T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 ARALIK 2005 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 


Taha KIVANÇ


‘Saplantı’

Sizin de içinizden geçiyordur muhakkak; son zamanlarda bazılarının davranışları, zihnime, “Her şey onların istediği gibi gidiyor, daha ne istiyorlar, Allahlarından bulsunlar” düşüncesini üşüştürüyor... Onlar için yapılanlar ile onların yaptıklarını karşılaştırınca, “Kafalarını mı yedi bunlar?” diye düşünmeden edemiyorum...

Bunda şaşılacak bir nokta olmadığını anlamama yardım eden bir gerçek yüzüme dank ediverdi sonunda. Gözümü açan önceki akşam BBC-Prime kanalında izlediğim bir belgesel oldu. ‘Dünya Özürlüler Günü’ne denk getirilmiş ‘Horizon’ beni hayretten hayrete düşürdü. İnsanoğlu çok karmaşık bir yaratık gerçekten...

Greg ve Coleen birbirini tanımayan iki Amerikalı. İkisi de yüzüne bakılacak insanlar. Greg 50’li yaşlarında bir erkek, Coleen de 40 civarında bir kadın. Yaptıkları işte başarılı oldukları belli. Saplantıları istikametinde kıtalar arası seyahat ettiklerine göre, paraca da rahat olmaları gerekiyor. Konuşmalarını dinlerken aklı başında iki insanla karşı karşıya olduğunuz hissine kapılıyorsunuz...

Oysa hayatları tek bir ‘saplantı’ya odaklanmış durumda. Saplantılarından kurtulmak için doktorlara başvurmuş, uzun yıllar terapi seanslarına katılmış, ilâç da kullanmışlar. Saplantı geçmemiş. Şimdi yine doktor doktor dolaşıp saplantılarının gereğini yerine getirmeye çalışıyorlar...

Saplantıları ‘sakatlık’. Hayır ikisi de ‘özürlü’ değil: Greg yakışıklı bir olgun erkek, Coleen de topluca, ama yüzüne bakılacak durumda bir kadın... Her ikisinin de saplantısı ‘bacak’... Greg, nereden ve ne zaman saplantı haline getirdiğini hatırlamıyor (“Herhalde dört veya beş yaşlarımdam beri” diyor, sebebini bilemese de); Coleen ise, yine çocukluk günlerine gidiyor, “Kesinlikle söyleyebileceğim, bir ilkokul öğretmenimin bacağının plastik olduğunu öğrendiğimden beri” diyor.

Greg, “Sağ bacağım bende durdukça kendimi tam hissedemeyeceğim” düşüncesinde; bu sebeple bacağının kesilmesini istiyor... Coleen’in derdi her iki bacağı; “Ne yapıp yapıp iki bacağımdan da kurtulmalıyım” saplantısında. İkisi de bacaklarının dizüstünden kesilmesini istiyorlar; Coleen, “Dizüstünden, ama bayağı yukarıdan” diye tarif ediyor saplantısını...

Ülkelerindeki psikiyatristler ‘anlayışsız’ çıkmış, ‘anlayışlı’ İngiliz doktor bulmuşlar... Greg bu alanda şöhretli bir psikiyatriste görünmüş; doktor, “Biz karşı çıksak, saplantısı yüzünden kendini trenin altına atabilir, ya da canına kıyabilir, bu sebeple istediği yapılmalı” görüşünü yansıtan bir rapor vermiş... Coleen’in talebini o doktor geri çevirmiş, ama o da bir başka İngiliz psikiyatristten anlayış görmüş...

Bu kadar ‘olağan’ bir şeymiş gibi anlatıyorum, ama izlediğim belgeselde ‘hastalar’ ve ‘doktorlar’ kendi kimlikleriyle konuşurken dehşete kapıldığımı bilesiniz. Her şeyiyle ‘mükemmel’ yaratılmış bir insan, “Hayır ben eksikli olmalıyım, bir bacağım kesilsin” der mi? İki bacağının birden dizüstünden kopartılması arzusu peşinde, o doktor senin bu doktor benim dolaşır mı? Bacağı kesildikten sonraki hayatının provasını, tekerlekli sandalye üzerinde günlerini geçirerek, bugünden yapar mı?

Greg ve Coleen aynen böyle yapıyorlar... Her ikisi de, birbirinden habersiz olarak, program yapımcılarına, “Bacağım yerinde durdukça kendimi tam hissetmem ve mutlu olmam mümkün değil” diyor. Kemâl-i ciddiyetle.. Bu arada, programdan, İskoçya’daki bir hastane ve ünlü bir cerrahın benzer saplantılarını rapora bağlamış ‘hastaları’ ameliyatla ‘tam’ ve ‘mutlu’ hale getirdiklerini öğreniyoruz. “Ne yapayım” diyor doktor, “Bacağını düzgün bir ameliyatla ben almasam, o bunu dandik doktorlara yaptırıp hayatını tehlikeye sokabilir...”

İyi mi?

Program beni son günlerde bir türlü cevabını bulamadığım sorulardan kurtardı. ‘Saplantı’ diye bir hastalık var ve insanlar ‘saplantı’ yüzünden her türlü anormalliği yapabilecek karmaşıklıkta birer yaratık... Refahı artsa, eskisinden daha rahat bir hayat yaşasa, görüşlerini özgürce ifade edebilse, dışarıya gittiğinde itibar görse de, ‘saplantılı’ ise, bu durumu bir ‘eksiklik’ olarak görebiliyor insanoğlu... İnsan, düzgün giden ve kendisine sürekli kazandıran davranış tarzından mutlu olmayabiliyor; illâ bu güzel gidişi kendi eliyle sakatlayacak...

Gözümü açan, BBC’deki ‘Horizon’ programıyla Metin Münir’in “Türkiye ekonomik olarak hiç bu kadar iyi olmamıştı” yazısının aynı gün karşıma çıkması mıdır acaba? Yazıda, “İdeolojik saplantılar yüzünden, esasında çok olumlu bir gelişme olan özelleştirmeler ve yabancı sermaye girişleri bir felaket habercisi olarak pazarlanıyor” diyor Münir ve ‘en büyük tehlikeyi’ de şöyle özetliyor: “Şımarmak, laçkalaşmak, hanedanlaşmak, rüşveti doğal hak olarak kabul etmek, ekonomik büyümenin otomatik pilotta gidebileceği illüzyonuna kapılmaktır.”

‘Saplantı’ her anlamda çok kötü.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi