T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 2 ARALIK 2005 CUMA | ||
|
Garaudy, "Batı, bir tesadüftür" demişti. Ben de, modernliğin, dünyevî, dolayısıyla arızî olanı, fizik gerçekliği eksene alan varoluş biçimi önerdiği için bir arıza; postmodernliğin ise, bu arızayı gidermek için geliştirilen ama arızanın taarruzuna maruz kalma durumu olduğunu söylüyorum. Modernlik, bir unutma çabası'dir: Tanrı'yı, kâinâtı, ruhu ve vicdanı unutma. Postmodernlik ise, unutmayı unutma hâli. Modernlik, hafızayı reddetme çabasıdır. Postmodernlik ise tam bir hafıza yitimi durumudur. O yüzden, postmodern dünya, tekrarlanabilir klişelerle örülen, tarih duygusundan ve tutarlılıktan yoksun; yapay, kurmaca, ayartıcı bir dünyadır. Her şeyin medyatikleştiği, medyanın her yerde hâzır ve nâzır olabildiği, tanrısal bir konuma yerleştiği, hem medyadakilerin, hem izleyicilerin medya üzerinden üretilen imajlarla kendilerini ifade ettikleri ve tanımladıkları, siyasetçilerin bile medyaların marifetiyle pop idollerine dönüştüğü, kimliğin sadece imaj meselesi olarak algılandığı hiper ve sanal gerçeklikler dünyası. Bireyi de, bilinci de yutan ve uyutan, duyarlıkları, kimlikleri tektipleştiren, muhayyileyi çölleştiren, sınırlayan ve bitiren, sahte bir bilinç ve anlamsızlıklar denizi üreten ayartıcı bir dünya. Bütün bu olup bitenler, zihnin körleşmesi ve köleleştirilmesi sürecini hızlandırır. Her şeyin kurmaca ve sanal gerçeklikler yoluyla icat edildiği bir dünyada, her tür alternatif dünyalar ve kimlikler kurma çabası da, otomatik olarak yeni sahte ve kurmaca kimliklerin üretilmesinden başka bir şeyle sonuçlanmaz. Burada sahte-imajlar üretimi ve dolayısıyla tüketimi çabası, tek hâkim varoluş biçimi ve ideolojisi hâline geldiği için, hayâlî olan ile gerçek olan, taklit olan ile orijinal olan, yalan ile hakikat, anlam ile anlamsızlık arasındaki sınır buharlaşmış ve iptal edilmiştir artık. Her şeyin medyatikleşmesi, yani her şeyin sahte ve kurmaca gerçeklikler üzerinden üretilmesi, insanın gerçeği, gerçekliği ve dünyayı anlama, anlamlandırma ve dolayısıyla dönüştürme çabalarını ortadan kaldırır. Deleuze, tam bu noktada, sinemayı yardıma çağırır ve sinemada bir mutasyonun yaşanması gerektiğini söyleyerek, "düşünen imge" olarak adlandırdığı, muhayyileyi, taklit ve negatif parodiler üretme kıskacından kurtararak, pozitif bir angajmana girilmesini mümkün kılacak alternatif bir proje önerir. Benzer bir çağrının 20. yüzyılın ortalarına doğru Walter Benjamin tarafından da yapıldığını biliyoruz: Teknolojik kitle iletişim araçlarının, insan muhayyilesini yabancılaştırdığını, bunu da muhayyileyi, üstelik de estetik bir haz alınacak şekilde kullanmak suretiyle tahrip ederek yaptığını söylemişti. Benjamin'in muhayyilenin kendini ve insanı yabancılaştırması, kendi-kendini tahrip etmesi sorununu aşabilmek için önerdiği çözüm, tıpkı Deleuze'ün önerdiği projeye benzeyen bir çözümdü: Muhayyilenin ve insanın yabancılaşması sorunuyla baş edebilmenin tek etkili yolu diyordu, Benjamin, "muhayyileyi politize etmek"tir Burada sorulması gereken yakıcı soru şu tabiî olarak: Gerek Benjamin'in, gerekse Deleuze'ün önerdiği gibi, her şeyin mekanikleştiği, medyatikleştiği; kurmaca ve sanal-gerçeklikler yoluyla gerçekliğin kazaya uğratıldığı; gerçek olanla sanal olan arasındaki sınırın ortadan kalktığı ve gerçekliğin buharlaştığı bir vasatta hayal gücünü politize edebilmek gerçekten mümkün mü? Görüldüğü gibi medya, iletişim aracı olarak doğdu; ama sadece iletişimsizlik doğuruyor. Sonuçta, modernliğin, anlamı ve hafızayı yok etme kaygısıyla çıkılan yolculuğun son durağında, postmodernlik, anlamsızlıktan ve hafızasızlıktan başka bir şey üretmiyor. Sonuç, varoluşa bir saldırı ve varoluşsal bir saldırıdır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |