|
|
Stratejik düşmanlık: Türkiye'nin "u/yutulması" ve "palyaçolaştırılması"
Türkiye, dostunu da, düşmanını da bilemiyor. Bilemiyor; çünkü kendini bilmiyor: Hâlâ kendi kültürel, toplumsal ve tarihsel dinamiklerini, imkânlarını ve derinliğini düşman belliyor! Güvenliğini bile bu dinamiklerini dinamitlemekle garanti altına alacağını vehmediyor! Türkiye'nin dost bellediği Batı ülkeleri, Türkiye'nin hiçbir zaman dostu olmamış, dost bilmemiş, aksine ta Selçuklulardan bu yana bizim baş-düşmanımız olagelmişlerdir. Aynı düşmanlık, stratejik ittifak numaralarıyla ABD-İsrail tarafından da şekil değiştirerek sürdürülmektedir. Allah'ın açık âyeti var: Kâfirler, dostumuz postuna bürünüyor gibi yapabilirler ama hiçbir zaman bizim dostumuz olamazlar. Eski düşmandan, aslâ dost olmaz. Biz ne kadar çırpınırsak çırpınalım, Batılılar, Türkiye'nin kendilerinin dostu olduğuna da, olabileceğine de aslâ inanmıyorlar! Batılıların bizimle kurdukları dostâne gibi görünen ilişkilerin, meseleye medeniyet perspektifinden bakıldığında, aslında, stratejik düşmanlığa dayalı hasmâne ilişkiler olduğu açık-seçik ortaya çıkacaktır: Batılılar, Lozan'dan bu yana, müslümanlığa ilişkin söz ve iddialarından vazgeçmiş, laik bir Türkiye'nin varolması için mücadele ediyorlar. O yüzden -zaman zaman dost bellediğimiz- Almanya'nın Başbakanı Schröder bile "Türkiye'de laik güçlerin desteklenmesi gerektiğinden" sözederken, herhalde, "Türkiye aşkı"ndan ötürü söylemiyordu bu lafları! Bu nedenledir ki, Batılılar, üç-dört yıl öncesine kadar iflas ettiğini söyledikleri Türk laikliğini, şimdi, İslâm dünyasına model olarak sunmaya başladılar. Ne'yin modeliyiz biz? Elbette ki, bir ülkenin, kendi (=İslâmî) söz ve iddialarından nasıl vazgeçebildiğinin! Bu hinoğlu hinlerin asıl kaygıları şu: Türkiye, laik / Batılı yörüngeden aslâ sapmamalı ve bölgede Osmanlı misyonu ve ruhuyla kuşanarak yeni bir İslâmî yörünge oluşturmaya ve dolayısıyla Batılıların sömürü düzenlerine çomak sokmaya kalkışmamalıdır. Bunu hayata geçirmenin tek yolu, İslâm dünyasının, tıpkı bizim gibi laikleştirilmesi ve kalenin içerden çökertilerek teslim alınmasıdır! O yüzden, panik psikolojisiyle hareket ederek Türkiye'nin tam merkezinde bulunduğu İslâm dünyasını çepeçevre kuşatmaya çalışıyorlar! Ama bu oyunlar, uzun vadede hüsranla sonuçlanacaktır! Uluslararası ilişkilerin güç ve çıkar ilişkilerine dayandığını söyleyenler, sosyal darwinizmi, yani güçlü olanın haklı olduğu masalını yutturmaya kalkışan zihinsel melekeleri târumâr olmuş kişilerdir. Bu paradigma, uluslararası ilişkiler teorisiyle uğraşan bilim adamları ve düşünürler tarafından da şiddetle eleştirilegelmiştir. Bu anlayış, genelde, mikro-düzlemde ben-merkezci, makro-düzlemde ise ırk-merkezci olan modernliğin, özelde ise, "insanı, insanın kurdu" olarak gören Hobbes'çu ve Locke'çu modern liberal siyaset felsefesinin ürünüdür. Ve Avrupa'da insanın özgür iradesini yok sayan, barış düzeninin kurulmasını beceremeyen baskıcı, otoriter, tektipleştirici, dogmatik ve paganlaştırılmış Kilise düzenine gösterilen reaksiyonun sonucu olarak zuhûr eden bir sapmadır. Bu sapma, Avrupa'yı yüzyıllarca kasıp kavurarak bîtap düşüren savaşlardan sonra 1648 yılında, üç yüz yıl hâkim olacak olan ulus-devlet düzenine geçişi icbâr etmiştir. Ulus-devlet düzeni, Avrupalı "uygar barbar" ulusların, birbirlerinin şerlerinden emin olmak, saldırılarını göğüslemek üzere, aralarındaki ilişkileri güç ve çıkar ilişkileri üzerine kurmalarını zorunlu kılmıştır. Önce paganlaştırılmış Kilise makinası, ardından da tastamam paganlaşmış sanayi makinası, sonuçta insanı da paganlaştırarak ruhsuzlaştırmış ve makinalaştırmış, başka insanlarla ve toplumlarla kurulan ilişkilerin güç ve çıkar ilişkileri üzerine kurulmasıyla sonuçlanmıştır. İnsanlık tarihi boyunca aynı medeniyet havzasına ait toplumlar, ilişkilerini çıkar ilişkileri veya hasmâne ilişkiler üzerine değil, aynı dine, kültüre ve anlam haritalarına mensup olmalarından ötürü, dostane ilişkiler üzerine kuragelmişlerdir. Bunun en çarpıcı iki örneği Ortodoks dünyası ile İslâm dünyasıdır. Ortodoks dünyasının aktörleri, tarihleri boyunca, Ortodoks-Slav halklarının haklarını ve çıkarlarını gözetmişlerdir. İslâm medeniyeti tarihi boyunca ise, bütün müslüman halklar, aynı temel ilkeler ve normlar üzere hayat sürdürmüşler ve Haçlılara karşı kendi varlık nedenleri olan İslâm'ı koruma, kollama ve hayatlarına hâkim kılma mücadelesi vermişlerdir. Özetle pagan Batılıların, hem kendileriyle, hem de diğer kültürler ve medeniyetlerle kurdukları ilişkilerde çıkar ve güç ilişkileri; İslâm medeniyetine mensup halkların hem kendileriyle, hem de diğer dinlere, kültürlere ve medeniyetlere mensup halklarla kurdukları ilişkilerde ise esas itibariyle ahlâkî ve hukûkî normlar esas olmuştur. O yüzdendir ki, Afrika, Avrupa ve Asya kıtalarının Osmanlı hâkimiyetinde olan coğrafyalarında, daha önceki dönemlerde görülmediği kadar, tam beş asır, adaletin, sulhün, sükûnun hâkim olduğu gerçeğini, artık bütün büyük tarihçiler kabul ediyorlar; ama bizim pergellerini şaşırmış, entelektüel melekeleri körelmiş seküler entel-dantel takımı kavrayamıyor hâlâ! Batılılarla biz vaziyeti kurtarmak için stratejik ittifaklar yapıyoruz ama onlar bu durumu her zaman stratejik düşmanlık olarak değerlendiriyor ve Türkiye'nin yeni bir yörünge oluşturmaya kalkışmasının önlenmesinin garantisi veya sigortası olarak görüyorlar. O yüzden Türkiye'ye sürekli olarak "palyaço"luk rolü biçiyorlar! Bunun son örneği, Türkiye'den Irak'a asker gönderme talebinde bulunulmasıdır. Bu durum, kısa vadede, belki, vaziyeti kurtarmamıza yardımcı olabilir ama uzun vadede, hesabı aslâ verilemeyecek büyük bir cinâyete dönüşecektir. Zira bu, bir yandan, ABD'nin Irak işgalinin başarıyla sonuçlanmasına neden olacak ve ABD'nin bundan sonra serseri mayın gibi nereyi vuracağı belli olmayan işgallerine meşrûiyet kazandıracak; öte yandansa, bizi işgalci ABD'nin palyaçosu yaparak, bölge ülkelerini bize düşman kılacak ve ilişkilerimizi alt üst edecektir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |