T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 ARALIK 2005 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Gökhan ÖZCAN

Aralık güneşi

Aralıklar genellikle karlı ve soğuk geçer. Bu yılın Aralık’ı günlerimize güneş getirdi. Muhtemel ki bu böyle devam etmeyecek, yine de güneşin altında yaşadığım çok boyutlu kamaşmayı seviyorum. Görüş menzilimin ufku daha bir açılıyor. Yaşadığım yerin ötelerini, tâ dağların yükseldiği uzaklıklara kadar görebiliyorum. Yeryüzünün uçsuz bucaksız genişliğine dair küçük bir fragman...

Kitaplar da, daha çok eski tarihli kitaplar, insanın iç dünyasına böyle güneşli genişlikler armağan edebiliyor. Belki kitaplar demek bile fazla, birkaç cümle, birkaç dize, birkaç gönül icadı söz... Hayatın ötelerine uzanan berrak manzaralar bırakıyorlar ruhumuza. Onların ışıltıları, ayağımızı insanlık toprağına basmaktaki ısrarımızı koyultuyor, kavileştiriyorlar.

Ne yapıyor kitaplar?

Hayatı hatırlatıyorlar. Parçalanmaya başlamadan önceki bütünlüğünü hayatın. Uçsuz bucaksız bir gökyüzünün altında, uçsuz bucaksız bir yeryüzünün üstünde yaşadığımız o uçsuz bucaksız hikayelerimizi. Nasıl da bir geçmiş zaman hissi uyandırıyor bu cümleler!.. Çünkü kendimizi ne kadar zorlarsak zorlayalım, bugüne benzemiyor. Bugün kimin uçsuz bucaksız bir hikayesi var ki!

Aralık güneşi sadece gözlerimi değil, galiba aklımı da kamaştırıyor. Acaba benim gibi hız özürlülerin duygusal son kullanma tarihleri mi geçti diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü görünüşe göre herkes hayatından memnun. Hayata eski model gözlerle bakan, eski model anlayan, eski model hisseden, bundan da zerre kadar rahatsızlık duymayan benim gibi istisnalar dışında herkes, yaptığından daha fazlasını yapmanın, içine battığı işlerin daha derinine dalmanın, meşguliyetler içinde daha fazla kaybolmanın aşkıyla yanıp tutuşuyor. Biz ayak diremekle ne yapmaya çalışıyoruz peki? Çaresizce hızını kesmeye çalıştığımız şey nedir?

Buna açık bir cevap vermenin bir işe yarayacağını zannetmiyorum. Kendi adıma sadece şunu hissettiğimi söylemekle yetineceğim: Kalan bütün gücümle avuçlarımı kapalı tutmaya çalışıyorum; bunu yapmazsam eğer, bana öyle geliyor ki her şey avuçlarımdan kayıp gidecek ve benden geriye hiçbir şey kalmayacak!

Rakamların, mesailerin, kitlesel tüketim ayinlerinin, çılgınca ruhları ele geçiren ihtirasların, zihinleri düğümleyen klişe yumaklarının esiri olmamak için huysuz cümlelerime sımsıkı sarılıyorum. Çünkü şimdiki zaman paçalarımı sarmış, büyük bir güçle beni içine çekmeye çalışıyor. Onun elindeki oyuncaklardan bazıları, canımın kontrolünü kaybettiğim yerlerinin hoşuna gitmeye başlıyor. Bunun için can havliyle sıkıyorum ellerimi. Biliyorum, avuçlarım çözülmedikçe hayattayım!

Kendimi koyvermemek, varlığımı akıntıya teslim etmemek için çok sebebim var. Hafızamı elimden alamadılar daha, yaşadığım bütün o güzel günleri hatırlıyorum. Hayatımın anlam tarihinin kaydını kalbimde saklıyorum. Bütün o eski güzelliklerin etrafımda şenlik ateşleri tutuşturması için bir küçük kıvılcım yetiyor.

Küçük bir kıvılcım...

Hiç beklemediğim bir zamanda penceremi usulca tıklatan Aralık güneşi gibi...

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi