|
|
Yakamıza yapışan eller
Avrupa Konseyi'nde bir el
Üç yıl kadar önce, Avrupa Konseyi Genel Kurulu'nda dolaşırken, tanımadığım birisi yakama yapıştı: -Bana bak bey…Sen niçin bizim davamızla uğraşmıyorsun? Ben Moskova'dan Ahıska Türkleri'nin davasını takip için geldim. Sen Ahıskalılar'ı bilir misin? Bu kimse, Ahıska Türkleri'nin kurduğu ve merkezi Moskova'da olan Vatan Derneği'nin başkanı Yusuf Serveroğlu idi. Ahıska Türkleri'nin dertlerini anlatmak için Strasbourg'a gelmişti. Burada sadece Polonyalı parlamenter İwinsky'yi tanıyordu. O da Serveroğlu'na beni göstererek: "-Senin davanı şu arkadaş takip eder" demişti. Onun yakama sarılmasının sebebi buydu. Ben ona: "Sen Ankara'ya gelecek misin? Gelirsen, TBMM'de benim odama uğra. Ahıska Türkü'nün davasını bilip bilmediğimi anlarsın" dedim. Zira, odamın duvarında, Ahıska'yı Ruslar işgal ettiği zaman, Ahıskalı bir şairin yazdığı şu şiir asılıydı: "Ahıska bir gül idi gitti; Bir ehli dil idi gitti. Söyleyin Sultan Mahmud'a, İstanbul kilidi gitti." Bu kıt'a bana çok dokunmuştu. Bu kıt'ada, Türk tarihinin 500 yıllık felsefesi vardı. Yani, Ahıska'yı savunamayanların, İstanbul'u da savunamayacağı inancı…Veya "İstanbul'un savunması taa kilometrelerce uzaktan başlar" fikriydi. Ahıskalılar'ın dramı
Ahıska Türkleri, Rusya'da yaşayan soydaşlarımız arasında, nüfus tezkeresinde "Türk" yazan tek topluluktu. Rusya'nın bütün baskılarına rağmen, varlıklarını, benliklerini muhafaza etmeyi başarmışlardı. Bu yüzden, komünist Stalin idaresi bundan memnun değildi. 1944 yılında, Stalin bazı etnik grup ve toplulukları, yerlerinden alıp, Sibirya'ya veya Rusya'nın çeşitli bölgelerine dağıtmıştı. Bu dağıtılan topluluklardan birisi de Ahıskalılar'dı. Bunlar Orta Asya'da çeşitli bölgelere, küçük küçük topluluklar olarak dağıtılmıştı. Hem Ahıskalılar, hem de onların yerleştikleri topraklarda oturanlar, bu durumdan memnun değildi. Yerli topluluklarla çatışmalar oldu. Bunlar tekrar yerlerinden atılarak, Rusya'nın çeşitli bölgelerine dağıldılar. Komünizmin yıkılmasından sonra, Rusya Federal Cumhuriyeti'nde "Stalin tarafından zorla sürülenlerin, eski topraklarına dönebilmesi için bir kanun çıkarılmıştı. Ve bu kanuna göre, birçok topluluk, eski yurtlarına geri dönmüştü. Ancak Ahıskalılar'ın yurtları, Rusya içerisinde değil, Gürcistan'da idi. Gürcistan böyle bir kanunu kabul etmediği için, bunlar eski yurtlarına dönemiyorlardı. Avrupa Konseyi, Gürcistan'ın da aynı kanunu kabul etmesi için baskı yapmalıydı. Gürcistan denetim raporu
Biz bu hikâyeyi dinledikten sonra, Konsey'de bulunan arkadaşlarımızla birlikte harekete geçtik ve "Gürcistan denetleme raporuna" böyle bir kanunu kabul etmediği takdirde "denetimin sona erdirilmeyeceği" hükmünü koydurduk. Fakat asıl mesele rapora konulan bu yükümlülüğün yerine getirilmesiydi. Bu konunun hem Avrupa Konseyi tarafından ve hem de Türkiye tarafından takip edilmesi gerekiyordu. Yusuf Serveroğlu Türk yetkililerinin yaklaşımından memnun değildi. Ahıska mı, Alaska Türkleri mi?
Bir zamanlar, dertlerini anlatmak için bir bakanımızdan randevu almışlardı. Ziyaret sırasında, "biz Ahıska Türkleri'nin dertlerini anlatmaya geldik" dediklerinde, bakanımız hararetle şu cevabı vermişti: -"Allah Allah…Şu Türkler ne enteresan insanlar…Demek Alaska'ya kadar gitmişler…" Sayın bakanımızın Ahıska Türkleri'nden haberi yoktu. Ahıska ile Alaska'yı karıştırmıştı. Ahıskalılar'ın durumu ne tarih derslerinde okutulmuş ve ne de medyada bahis konusu olmuştu. Bu yönden konuyu bilmemesinin mazereti vardı Yusuf Serveroğlu, Türkiye'de bakanlar ve sair yetkililerle görüşmekte müşkülâta uğramıyordu. Her defasında, onu dikkatle dinliyorlar, Gürcistan nezdinde gereken teşebbüsü yapacaklarını söylüyorlar, ancak hiçbir resmi görüşmede bu konuyu gündeme getirmiyorlardı. Son defa, Cumhurbaşkanı Sezer'i de ziyaret etmişler, ondan da Gürcistan Cumhurbaşkanı'yla görüşüp, konuyu halledeceği vaadini almışlardı. Aradan aylar geçmiş, iki Cumhurbaşkanı defalarca görüşmüş, fakat bu konu konuşulmamıştı. Bundan bir ay kadar evvel, Yusuf Serveroğlu aniden rahatsızlanarak rahmetli oldu. O bir mücahitti. Sözünü esirgemez, karşılaştığı güçlüklerden yılmazdı. Bütün maddi sıkıntısına, hapislere girmesine ve baskıya maruz kalmasına rağmen davasını takip etmekten çekinmemişti.. O, Ahıskalılar'ın kendi yurtlarına dönüşünü göremeden öldü. Onun sözleri arasında kulağımızda kalan bir cümlesi vardı: "Yetimlik çok kötü şeydir. Ama yetimliğin en kötüsü, vatanını kaybetmiş olanların yetimliğidir. Ana baba yetimlerinin başını okşayacak birisi çıkabilir. Fakat 'vatan yetimleri' bu imkândan da mahrumdur." Yusuf Serveroğlu, davasını takip etme görevini bizlere bırakmıştır… Bizlere yani Cumhurbaşkanı'ndan, Başbakan'dan, sivil toplum örgütlerine kadar, herkese… Avrupa Konseyi'nin kararı, davanın büyük bir kısmını halletmiştir. Bizlere bu kararın takipçisi olmak kalmıştır. Bizler, bu insanların kendi vatanlarına dönüşünü temin edemediğimiz takdirde, Yusuf Serveroğlu gibi her Ahıskalı'nın elleri yakamızda olacaktır.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |