T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Z A M A N D A   Y O L C U L U K 20 KASIM 2005 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Karikatür
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

ZAMANDA YOLCULUK
Ali Murat GÜVEN

Sahte Ramses'in izinde

BİLİMSEL CİDDİYETTEN UZAK BİR İDDİA: British Museum'da EA 32751 kod numarasıyla kayıtlı bulunan bu doğal mumyanın Firavun 2. Ramses ya da bir başka Mısır hükümdarı olması ihtimali, bilimsel ve tarihî gerçeklere göre "sıfır"…

1980'li yılların başından bu yana ülkemizeki bazı dinsel cemaatler tarafından "Hz. Musâ ile yandaşlarını takip ederken Kızıldeniz'de boğulan firavun" olarak lanse edilen, hattâ fotoğrafları Kur'an'ın konuyla ilgili âyetleri eşliğinde hediyelik kartpostallara dönüştürülen bu gizemli cesetin gerçekten "firavun" olma ihtimali var mı?

Yeni Şafak yazarı ve araştırmacı Ali Murat Güven, 80'li ve 90'lı yıllara damgasını vuran dinsel bir söylentinin daha içyüzünü din ve bilimin gerçekleri eşliğinde gün ışığına çıkarıyor. Güven, inanç alanındaki traji-komik söylentilerin en ünlüsü olan "firavun cesedi"nin ardındaki sırrı, Londra'daki dünyaca ünlü British Museum'da çözdü.

Bitsin artık bu çile, fakat…

"Tırışkadan mucizeler"in arka planını ortaya seren araştırma-haberlerimizin sayısı iki yılda yaklaşık bir düzineye varınca, medya sektöründen bazı meslektaşlar da bize "efsane avcısı" lâkabını yakıştırıverdiler. Oysa, sizi bütün kalbimle temin ederim ki, son yıllarda bu tür egzantrik konularda "bir bilen" konumuna sürüklenmiş olmak beni zerre kadar mutlu etmiyor. Çünkü böylesine kallavi bir unvanı, üzerine eğitim görüp bir ömür boyu emek verdiğim "sinema" alanında taşımayı daha çok tercih ederdim doğrusu. Neden derseniz, ben milyonlarca cumhuriyet çocuğu gibi "hamam böceğinin sindirim sistemi"nin, "tripanasoma gambiense", "plazmodyum malaria" ve "terliksi hayvan"ın ayrıntılı biyolojik yapısının öğrencilere bayıltırcasına anlatıldığı, ama "besmele cümlesi"ni orijinali şekliyle yazmayı öğrenmenin ise hayâl olduğu bir klasik lise mezunuyum. Yıllar önce imam-hatipli bir arkadaşın yarım yamalak adımı yazmayı öğretmesi dışında da tek kelime Arapça okuma ve yazma bilgim yok!

Bunun dışında, yükseköğrenim gördüğüm alan da ilâhiyat değil. En ciddi dînî bilgilerimi okul dönemi sonrasındaki gazetecilik yaşamımda, merak ya da görev adına okuduğum İslâm klasiklerinden edindim. Pederde de -Allah rahmet etsin- bir baba olarak bu yöndeki kaygılar maşaallah sular seller gibiydi; o da bize takip edeceğimiz yol adına doğru düzgün birşeyler öğret(e)meden bu dünyadan göçüp gitti. Çünkü babası da ona hiçbirşey öğretmemişti!

Kısacası, kişisel vaziyet aynen böyle… Buna karşılık, "dinsel efsaneler" (hattâ bu efsane lafı bile işi kibarlaştırmaya yarıyor, düpedüz "dinsel yalanlar" bunlar!) gündeme her geldiğinde adlarının önünde bir sürü havalı sıfat bulunan yerli ve yabancı ulema takımı dut yemiş bülbül gibi sustukça, pek nadiren konuştuklarında da gündemdeki olaya akılcı bir yorum getiremedikleri sürece, galiba bu görev benim gibi "ilâhiyat cahili bir bilen"lerin eline kalmaya devam edecek. Diğer bütün o "ağır abiler"in din adına çözecek daha bir sürü mühim meseleleri var çünkü!

Ha, eğer ki bana "Bugünkü ilmî kadroyu oluşturan beynelmilel zevattan bir numara olur mu?" diye sorarsanız, dürüstçesi, o konuda da pek fazla umudum yok. Çünkü, bu fakirin kent efsanelerine attığı en acı gollerden biri olan "internet cini" fotoğrafı için vaktiyle sözkonusu âlimler topluluğunun en mümtaz mensuplarından biri Arap medyasına yaptığı yorumda "yüzde yüz gerçek" diye fetva vermişti. Ben de sonradan kendisine o "yüzde yüz gerçek" cinin ayağını Bristol'daki mağarada sıkı sıkıya kavramış vaziyetteki bir fotoğrafımı postaladım!

Hayatını "filan meşhur kitaptaki falan paragrafın tercümesinin şu bölümünde 've' mi olmalı yoksa 'veyahut' mu" tartışmalarına harcayanların ve böylelikle de çağdaş dünyanın gerçeklerinden bihaber kalanların, kitlelerin beynini dumura uğratmayı amaçlayan bu tür tekno-asparagaslar karşısında doyurucu açıklamalar üretmesi beklenemez elbette. Onlar için zaman zaman -bu gibi traji-komik vak'aları yerle yeksan etmeyi kendisine görev edinmiş- bazı "deliler"e ihtiyaç olabiliyor. Evet, pekçok aklı başında Müslüman gibi ben de artık bu çilenin bitmesini ve imanını bu türden ikinci sınıf bilim-kurgusal fantazilerin üzerine inşâ etmeye kalkışanların aklını başına devşirmelerini can-ı gönülden istiyorum; ama -özellikle internet yaygınlaştığından bu yana- bir efsaneyi çürüğe çıkartıyoruz, ardından hemen bir yenisi geliyor. Galiba en azından bir süre daha böyle masallarla bizzat uğraşmamız gerekecek.

İki buçuk yıl önce yer darlığından dolayı istemeye istemeye sonlandırdığımız "Zamanda Yolculuk" sayfası, bu pazar çok ünlü bir dinsel yalanın daha kent efsaneleri çöplüğüne gönderildiği sağlam bir araştırma-haber ile yeniden başlıyor. Bu arada, sakın ola benden her hafta bu türden kuyruklu bir yalanı ifşâ etmemi falan beklemeyin; çünkü böyle alengirli olayların kanıtlarına ve tanıklarına ulaşmak kimi zaman haftalarca, kimi zaman da aylarca zamanımı alıyor. Dahası, bazen yurt dışına çıkış için uygun bir zaman dilimi kollamam da gerekebiliyor. O yüzden, yeni sayfamızın konsepti yalnızca bu tür araştırmalarla sınırlı olmayacak. Kimi zaman, yukarıda anılan türden "acıtıcı olaylar"a da değineceğiz ama, genel istikametimiz yakın ve uzak geçmişin derinliklerinden -geniş kitlelerce çok az bilinen ya da biliniyor olsa da yanlış bilinen- ilginç olayların arka planını günışığına çıkartmak olacak.

Hepinize tarihin zaman tünelinde keyifli yolculuklar diliyorum…

* * *

Yıllardır piyasada dolaşıp duran o cehalet abidesi kartpostalı bir süre önce dinî yayınlar satan bir kitabevinde yeniden görünce, tek kelimeyle cinlerim tepeme çıktı. 1980'lerde, dönemin sansasyona pek meraklı dergilerinden Zafer'in ortaya attığı, sonradan camiada dalga dalga yayılıp ite kaka "gerçeğe" dönüş(türül)en dinsel efsanelerin en iç bayıcılarından biriydi bu. Gerçi ne tarih biliminin, ne arkeolojinin, ne de bizatihi dinin yaptığı hiçbir açıklamaya uymuyordu, ama olsun! Salla bir masalı piyasaya, genç insanlar korkup hemen iman sahibi olsunlar, ardından da namaza niyaza başlasınlar! Anlattığın şeyler aslında yalanmış dolanmış, din düşmanı mihraklar bir gün foyanı meydana çıkarırmış, samimi Müslümanlar bunun utancı altında ezilirmiş, kimin umurunda!

Fotoğrafın ilk ortaya çıkışı

Konuya yabancı olanlar ya da aslında bilip de sonradan unutanlar var ise hemen açıklayayım: Yüzyılı aşkın bir süredir Londra'daki British Museum'da korunan şu ünlü "bozulmamış ceset"ten söz ediyorum. Hani şu, Kur'an-ı Kerim'deki Yunus Sûresi 90-92. âyetlerin kanıtı olduğu ileri sürülen, ama gerçekte firavunlukla hiçbir ilgisi olmayan, bundan yaklaşık beş bin yıl önce Yukarı Mısır'da yaşamış zavallı bir köylünün mumyasından…

Sözkonusu cesedi, "firavun" lansmanıyla ilk kez 1980'lerin sonlarına doğru tanıma şerefine nail oldum. Zafer Dergisi'nde yayımlanan malûm fotoğraf ve ondan çoğaltılma kimi dergi haberleri o sıralarda İslâmî kesimde elden ele dolaşıyordu. Günümüzle kıyas kabul etmeyecek düzeydeki o günkü kıt arkeoloji ve tarih bilgimle bile, fotoğrafı görür görmez "Bu işte bir terslik var" demiştim, "Yüce Allah, Yunus Sûresi 90-92 âyetlerinde inançsız Firavun'un cesedini ibret için yüksekçe bir yere atacağını buyuruyor. Oysa, bu cesedin müzede durduğu yer, tipik bir mezar formunda. Eğer bu tesadüfî bir arkelojik buluntu ise çevresindeki bütün bu ıvır zıvırlar, basit toprak kap-kacaklar nedir? Onu düzenli bir mezarda değil de rasgele bir noktada bulmaları gerekmez miydi? Ayrıca, Allah firavunu bir ibret vesilesi olarak koruyacağını söylüyor, ama bu ceset ise en az yüzde 50 oranında çürümüş durumda. 'Bir miktar korunmuş olmak' demek, 'mükemmelen korunmuş olmak'la aynı anlama gelmez. En azından bir 'Allah sözü' olarak aynı anlama gelmez. Ne yani, o hâlde Allah'ın Firavun'u kusursuz biçimde muhafaza etmeye gücü yetmedi de ceset zamanla çürümeye mi başladı?"

Fakat ben ne düşünürsem düşüneyim nafileydi. Genç dindarlar, ellerinde -kimbilir kim tarafından- British Museum'da çekilmiş olan o eski püskü fotoğrafla çevrelerindeki "imansızlara" tebliğ yapmaya çoktan başlamışlardı bile. Ve fotoğrafın popülaritesi 1990'lı yıllar boyunca katlanarak arttı.

Mumyayı ilk görüşüm

"MUCİZE"YE (!) EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜNLÜ MÜZE: Türkiye'de ve İslâm dünyasında gayrıciddi söylentilere yol açan doğal mumya, 1900 yılından bu yana Londra'daki ünlü British Museum'da teşhir ediliyor.

Yazılı basında geçirdiğim uzun çalışma yıllarından sonra Allah nasip etti ve 1990'ların ortalarında belgesel film yapımcısı oldum. Bu dönemde birçok ülkeyle birlikte yolum birkaç kez İngiltere'ye de düştü. 1997 yılında British Museum'da çekim yaparken, yıllardır kafamı kurcalayan ünlü mumyayı da dünya gözüyle görüp inceleme fırsatım doğacaktı.

Müze'nin Eski Mısır Eserleri bölümüne geçip "firavun"un teşhir edildiği noktayı bulduğumda, ilk izlenimim derin bir hayâl kırıklığı oldu. Adamımız, piyasada yıllarca dolaşan soluk fotoğrafında göründüğünden çok daha perişan bir hâldeydi. Öyle ki üç kıtada belgesel filmler çekerken farklı kültürlere ait sayısız insan kalıntısı görmüş biri olarak, Peru'nun ünlü Nazca ovasında düzinelercesini yakından incelediğim, hem de bin yılı aşkın süredir açık arazide duran mumyalardan bile daha fazla yıpranmış olduğunu söyleyebilirim. O tarihte British Museum yetkilileriyle ayaküstü yapmış olduğum sohbette kendilerine malûm cesetle ilgili söylentileri anlattığımda, gülerek bana şu karşılığı vermişlerdi: "Müze envanterimizde bunlardan en az on-on beş tane daha kayıtlı. Hepsi de aynı bölgede ve İngiliz arkeologlarca bulunmuş doğal mumyalar. Ne yani, bunların hepsi mi firavun, hepsi mi dinsel mucize? Eğer bu adam kutsal kitaplarda anlatılan firavun olsaydı, onu zaten Müslümanlardan önce Musevîler kutsal bir ziyaretgâh noktası ilan ederlerdi!"

BU DA PERU-NAZCA MUCİZESİ (!): Ali Murat Güven, Latin Amerika ülkelerinden Peru'nun yıl boyunca hemen hiç yağış yüzü görmeyen Nazca bölgesinde, aşırı kuru iklimin yardımıyla oluşan doğal İnka mumyalarından birinin yanında… Uzun süredir açık havada durmalarına karşın, buradaki mumyaların pekçoğunun saçları ve dokularının önemli bir bölümü sıcak nedeniyle korunmuş durumda…

Doğrusunu söylemek gerekirse, o gün orada bütün hayatını arkeolojiye ve eski Mısır uygarlığına adamış uzmanlarla bu acıklı iddia üzerine daha derin bir muhabbete girip, bir Türk televizyoncusu olarak kendimi iyice madara etmek istemedim. Eğer o tarihte bu fırsatı değerlendirip dinsel duyguları coşturan bir haber yazsaydım, yanına da müzede o mumyayla yan yana çekilmiş, parmağımla zât-ı muhteremi işaret eden bir fotoğrafımı ekleseydim, nihayet ülkeye döndüğümde de bunu bizim manipülasyon yapmaya meyyal gazetelerimizden ya da dergilerimizden birine yayınlanması için verseydim, eminim ki bir sürü dindar insana "Destur ya Rab!" çektirir; dinibütün teyzeleri amcaları evlerinde gazete okurken hüngür hüngür ağlatırdım. Ama böyle bir ucuzluğa asla tenezzül etmedim ve tecrübemi kendime saklamak üzere o gün İngiliz yetkililere verdikleri bilgiler için teşekkür ettim. Sonra da (her nasıl bir ilâhi koruma altındaysa) yarı yarıya çürümüş durumdaki firavunumuza veda ederek müzenin diğer bölümlerindeki çekimlerimle uğraştım.

Efsane iyice zıvanadan çıkıyor

GERÇEK RAMSES KAHİRE'DE: 1881 yılında Mısır'daki Krallar Vadisi'nde bulunan ve o tarihten beri de Kahire Müzesi'nde sergilenmekte olan gerçek 2. Ramses mumyası…

Ama tabiî, aklıselim birileri bu palavraya bilimsel bir ciddiyetle yaklaşıp dur demediği sürece, bizim efsane de ülke çapında yayıldıkça yayıldı. Hem de bir süre sonra işin içine "2. Ramses" iddiası karıştırılarak! Birkaç yıl önce bunu ilk duyduğumda, "Allah'ım, işte şimdi tam cıvıttılar" dedim. Çünkü, Kur'an'da Hz. Musâ'yı takip ederken Kızıldeniz'de sular altında kalıp boğulan kişinin 2. Ramses olabileceğine ilişkin hiçbir ipucu yoktu. Firavun, Kur'an açısından bakıldığında, daha ziyade soyut bir kişilikti, Mısır'daki tanrıtanımazlığı ve despotizmi simgeliyordu, Bu nedenle, Kur'an'daki kişi pekâlâ Hz. Musâ ve Hz. Harun'un dönemlerine denk düşen herhangi bir firavun olabilirdi, ama kesinlikle 2. Ramses değil! Çünkü 2. Ramses, Hititlere karşı giriştiği Kadeş Savaşı gibi askeri ve siyasî eylemlerinden dolayı tarihçilerce son derece iyi tanınan, Hz. Musâ ve Hz. Harun ile kesinlikle dönemdaş olmayan, hayatının başı ve sonu yeterince bilinen, onlardan daha uzak ya da daha yakın döneme ait bir firavundur. En önemlisi de bu hükümdarın mumyası 1881'de Krallar Vadisi'ndeki özel mezarında bulunmuş olup, günümüzde Kahire'deki Mısır Müzesi'nde turistlere on dolar karşılığında teşhir edilmektedir. Ve bu satırların yazarı 1999 yılı Eylül ayında onu da yakından incelemiştir (Sayfada 2. Ramses'in mumyasının da bir fotoğrafını görebilirsiniz.).

Hâl böyleyken, anlı şanlı din âlimlerimizin kamuoyuna dinsel ve bilimsel açıdan doyurucu bir açıklama yapmamalarının sonucunda, British Museum'daki cesede ilişkin bu acaip iddia günümüze kadar ulaştı; hattâ müminler arası bayramlaşmalarda kullanılan bir de "tebrik kartı"na dönüştü.

O kartı kitabevinde gördüğümde "Artık yeter" dedim kendi kendime. Ve bundan yaklaşık üç hafta önce Londra'daki British Museum'u aradım. Kendimi tanıtarak mumyanın bilimsel sorumlusu olan kişiyle görüşmek istediğimi bildirdim. Beni İngiltere'nin yetiştirdiği en büyük arkeologlardan biri olan, Eski Mısır uzmanı Derek A. Welsby ile görüştürdüler. Eğer boş bir zamanınızda bu kişinin adını internette sorgularsanız, Eski Mısır konusunda ne düzeyde biriyle temas ettiğimi çok daha iyi anlayabilirsiniz.

Telefonda beni büyük bir ilgiyle dinleyen Bay Welsby, sorularımı yazılı olarak alıp yazılı olarak yanıtlamak istediğini belirtti. Bunun üzerine ben de konuya ilişkin sorularımı hazırlayıp kendisine gönderdim. Bu ünlü arkeologdan gelen cevabı yan sütunlarda bulabilirsiniz.

En büyük mucize biziz!

Bundan yaklaşık iki yıl önce dünya sinemalarında Jim Carrey'nin bir komedi filmi gösterime girmişti: "Bruce Almighty" (Kutsal Bruce)… "Allah"ın ünlü siyahi aktör Morgan Freeman tarafından tasvir edilmesinden dolayı İslâm dünyasında büyük tepki toplayan, bizde de sınırlı gösterimi gündeme gelen ve benim de hakkında eleştirel bir haber yaptığım tartışmalı bir filmdi bu. "Bruce Almighty", yaratıcıyı bir fâninin üzerinden tasvir etmeye kalkışmasıyla çok ciddi bir etik hata yapmaktaydı; ama zaman zaman Freeman'ın ağzından sağlıklı bir dinsel inancın nasıl temellendirilmesi gerektiğine ilişkin kimi anlamlı mesajlar da vermiyor değildi. İşte, ben de yazımı onlardan biriyle bitirmek istiyorum:

"Musa Peygamber'in Kızıldenizi'i yarması bir mucizeydi. Ama ondan daha büyük bir mucize ise evini geçindirebilmek için iki ayrı işte birden çalışan yoksul bir annenin, onca derdin arasında fırsat bulup da küçük oğlunu futbol kursuna götürmesidir."

Sözün özü, Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak için mucizelere ihtiyacımız yok. Çünkü, görebilen gözler için insanın bizatihi kendisi, ruhu ve bedeniyle zaten en büyük mucizedir.

Arkeolog Derek A. Welsby (British Museum Eski Mısır Eserleri Bölümü Yetkilisi):
'Firavun olduğuna dair hiçbir kanıt yok'

Dünyadaki diğer bütün büyük müzelerde olduğu gibi, uluslararası üne sahip British Museum'da da her eser o alanda uzmanlaşmış küratörlere (sergi düzenleyicisi) zimmetlenmiş durumda. Saygın İngiliz arkeologlarından Derek A. Welsby de müze envanterinde EA 32751 kod numarasıyla kayıtlı bulunan bu mumyanın "bilimsel ve idarî hâmisi" konumundaki kişi…

Bu tartışmalı buluntuya ilişkin olarak Welsby'den aşağıdaki bilgileri aldım:

"Bana son derece ilginç bir başvuruyla geldiniz. Sizi ve değerli okurlarınızı doyurucu bir biçimde aydınlatmak için elimden geleni yapacağım. Sözünü ettiğiniz 'firavun' iddiasını daha önce de bir kez duymuştum. Ama, bilimsel açıdan ciddiye alınacak bir husus olmadığı için pek de üzerinde durmadım.

Bu ceset, bizim 'doğal mumya' dediğimiz türden bir arkeolojik buluntudur. Yani, bozulmaması için eski Mısırlı uzmanlar tarafından derisine ve deri altı bölümlerine herhangi bir kimyasal madde sürülmemiştir. Bütün iç organları -kurumakla birlikte- yerli yerindedir. Ancak bu durum onun bir 'mucize' olduğunu kanıtlamaz. Çünkü, gerek bizim müzemizde, gerekse dünyanın diğer pekçok müzesinde bunun gibi daha yüzlerce 'doğal mumya' mevcuttur. Doğal mumyalar, iklim koşullarının uygun olduğu her bölgede kolayca oluşabilirler. Yeni ölmüş biri kuru çöl kumlarında açılan bir mezara uzatılır ve üzeri zaman yitirilmeksizin yine aynı kuru kum ya da toprakla sıkı sıkıya kapatılır. Böylelikle vücuttaki sıvılar yüksek sıcaklıkta kısa süre içinde buharlaşır ve ceset bir tür fosile dönüşür. Benzer görünümlü doğal mumyalara Mısır'ın daha birçok çöllük bölgesinde ve Peru'nun Nazca ovasında da rastlayabilirsiniz.

Elimdeki resmî kayıtlara göre, Geç Hanedan Öncesi Dönem'e ait olan (M.Ö. 3500-3250 arası) bu ceset, Yukarı Mısır'daki Cebeleyn kasabasında yapılan resmî bir kazıda bulunmuştur. Öncelikle, kazı mahallinin Kızıldeniz'e olan aşırı uzaklığı -ki bu mesafe ortalama 300 km.'dir- bana aktardığınız iddiayı coğrafî açıdan geçersiz kılıyor.

Öte yandan, aynı kazı sırasında, mezarda cesedin ayrıcalıklı kimliğini ele verecek hiçbir özel takı, giyisi ya da işarete de rastlanmamış. Eski Mısırlılar sevdiklerini gündelik hayatta kullandıkları eşyalarla gömmeyi âdet edinmişlerdi. Altından yapılma gündelik eşya ve mücevherat, bu kültürde bütün asillerin mezarlarında mutlak surette karşılaşacağınız çok önemli sınıfsal göstergelerdir. Bizdeki mumyanın çevresinde gördüğünüz kap-kacak, onun bulunduğu mezardan çıkan orijinal eşyalarıdır. Bunlar ise gayet sıradan, o çağda avamın kullandığı türden toprak malzemelerdir. Eğer ki bu kişi kutsal metinlerde sözü edilen 'lanetlenmiş firavun' ise o halde içi ve çevresi başka insanlarca düzenlenip süslenmiş olan nizamî bir mezarda bulunmasının hiçbir mantığı yok; gelişigüzel bir biçimde bulunması daha akla ve mantığa yatkın olurdu.

Sözkonusu iddia, cesedin kimliği konusunda daha başka tutarsızlıklar da içeriyor. Bu kişinin 2. Ramses olduğunu ileri sürmek, tarihsel gerçeklerle tam anlamıyla alay etmek demek. Çünkü, Ramses 2'nin mumyalanmış bedeni Mısır'ın Krallar Vadisi'ndeki özel mezarından zaten yıllar önce bilim adamları eliyle çıkarılmıştı ve şu anda da Kahire Müzesi'nde koruma altında bulunuyor.

Bütün bu gerekçelerin ışığında, gerçekliğini araştırdığınız iddianın hiçbir tarihî ya da bilimsel geçerliliği ve tutarlılığı bulunmadığını bilmenizi isterim. Böyle bir iddiayı destekleyecek en küçük bir bulguya sahip olsaydık, bu mumyayı müzemiz galerilerinde şu anki konumunda değil zaten, çok daha farklı ve görkemli koşullarda sergilerdik."

  Zamanda Yolculuk diğer bölümler
  • 'Efsane cin' enselendi

  • Medya tarihinin ilk 'yalan haber'i

  • Vahşetin filme aktarıldığı o an

  • Kimya tarihinin en trajik hatası

  • Dracula'nın İstanbul'a gömülen başı

  • Montezuma'nın bedduası

  • Kur'an-ı Kerim Ay'a nasıl gitti?

  • Dünyanın en iyi korunan 'taşları'

  • 'Efsane otomobil'e dokunmak

  • Ölümün en soğuk yüzü

  • Limitiniz doldu Bay Karun!

  • Tarihi tersyüz eden duvar resimleri

  • Osmanlı, "Zapata'nın ülkesi"ni bile...

  • Geri dön   Yazdır   Yukarı


    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi