek. Tabii bir de TürkCell Süper Ligi maçlarının kırk açıdan çekilmiş bütün saha içi-saha dışı görüntüleri var. Lig TV reyting marifetinin bu görüntülerde olduğu iddiasında... Şansal-Erman konsorsiyumu da bunun aksini ispata çalışacak.
Bu ülkede enteresan şeyler olmaya başladı. Evet, televizyon aleminde nihayet birileri "Ayıptır kardeşim!" diyerek tavır ortaya koyuyor. Titreyip kendimize mi dönüyoruz ne! Digitürk Yönetim Kurulu Başkanı Ali İhsan Karacan, Lig TV'de yayınlanmakta olan Maraton programının canlı yayını sırasında Ümit Karan'a buraya almayı münasip görmediğim nahoş bir espri yapan Erman Toroğlu ile yollarını ayırıverdi. Kendisi, Toroğlu'nun "üslubu" ile ilgili uzun zamandır sıkıntılar yaşadıklarını ifade etmekten de geri kalmadı. Demek artık en azından bazı televizyon yönetimleri "üslup" konusunda hassasiyet göstermeye başladılar. Sadece üslubu uygunsuz diye reytingi gayet iyi olan "Maraton" gibi bir programa kıyabiliyorlar. Çünkü bu kararı alanlar programı yöneten Şansal Büyüka'nın da Toroğlu ile birlikte ayrılacağını tahmin ediyorlar. Nitekim durum da bu merkezde... Şansal-Erman konsorsiyumu Şansal bey, Erman beyi de üslubuyla birlikte yanına alarak anında Show TV'nin cümle kapısından içeri dalmakta gecikmiyor. Yani artık sağır sultanın da duyduğu üzere Maraton Show TV'de... Bu durumda Lig TV ne yapacak? Kalan sağlar bizimdir deyip yola devam edecek. Tabii bir de TürkCell Süper Ligi maçlarının kırk açıdan çekilmiş bütün saha içi-saha dışı görüntüleri var. Lig TV reyting marifetinin bu görüntülerde olduğu iddiasında... Şansal-Erman konsorsiyumu da bunun aksini ispata çalışacak. Reytinge abanmış bir Erman Toroğlu'nun Show TV'ye sezon başına kaç ceza, kaç kapatma getireceğini hep birlikte göreceğiz. Çünkü Lig TV'de en rahat reyting şartlarına sahipken bile Sayın Şansal Büyüka'nın Maraton performansının en az yarısı, Sayın Erman Toroğlu'nun kendine özgü haşin üslubuna anında müdahalelerle çeki düzen vermek, çizgiyi aşma ihtimali bulunan esprilerini Erman beyin iki dudağının arasından dünyaya intikal etmeden önce yakalayıp gargaraya getirmek çabası götürüyordu. Reyting tarladan toplanmıyor! Şimdi durum daha da kritik, reyting cepte sayılmaz, kazıya kazıya alıp Show TV'ye getirmek icap ediyor. Tamam, bu ikili Show TV'ye yabancı değil, kabul ediyorum ama herkes de kabul etsin ki reyting de tarladan toplanmıyor bu devirde! İlk üç beş program boyunca, belki de sezon boyunca kime ait olduğunu bilemediğimiz bir iç sesten mütemadiyen "Reyting topla Ermancığım!" şeklinde bir uyarı-komut alacak olan Toroğlu'nun kaç çuval ceviz kıracağı bugünden asla kestirilemez. Bu durum muhtemelen RTÜK'çülere de fazla mesai yaptıracak, bu nedenle de RTÜK'çülerin Maraton sempatisi haliyle çok sınırlı kalacaktır. Bu arada işin asıl mağduru olan, yani canlı yayında Erman Toroğlu'nun nahoş espri tacizinin hedefi olan Ümit Karan da son dakikada Maraton tarafındaki kaleye golünü atmış oluyor. Zaten maç yorgunluğu ve canlı yayın link azizlikleri nedeniyle espriyi de duymamış, anlamamıştı. Verilmiş sadakamız varmış. Yoksa kulaklarımız canlı yayında çok daha kötü şeyler işitebilir, fena halde kızarabilirdi. (G.Ö)
Değdi mi değmedi mi?
İnsanoğlu işte, merakının sonu yok... Ve bu merak bazen öyle haller alıyor ki insana "Bu kadarına da pes doğrusu.." dedirtiyor. İşte size bu ölçüsüz, gereksiz ve anlamsız merak konularından birisi. Hürriyet'te (7 Eylül) okuyoruz: "Şampanya kadehi dudağa değdi mi ?"(!) Merak bu ya, Hürriyet de bunu merak etmiş... Cumhurbaşkanı'nın Estonya Cumhurbaşkanı onuruna verdiği akşam yemeğinde su ve şampanya kadehlerini (benzer bir hikaye eskiden de anlatılmıştı galiba) karıştıran Başbakan acaba su niyetine şampanyadan bir yudum aldı mı? Gazete soruyor: "Erdoğan'ın konuşmalar sonrasında kaldırıp dudağına götürdüğü kadehte şampanya mı, yoksa elma suyu mu olduğu netlik kazanmadı."(!) Olmadı işte, bu işin de mutlaka "netlik kazanması" gerekmez mi? Gazete bu "netlik kazanma" işinde o derece iddialı ki, arabaşlığı bayağı iddialı seçmiş: "Muamma"(!) "Muamma" ki bu kadar olur... Erdoğan'ın "kadehi dudaklarına götürüp" (başka türlüsü mümkünmüş gibi!) aldığı yudum elma suyu mu yoksa şampanya mıydı? Bu türden "merakları" gidermek bize düşmez ama, habere eşlik eden fotoğraflardan hareketle önümüzdeki manzaranın "muammalık" bir yanı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şöyle ki: Fotoğrafta da açıkca görüldüğü gibi, konuk cumhurbaşkanının eşinin ve Başbakan'ın "çin çin" yapan kadehlerindeki içkiler birbirinden farklı... Farklı, çünkü Başbakan'ın kadehi gerçekten de elma suyu olması kuvvetle muhtemel bir içkiyle dolu, renginden belli. (Görüyorsunuz, nelerle uğraşıyoruz!) Ama hadi diyelim ki Başbakan, masaya servis yapan garsonların dalgınlığı ya da muzipliğinin bir sonucu olarak elma suyu diye dudağına götürdüğü kadehten yanlışlıkla bir yudum şampanya içti.. Olur ya insanlık hali, dünyanın sonu değil ya... Hürriyet'in haberi ve "merakı" hikayenin bu versiyonu gerçek olsa da yersiz ve anlamsız. Başbakan yanlışlıkla ağzına şampanya değdirdi ise ona ne? Yani öyle bir medya ki, içsen de içmesen de rahat bırakmıyor! Değdi mi değmedi mi? Merakın bu kadarı da fazla kaçmıyor mu? (K.B)
Erdal Güven bir ilke imza attı
Kaç gündür masamızda ve hakkında laf edilmeyi bekliyor. Kısmet bugüneymiş... Önümüzdeki Radikal gazetesi 28 Ağustos 2005 tarihini taşıyordu. Günlerden cuma idi. Sıcak dalgasının ülkeyi kasıp kavurduğu bir gündü... (Böyle bir dili tercih ettik, çünkü birazdan sizin de şahit olacağınız gibi "tarihi bir gün"den söz ediyoruz.) Erdal Güven'in "Satır araları" başlıklı yazısını okumaya başlamıştık. Güven, Türkiye-AB-Kıbrıs meselesine ilişkin Fransa çıkışlı açıklamaları değerlendiriyordu. Başbakan Villepin'in sözlerini nasıl değerlendirmeliydik; Chirac ne demek istiyordu? Güven bu iki açıklama arasındaki ince farkları yorumluyordu... Yazının ortalarına doğru şöyle bir cümle ile karşılaştık: "Elbette kapalı kapılar ardında yapılan hesapları kestiremeyiz. Ancak Fransa'nın, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ne göz kırptığı da ortada...." İnanılır gibi değil; Erdal Güven basbayağı Kıbrıs Cumhuriyeti diyor. Hem de bu ifadeyi tırnak içine filan almadan! Biraz sonra bir kere daha: "Her halükârda Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin takınacağı tutum belirleyeci olacak gibi görünüyor..." Evet yine Kıbrıs Cumhuruyeti! Siz ne düşünürsünüz bilemeyiz ama biz 28 Ağustos tarihini, Erdal Güven'in kaleminden, "Türk medyası"nda Kıbrıs Cumhuriyeti'nden doğrudan (olduğu gibi) söz edilen ilk gün olarak "özel günler" defterine kaydediyoruz... Güven'in Kıbrıs Cumhuriyeti'nden Kıbrıs Cumhuriyeti olarak söz etmesi tabii ki bilinçli bir tercihin sonucu. Hem de herkesin (yanlışımız varsa seve seve düzeltiriz) Kıbrıs Cumhuriyeti'nden "Kıbrıs Rum Kesimi" ve benzeri adlar takarak söz ettiği bir ülkede, yani Türkiye'de! Güven'i Kıbrıs Cumhuriyeti adını kullanmaya sevkeden nedenleri tabii ki bilmiyoruz. Ama bu seçimin Türkiye-AB ilişkilerinin bir sonucu olduğu muhakkak. Erdal Güven'in Kıbrıs Cumhuriyeti'nden adıyla söz etmesi bakalım medyada nasıl karşılanacak? Bu "ilk adım"ı başka adımlar izleyecek mi? Bakalım göreceğiz... Bu olayın medyamızın malum halleri çerçevesinde önemi çok büyük. Türkiye'nin dış politikası söz konusu olduğunda her zaman Türk Dışişleri'nin diliyle konuşmayı tercih etmiş, bu konuda (da) kendine özgü bir dil geliştirememiş olan "Türk medyası"nın (ve dış politika uzmanlarının) işi gerçekten zor... (K.B)
Adı üzerinde: 'Ekran polisi'(!)
Akşam'dan Burhan Ayeri, "Ekran Polisi" adlı köşesinde yazıyor: "Kimlere Hizmet Ediyoruz? / Durup dururken '6-7 Eylül Olayları' yeniden ısıtılıp, ekrana sürüldü. Hatta bir kısım yazılı medya da bu işe katkıda bulundu. TV-8'de Rıdvan Akar'ın hazırladığına dikkat ettik, diğerleri gibi yeni hiçbir şey yok. (...) Zamanlama dışında, bu kaşımalara neden gerek görüldü? Yeni unsur olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ne yararı oldu? Bazen şaşkına dönüyoruz. Bir İngiliz basınına bakın, bir de bizim medyamıza!"(!) "Merkez medya"da bir benzeriyle karşılaşmamız artık neredeyse mümkün olmayan bir "jimnastik". ("Fikir jimnastiği" diyecektik ama vazgeçip "jimnastik" demekle yetinmeyi uygun bulduk!) Merak etmeyin, bu "jimnastiği" uzun uzadıya gözden geçirip vaktinizi alacak değiliz. 6-7 Eylül olaylarının medyada bu yıl çok daha geniş yer bulmasının nedenlerinden birisinin bu "milli utanç" günlerinin 50. yıldönümünü idrak ediyor olmamız olduğunu tabii ki Ayeri de biliyor. Biliyor ama yine de soruyor. Ama Ayeri'nin bu yılki yayınlara ilişkin dile getirdiği "Ne yararı oldu?" sorusunu cevaplamadan geçmek de olmaz herhalde. O halde cevaplayalım: "Hiç değilse şu yararı oldu: Burhan Ayeri'nin bu meseleye ilişkin besleyip büyüttüğü fikirleri de böylece öğrenmiş olduk, hepsi bu kadar!" "Aman o yarar da eksik olsun!" diyorsanız, siz de haklısınız... (K.B)
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |