T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 2 ARALIK 2005 CUMA | ||
|
Polonya asıllı Fransız yönetmen Roman Polanski, sinema dünyasında kişilik olarak pek de matah kabul edilmeyen, en kestirme tâbiriyle "kafadan arızalı" biri. Kendisine antipati beslenmesine neden olan ahlâkî zaaflarıyla bir ömür boyu başı hep dertte oldu. 1977 yılında aktör dostu Jack Nicholson'un evinde reşit olmayan Amerikalı bir kıza sarkıntılık edip hüküm giydiğinden bu yana da ABD'ye seyahat edemiyor. Çünkü bu ülkeye girmeyi denediği anda, kesinleşmiş cezasını yatmak üzere tutuklanacak. O yüzden, 2003'de "Piyanist" ile kazandığı en iyi yönetmen Oscar'ı Akademi tarafından kargoyla Fransa'daki evine gönderilmişti. Buna karşılık, özel hayatında trajik bir harcanmışlığı yaşayan bütün çılgın sanatçılar gibi, onun heybesi de sözkonusu hayatın bir tür "bedel"i durumundaki nadide eserlerle dolu. 1962 tarihli ilk filmi "Sudaki Bıçak"tan itibaren hemen her yapıtında belirgin bir sinemasal sıçrama gerçekleştiren ünlü yönetmen, beyazperdeye bugüne dek "Çin Mahallesi", "Macbeth", "Rosemary'nin Bebeği" ve "Tess" gibi pekçok unutulmaz başyapıt armağan etti. Polanski, son üç yıl içinde ikinci defadır "yüzü fazlaca eskimiş konulara" girerek ciddi anlamda risk alıyor. Bunlardan ilki -beklendiği üzere- bütün önemli Oscarları silip süpürdüğü 2002 yapımı "Piyanist"ti. Eh bizim bu kurt yönetmene bu saatten sonra yol yordam öğretecek hâlimiz yok elbette, "Yahudi soykırımı" öykülerinin daha uzun yıllar para edeceğini (ve tabiî ödüller getireceğini) o da gayet iyi biliyor olmalı ki gözünü kırpmadan giriştiği bu yüksek bütçeli projeden tartışılmaz bir zaferle çıktı. Polanski şimdiki filminde ise daha riskli bir oyuna girişmiş ve İngiliz yazarı Charles Dickens'in dünya sinemacıları tarafından en sevilen romanına el atmış. Sinema tarihi kitaplarında yaptığım bir araştırmaya göre, klasik İngiliz edebiyatının kilometre taşlarından biri sayılan "Oliver Twist" daha önce tamı tamına yirmi kez beyaz perdeye uyarlanmış. Ki bunlar çoğunlukla Amerikalı ve İngilizlerin uyarlamaları. Yetim Oliver'in acıklı öyküsünü üçüncü dünya sinemacıları arasında sevenler de hiç az değil. Pekiyi, böylesine çok sayıda uyarlamaya sahip olan son derece bildik bir öyküden, bu saatten sonra özgün bir sonuç çıkar mı? Kısa ve öz söyleyelim: Polanski yaparsa çıkar ve de çıkmış. Çünkü, 1971 yılında benzer bir cüreti Shakespeare'in ünlü "Macbeth"i için de sergilemiş ve sonuç gözkamaştırıcı bir başarı olmuştu. Günümüzde pek çok sinemasever "Macbeth" denilince ilk olarak Polanski'nin filmini anımsar. 19. yüzyılın tekinsiz Londra'sının kasvetli atmosferini olanca inandırıcığıyla gözler önüne seren dekorlar, âdeta o dönemden günümüze taşınmışçasına gerçekçi duran kostümler (ki burada filmin kostüm ve yapım tasarımcıları Anna Sheppard ile Alan Starski'ye bir alkmış tutmak gerek) başta Oliver'i canlandıran Barney Clark olmak üzere hepsi de çok iyi yönetilmiş bir oyuncu ekibi ve tabiî insanoğlu varoldukça hiç eskimeyecek olan klasik bir yoksulluk öyküsüne çağdaş sinemanın teknik olanakları kullanılarak getirilmiş etkileyici bir yorum. Sözün burasında Ben Kingsley'i de anmadan geçmemek gerekiyor. Filmde makyajla öylesine farklılaştırılmış bir Kingsley görüyoruz ki, jenerikte adı yazmasa onu tanımak mümkün olmayacak. Buna karşılık, "Gandhi" ve "Schindler'in Listesi"ndeki rolleriyle belleklere kazınan usta oyuncu, bu filmde de hırpanî çete lideri Fagin makyajının altında yine harikalar yaratıyor. Kanımca, geçmişte ne kadar fazla sayıda uyarlaması olursa olsun, bundan böyle Oliver Twist'ten söz edildiğinde Polanski'nin yorumu da her daim ilk üçte kendisine yer bulacaktır. Çünkü usta bir sinemacının tuvalinde, en bildik öykülere bile kondurabileceği farklı renkler olabiliyor. Tıpkı 1987'de Stanley Kubrick bir Vietnam Savaşı öyküsü olan "Full Metal Jacket"i sinemaya uyarlamaya hazırlandığında "Kubrick usta onca yıllık inzivadan sonra bula bula turşusu çıkmış bu konuyu mu buldu" diyenlerin sonradan perdeye yansıyan film karşısında iki seksen uzandıkları gibi… Bilenlere zaten diyecek sözüm yok; onlar bu filmin hakkını teslim edeceklerdir. Ama "İngiliz edebiyatının (biraz daha elit bir dilde yazan) Kemalettin Tuğcu'su" olarak gördüğüm Dickens'in bu ölümsüz romanıyla ve bu arada Polanski'nin de etkileyici sinemasıyla henüz tanışmamış olanlar var ise "Oliver Twist" kaçırılmamalı. Hiç kuşkusuz ki haftanın en iyi filmi.
Çocuk gözüyle 'zalim dünya'
90'ların olay filmi "Trainspotting"in yönetmeni Danny Boyle'dan bu kez bütünüyle çocukların dünyasında geçen, "pazar sabahı Disney filmleri" tadında bir kaçıp kovalamaca öyküsü… Annelerini bir trafik kazasında kaybeden 7 yaşındaki Damian ve 9 yaşındaki Anthony, babaları ile birlikte yaşamaktadırlar. Bütün gününü hayâl âleminde ve o hayâllerinin ürünü din adamlarıyla konuşarak geçiren Damian, tren yoluna yakın bir yerde oynarken bir çanta dolusu para bulur. Damian paranın kendilerine Allah tarafından, insanlara iyilik yapmaları için gönderildiğine inanır. Küçük adam ve ağabeyi anlamını bile tam olarak da bilmedikleri "vergi sorunu" yüzünden buldukları çantayı polise bildirmezler; bunun yerine o para ile yoksullara yardım etmeye karar verirler. Ancak kısa süre içinde bazı "küçük sorunlar" başgösterir. Öncelikle, çantanın içindeki binlerce sterlin birkaç hafta içinde değerini yitirecektir, zira İngiltere para birimini değiştirip Euro'ya geçmek üzeredir. Ufaklıkların canını sıkacak bir başka sorun ise peşlerindeki kötü niyetli adamlardır. Çünkü çanta aslında banka soyguncularına aittir ve bu gözü dönmüş adamlar parayı her ne pahasına olursun olsun geri almaya kararlıdırlar. "Oliver Twist" ile birlikte, sinemadaki en illet işlerden biri olan "çocuk oyuncu yönetimi" konusunda çıtanın bir hayli üstüne çıkmış iki önemli örneği aynı hafta birarada görmek ilginç… "Trainspotting"in ardından "Shallow Grave" ve "The Beach" filmleriyle İngiliz sinemasındaki konumunu iyiden iyiye perçinleyen Boyle, Damian ve ağabeyi Anthony'nin öyküsünü anlatırken bir kez daha ne kadar yetenekli bir yönetmen olduğunu ortaya koyuyor. Film ülkemize epeyce gecikmeli olarak, dünya ülkelerindeki gösterimini hemen hemen tamamladıktan sonra geldi. Bu gecikme sayesinde de gösterildiği bütün ülkelerde özellikle genç izleyiciler tarafından ne kadar çok beğenildiğini öğrenme fırsatımız oldu. Çocuk ve gençlere zararlı olabilecek hemen her türlü unsurdan arındırılmış, baştan sona dek iyimserlikle bezeli öyküsüyle "Milyonlar", bu hafta sonunda özellikle okul yorgunu genç sinemaseverlerimiz için en güzel seçenek…
1991 yılında çekilen bir Hollywood filmi, Betty Mahmoudi adlı Amerikalı bir kadının -doğruluğu son derece tartışmalı- evlilik anılarını beyazperdeye aktarmaktaydı. Filmde, ABD'de yaşayan İranlı bir hekimle evlenen Mahmoudi'nin, tatil için eşi ve küçük kızıyla birlikte İran'a gidişi, böylelikle özgürlüğüne düşkün bir Amerikan vatandaşı olarak "cehennemden farksız bir dünyaya adım atışı" betimlenmekteydi. İran'daki İslâmî düzenden ve filmin sürekli olarak bununla ilişkilendirdiği insan hakları ihlâllerinden dolayı neye uğradığını şaşıran kahramanımız, kısa bir süre sonra -ata toprağına adım atar atmaz adetâ bir canavara dönüşen- eşiyle ayrılma noktasına geliyor, en sonunda da bir aile trajedisinin tam ortasında kalmış durumdaki kızını bu "korkunç ülke"den kurtarma çabasına girişiyordu. "İran'ın Geceyarısı Ekspresi" olarak bilinen ve Hollywood'un üçüncü dünya ülkelerine yönelik aşağılayıcı klişelerini tepe tepe kullanan bu ünlü filmin İran'da geçen bütün sahneleri aslında İsrail'de çekilmişti; çekim ekibinin ve yardımcı oyuncuların büyük bir bölümünü de İsrail film endüstrisinden gelen kişiler oluşturmaktaydı. Ayrıca, yine ilginç bir rastlantı eseri, ABD'li uyuşturucu kaçakçısı William Hayes'in Türkiye ve Türkleri aşağılayan ünlü "Geceyarısı Ekspresi" kitabının ortak yazarı olan ABD'li William Hoffer, aynı şekilde Betty Mahmoudi'nin otobiyografik kitabının da ortak yazarıydı. Anılan film de tıpkı öncülü durumundaki "Geceyarısı Ekspresi" gibi, çekilmesinin üzerinden uzun zaman geçmesine ve ticarî anlamda oldukça eskimesine karşın, günümüzde batı ülkelerinin televizyon kanallarında dikkat çekici bir sıklıkla yayımlanmaktadır. Bu provokatif filmin Türkçe adını, orijinal İngilizce adını, yönetmeninin ve baş kadın oyuncusunun adlarını 2001kubrick@e-kolay.net adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayar programının rasgele yapacağı bir seçimle, üç okurumuz, genç kuşak yönetmenlerimizden Nuri Bilge Ceylan'ın 2003 Cannes Film Festivali büyük ödülünü kazanan muhteşem filmi "Uzak"ın birer DVD'sini kazanacaktır. Kazanan okurlarımıza armağanlarını taahhütlü posta yoluyla ileteceğiz. O nedenle, cevaplarınıza adınızı, soyadınızı ve eksiksiz mektup adresinizi eklemeyi lütfen unutmayınız.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |