T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 1 ARALIK 2005 PERŞEMBE | ||
|
Sekülerlik her şeyi bölüyor, parçalıyor ve çatışmacı bir dünya kuruyor: İnsanın Tanrı'yla, bedenin ruhla, bu dünyanın öte dünyayla irtibatını koparıyor. Sonuç ortada: Küresel ölçekte kaos, felaket, haksızlıklar ve çatışmalar.
LAİKLERLE İSLAMCILAR ARASINDA UZLAŞMA ARAYIŞI:
Erdemliler İttifakı, bütün mazlumların haklarının korunmasını sağlayan, ideolojileri aşan bir karaktere sahip, yüzde yüz "sivil" tarihî bir girişimdi
Mevcut durum, laiklikle İslâm arasındaki kamplaşmanın, millî bütünlüğün önündeki en önemli engellerden biri olduğunu gösteriyor. Oysa içinden geçtiğimiz kritik tarihî süreç, kişisel ve grupsal hesapların bir kenara bırakılması ve bu tehlikeli çatlağın derhal tamir edilmesi gerektiği gerçeğini dayatıyor hepimize. Bunu, yarın değil, hemen şimdi yapamazsak, faturası ve vebali çok büyük olur bunun. İslâmcılarla laikler arasında yeni bir Hılfu'l- Füdul yani Erdemliler İttifakı öneriyorum. İki taraf arasında, mevcut durumun teşhisi konusunda bir ihtilaf yok; tedavi yöntemlerine ilişkin verilen cevaplarda ihtilaf var. Önce tarihteki Erdemliler İttifakı'nın kısa bir hikâyesini anlatalım: Miladî 6. yy. son yıllarında Mekke'ye Yemenli bir tüccar gelir. Mallarını Mekke'de, Beni Sehm kabilesinden bir adama verir. Ancak malı alan adam, Yemenli tüccarın zayıf durumunu ve kimsesizliğini fırsat bilip vermesi gereken borcunu uzattıkça uzatır. Yemenli, zor durumda kalır ve Mekke'nin erdemlilerine kendisine yardım etmeleri çağrısında bulunur. Mekke eşrafından bir grup Yemenli tüccarın çağrısına olumlu cevap verir ve bir dizi toplantıdan sonra Erdemliler İttifakı'nı imzalar: Artık Mekkeli olsun ya da olmasın, mazlumların haklarının korunması için müşterek hareket etme ve çalışma kararı alınır. İşte, Erdemliler İttifakı böyle hayata geçirilmiştir. Daha sonra bu ittifakı, Muhammed bin Ömer bin Hattab "O âna kadar gerçekleştirilmiş en onurlu ittifak" olarak gördüğünü söylecektir. Bu sözüyle aslında, daha önce gerçekleştirilen iki ittifaka, "Ahlâklılar İttifakı" ile "İyiler İttifakı"na göndermede bulunmaktaydı. Bu ittifakın gerçekleştirilmesinde bilfiil rol alan Peygamber Efendimiz ise, "Erdemliler İttifakı"nı şu sözleriyle kutlayacaktır: "Amcalarımla birlikte Abdullah bin Cedan'ın evinde bir ittifaka şahit oldum. Şayet İslâm geldiği dönemde de böyle bir ittifaka çağırılsaydım, mutlaka icabet ederdim".
İTTİFAKA NİÇİN İHTİYAÇ VAR?
Böyle bir ittifaka şimdi acilen ihtiyacımız var; çünkü bu ittifak, bir tarih ve medeniyet sıçramasını ifade ediyor. Çünkü, söz konusu topluluğu, zayıfların hukukunu ve insan haklarını koruyan ilk topluluk haline getiriyordu. Çünkü, toplumda onurlu duruşlarıyla kendilerine yer edinmiş kimselerin yüzde yüz "sivil" bir girişimiydi. Çünkü, Mekkeli olsun olmasın, bütün mazlumların zaferini simgeliyordu. Çünkü oradaki gayenin asilliği, sözkonusu girişimi başlatanların önemli bir kısmının, putperest olmasına rağmen, ideolojileri aşan bir karaktere sahip olmasını beraberinde getiriyordu; öyle ki, İslâm Peygamberi böyle bir ittifakı kutluyordu. Bu ilkeler, toplumlarının başarıya ve zafere ulaşmasını gaye edinen erdemli seçkinler tarafından örnek alınmıştı; inanç ve fikir farklılıklarına rağmen bu asil gaye çerçevesinde birleşmelerini sağlıyordu; ki bu da, şu ân en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden biridir.
TEHLİKELİ KAMPLAŞMA
Bir süre önce, ülkedeki bütün hareketlerin temsilcilerinin içinde bulunduğu; önceliklerin, taleplerin ve hedeflerin belirleneceği ve alınan kararların onaylanması için bir kongre düzenlenmesi ve yol haritası çıkarılması çağrısında bulunmuştum. Ancak görünen o ki bu iş, hiç de kolay bir iş değil. Bunun en önemli nedenlerinden biri, laiklerle İslâmî guruplar arasındaki derin kamplaşmadır. Bu kamplaşma, ülkenin en güçlü siyasî ve fikrî hareketi olmasına rağmen, İslâmî hareketin siyasetten dışlanmasına kadar vardırılabilmiş, ülkenin geleceği açısından tehlikeli bir kamplaşmadır. Oysa, İslâmî hareketin siyasal faaliyetlerden uzaklaştırılması, mevcut konjonktürde ülkenin gücünü zayıflatıyor. Bu durumda kaybeden İslâmî hareket değil, millî çıkarlar oluyor. Her vatansever insanın sorması gereken soru şu: "İşler bu noktaya nasıl geldi? İki tarafın onurlu insanları arasında karşılıklı anlayışın sağlanacağı müşterek bir zemin bulunamaz mı?" İşimiz ne imkânsız, ne de çok kolay. Şüphesiz taraflar arasında temel anlayış, referanslar ve nihai amaçlar açısından ciddi anlaşmazlıklar var. Ancak kim bu sorunların şu an hemen giderilmesini bekleyebilir ki? Ülke, dış dayatmalar, totalitarizm, yolsuzluk, cehalet, yoksulluk, işsizlik gibi büyük sorunlarla enerji ve kan kaybederken, seçkinlerin kalkıp da temel anlayış, referanslar ve nihai amaçları ısrarla gündeme getirerek yapay çatışma alanları oluşturmaları tuhaf değil mi?
FİKRİ KUTUPLAŞMA Bu hayatî mesele, Laiklerle İslâmcılar Arasında Diyalog başlıklı ses getiren önemli eserinde Başbakan Danışmanı Tarık El Beşeri'nin enine boyuna tartıştığı, dikkate değer öneriler getirdiği bir meseledir. Beşeri, İslâmcılarla laikler arasındaki çatışmanın fikrî kutuplaşmaya doğru gittiğini ifade ediyor. Oysa daha önceki dönemlerde kutuplaşma, daha çok siyasi ya da ekonomik alanlarda yoğunlaşıyordu. Bu, şu anlama geliyor: Geçmişte siyasî ayrışma, ana hedefi ulusal bağımsızlık olan millî güçlerin temel düşman olarak belirlediği işgalciler, emperyalist güçler ya da onların yerel uzantılarına karşı güç birliğine gitmelerini beraberinde getiriyordu. Ancak son yarım asırda, siyasî bağımlılık, dış borçlar, iktisadi kalkınma gibi büyük sorunlar halledilmemişken, İslâm şeriatı ya da dinî hayat tartışmaya açılıyor ve buradan yapay kamplar zuhur ediyor. Beşeri'nin eserinde iki taraf arasındaki fikrî savaşlara ayrılmış nefis bir bölüm var. Yazar burada, fikrî çatışmaların, uzlaşmayı imkânsız hâle getirdiğini, her iki tarafın da müşterek bir zeminde yürüme fırsatlarını nasıl teptiklerini anlatıyor. Bu tutum, beraberinde, her iki tarafın da birbirinin içsel mantığını ya da vakıayı değerlendirme perspektifini, fikrî önceliklerinin neler olduğunu anlamaya çalışmayan, muhatabının düşüncesinin iç bağlamını anlama çabasını önemsememeyi getiriyor. Beşerî'ye kulak kabartalım biraz: "Taraflar, çabalarını, yakınlaşma ya da uzlaşmadan ziyade, anlaşmazlık noktaları üzerinde teksif ediyor, sonra da 'nihai sınırlar' oluşturuyorlar. Birbirlerinin güçlü taraflarını kabullenmeye yanaşmıyorlar. Aksine zayıf yönlerini abartıyor ve bundan yararlanmaya çalışarak birbirlerini karalama yarışına soyunuyorlar adeta. Taraflar bununla da yetinmeyerek birbirlerinin hastalıklı taraflarını araştırıyorlar; ancak bunu tedavi ya da ıslah amacıyla değil, daha çok karşı tarafı susturmak, etkisiz hâle getirmek, alt etmek amacıyla yapıyorlar. Zaman geçtikçe haliyle ayrışma, kamplaşmaya dönüşürken, anlaşmazlıklar daha da derinleşiyor. Bu da uzlaşma imkânlarını zayıflatıyor ve muhtemel ortak alanları yok ediyor. Kabalık, karşılıklı olarak artış gösterirken; şüphe ve yanlış yorumlama, bu kabalığı daha da pekiştiriyor. Bundan dolayı da fikrî ayrımlar, taraflar arasında yapay düşmanlıkların oluşmasına neden oluyor."
GÜÇLERİNİZİ BİRLEŞTİRİN Aradaki bu uçurumu yok edecek, ayrışma ve düşmanlık yerine kardeşliği tesis edecek Erdemliler İttifakının kurulmasının önünü açabilecek bir yol var mı? İki tarafın erdemlilerine sesleniyorum: Karşılıklı nefret ve kamplaşmadan, millî ve İslâmî kökenlere bağlılıktan utanç duyan yaklaşımlardan, aşırılıktan başka bir şey çıkmaz. İnsanları düşünsel tercihlerine göre sınıflandıran, her laiki kâfir ya da her İslâmcı'yı Taliban yanlısı ve terörist olarak gören ya da göstermeye çalışan yaftalayıcı basmakalıp yaklaşımları aşmaya çağırıyorum. Tarafları, birbirlerinin zaaf kaynaklarına değil, güç kaynaklarına yönelmeye ve bu kaynakları kullanmaya çağırıyorum. Uyanış projesininin kaynaklarını oluşturan İslâmcılardaki inanç enerjisi, ılımlı laiklerdeki insan hakları ve özgürlükleri savunma refleksi... Uyanışın gerçekleşmesini kolaylaştıracak, değişim ve reform çabaları için uygun fırsatın orta çıkmasını sağlayacak şey, işte bu güç ve enerji kaynaklarının birleştirilmesidir.
İTTİFAK'IN İMKÂNLARI
Daha açık olmak gerekirse… İslâmcıların, inançları ya da ülkesine olan bağlılıkları hususunda laiklere yönelik suçlamalarından vazgeçmesi gerekir. Laiklerin de İslâmcılardan inançlarının bir kısmından da olsa vazgeçmelerini istemeyi, ya da dinin siyasallaştırılması konusundaki suçlamalarını artık bir kenara bırakmaları gerekiyor. Artık bu tür taleplerin anlamsızlığı açıkça ortaya çıkmıştır; kaldı ki, dinle siyasetin birbirinden ayrılmasını talep etmek imkânsızdır. Geriye tek bir soru/n kalıyor: "Dinî olanla siyasî olan arasındaki ilişki nasıl kurulacak?" Böyle bir talepte bulunmak anlamsızlaşmışsa şayet, o zaman laiklerin önemli bir bölümünün "Tek çözüm İslam'dır" gibi sloganların çokça dile getirilmesi noktasındaki endişeleri, Tarık Beşeri'nin İslamcıların söylemlerinin sadece İslâm'ın mutlaklarıyla sınırlı olmaması gerektiği yönündeki önerileriyle örtüşüyor. Beşeri'ye göre, yapılması gereken, İslâm'ın sözkonusu mutlak ilkelerinin pratiğe aktarılıp, vatanın kurtuluşu, toplumsal, siyasi ve ekonomik kalkınma, demokratikleşme, farklı dinlere mensup vatandaşlar arasında eşitliğin sağlanması, inanç ve düşünce özgürlüğünün garanti altına alınması, farklı ülkelerdeki farklı dinî ve düşünsel çevrelere saygı gösterilmesi vb. konulara, bu mutlak ilkelerden yola çıkarak somut, elle tutulur sonuçlara varılmasıdır. Bu, İslâm'ın insanların taleplerinin üstesinden gelmesi ve onların yaşamaları için zaruri olanlardan da öte, gündelik ihtiyaçlarını karşılaması açısından şarttır. KUREYŞ Mİ FİRAVUN MODELİ Mİ?
İşaret ettiğim şartların yerine getirilmesi, tarafların birbirleriyle buluşması, anlaşmanın maddeleri üzerinde mutabakatın gerçekleştirilmesi, Erdemliler İttifakının altyapısını oluşturan müşterek zemin üzerinde anlaşma sağlanmasının önündeki bütün engelleri ortadan kaldıracaktır.
Mısır'ın önde gelen düşünürlerinden Abdülaziz Kamil, Mısır'daki siyasî hareketleri anlatırken, birbirlerinin yaptırdıkları piramitlere gömülmek istemeyen ve her biri kendisi için bağımsız piramitler yaptıran firavunlardan bahseder. Tam bu noktada, üzerinde kafa yorulması gereken can alıcı soru şudur: Hangi seçenek başarılı olabilir acaba? Erdemliler İttifakı pratiğini önümüze koyan 'Kureyş örnekliği' mi, yoksa üç ayrı piramidi inşa eden 'Firavun örnekliği' mi?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |