T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 2 ARALIK 2005 CUMA | ||
|
Siyasi huzur bize hep uzak durur. Oysa huzura ulaşmanın yolu karmaşık değildir. Toplumsal ortak paydaları ve toplumsal mutabakatları demokrasi ve özgürlük ilkeleri etrafında yenileyerek, pekiştirmekten geçer bu yol... Doğal güzergah açık: Türkiye'nin toplumu kutuplara bölen, en azından toplumsal bütünleşmenin nihayete ermesine müsaade etmeyen tesettür, Kürt meselesi gibi derin sorunları konusunda siyaset eliyle artık yol alması, yeni toplumsal mutabakatları üretmesi lazım. Aksi halde yakın gelecekte daimi ve manasız krizler yeni derin sorunlara yol açacaktır. Her aşama, her seçim, her makam, her hükümet "ters işlev" yerine getirmeyi sürdürerek, bir sorun merkezi, kriz aracı olmayı sürdürecektir. Ülkedeki somut gündemle, somut sorunlarla ilgisi olmayan noktalardan, bütünleşmemiş toplumsal dokudan, kaba güçler dengesinden üreyen krizler toplumuyla siyasetiyle yaşanan demokratik olgunlaşması sürecine sekte vurmaya devam edecektir. Cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi bu durumun tipik örneği... Neyin kavgasını yapıyoruz? 1982 Anayasası sıkıntılı, sorunlu da olsa yetkileri, görevleri, sorumluluğu ve seçim koşularıyla böyle bir makam ihdas etmiş ve Cumhurbaşkanı 7 yılda bir seçiliyor. 2007'de tekrar seçilecek... Seçim mekanizması da açık: TBMM üyeleri ya da belli sayıda milletvekilinin önerisiyle dışarıdan yeterlilik koşullarına sahip kişiler aday gösterilecekler ya da olacaklar. Yasama organının oylarıyla bir kişi cumhurbaşkanı seçilecek... Demokratik geleneklerin hakim, siyasi huzurun özgürlükler çerçevesinde yerleşik olduğu diyarlarda bu tür seçimler zamanı gelince tartışılır ve kurallarına göre yapılır. Seçim süreci ve sonuçlar sorun üretmez, sorun çözerler, sistem açısından yenileyici ve meşruiyet arttırıcı nitelik taşırlar. Ama bu ülkenin koşulları farklı... Her seçim gibi bu seçim de bir sorun ve kriz merkezi olarak sunuluyor. Seçimlere iki yıl kala belli bir kişinin ya da belli bir siyasi partinin herhangi bir üyesinin cumhurbaşkanı olmasının önünün kesilmesi için kimi kurumlar bir mücadele başlatmış bulunuyor. Bu çerçevede bir krizi yükseltmeye, seçilecek adayın niteliklerini tanımlamaya çalışıyorlar... Bu tartışmaları demokratik bir gelenekte büyümüş hangi sağlıklı akıl anlayabilir? Eski bir savunma bakanı geçenlerde şöyle demişti: "Çankaya'nın yetkileri ve bu yetkilerin kullanılması meselesidir bu (...). Temsil gücü en yüksek bir makamdır cumhurbaşkanlığı. İstediğinde kabineye başkanlık yapabilir. Kararnamelerin çıkarılmasında görüşünü kabul ettirebilir (...). Silahlı Kuvvetler'in komutanından Anayasa Mahkemesi'ne, Danıştay'dan Yargıtay'a devletin önemli makamlarına atamaları yapar. Bugün de Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına, Köşk'e türbanı sokacak düşüncesinden ziyade üst kademelere yapacağı atamalar ve devlete hakim olması (...) endişesi var..." Güvensizlik, korku, bölünmüşlük, seçim, meşruiyet, yasallık gibi demokratik kurum ve kavramları bile marjinal kılma noktasına ilerleyebiliyor... Zaten Türk siyasi tarihi bir anlamda bir "ilerleme"den ibaret değil mi? Kavga bu nedenle çıktığına göre biz demokratik oyunu sindirmiş değiliz demektir. Üstelik bu kavga Kürt sorunu, Şemdinli, Yüksekova kullanılarak veriliyorsa, biz ahlaklı da değiliz demektir. Dahası akıllı da değiliz demektir...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |