AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Topyekün tevbe

Hani Hazreti İsa'ya atfedilen bir söz var: İlk taşı hiç günah işlemeyen atsın, şeklinde... Yolsuzluklar söz konusu olunca, biraz böylesine bir yaygınlık ihtimali beliriyor.

Yolsuzluğun en az bir türüne bulaşmayan kaç insan vardır toplumda? Ya da "Benim yolsuzluğum masumdur" diye düşünmeyen kaç kişi?

Nedir ki yolsuzluk?

Karayolu ile Hac'dan dönerken, Habur gümrüğünde Arafat'ta arınmış insanlardan kimilerinin, köfte ekmek kuyruğunda önündekinin önüne geçmek istediğini görünce, insan olarak ölçülerimizin nasıl karmakarışık olduğunu düşünmüştüm.

Trafikte hakkınız olmadığı halde emniyet şeridini hiç kullanmadınız mı? Nasıl meşrulaştırdınız kendi kendinize?

"Temiz siyaset" diye oy isteyen bir partinin "temiz" seçmeni, seçtiği belediye başkanı kaçak katına izin vermediği için "Biz seni bunun için mi seçtik" diyebiliyordu. "Temizlik" seçmenin kendi kaçak katı söz konusu olduğunda anlamsız kalıyordu.

TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu, devenin havuduyla yutulduğu olayları inceliyor. Onlar bile, sadece ortaya çıkarılabilenleri ile, onbinlerce sayfalık dosya oluşturuyor. Bir koca hükümetin neredeyse bütün bakanları işaretli hale gelmişler...

Küçük küçükler...

Artık yüreklere yük olmamaya başlayanlar... İçi sızlamadan yapılanlar... Yürekler bile aşınıyor zamanla... Duyarlılığını kaybediyor...

Bir ara insanlar, bir siyasetçiyi, "Amerika'yı iyi kazıkladığı" için yüzde 7 küsur nisbetinde oy vererek desteklemişlerdi. "Amerika'yı kazıklayabilen neleri başarmaz" mantığı işlemişti. Şimdi o siyasetçi devleti ve vatandaşları da iyi kazıkladığı için, meydanlarda verdiği döner-ekmek veya şarkı-türkü çığıranları rüşvet olarak sunmak suretiyle oy oranını artırıyor... İyi kazık yontmanın, marifet addedildiği bir ülkenin vatandaşlarıyız. Kazıkçıya ortak olabilenin içi rahatlıyor. Ama kazıkçılık her zaman Amerika'ya ya da devlete, ya da bir başkasına zarar vermiyor. Kazıklar dönüp, yontanı rahatsız etmeye başladığında feveran ediliyor.

Oysa bulaşmışsın bir kere...

Sorarım size, nüfuz kullanmayan var mıdır bu ülkede? Milletvekili nüfuzu, bakan nüfuzu, müsteşar, genel müdür, müdür... alta doğru nüfuzlar silsilesini devreye sokmayan? Hatta hastanede kapıcı, hastabakıcı nüfuzu bile nüfuz suistimali içine girer eğer ince düşünürseniz. Ama devenin havuduyla yutulduğu bir ülkede hastabakıcının nüfuz kullanması o kadar masum kalıyor ki...

Ben domates satarken alta kenarda duran çürük domatesi koymayan manavın alnından öpmek isterim.

Müdür bey, odada, ayaklarını karşı masaya dayamış tv izliyor ve kapıdaki sekreter, müdür beyle görüşmek isteyen vatandaşa "Müdür bey toplantıda" diyor... Bu, nasıl bir suistimal çerçevesi içine girer sizce?

"Selam verdik, rüşvet değildir deyü almadılar" diyor şair... Selamlarınızı nasıl veriyorsunuz ve selamları hangi duygu içinde alıyorsunuz.? Sorun bakalım yüreğinize...

Gazete manşetleri hangi hesabı hesaplar?

Gazete dalaşmaları hangi hesaba hizmet eder?

Yolsuzluk üzerine yazan gazeteci, Ankara'da patronu adına hangi ihaleyi kovalar?

Ben Cem Uzan'ın tv kanalını seyrederken, Cem Uzan'ı seyrederken, haberlerde o burnundan kıl aldırmayan gazetecinin perişanlaşmasını izlerken Türkiye'nin dramını görüyorum.

Demek istiyorum ki, büyük ya da küçük, bir süredir yüreklerimizde kara noktalar oluşmakta... İçimize bir yanlışlığın yansıması oluyor ve biz, onu çıkarıp atacak gücü bulamıyoruz. Bir başkasında gördüğümüzde reddettiğimiz bir nakise, kendimizde telafi mekanizmasının marifetiyle sevimlileşebiliyor.

Diyorum ki, bizi Yolsuzluklar Komisyonu'nun çalışmaları paklamaz. Bizi mahkemeler de paklamaz. Basbayağı bir arıtma tesisine girmemiz gerekiyor. Ya da içimizde bir arıtma tesisi oluşturmamız gerekiyor.

"Topyekün tevbe" diyorum... Bu bir dînî terim. Siz isterseniz dini özüden soyutlanmış başka bir ifade şekli bulun. Ama mutlaka bulun. Kir yürekleri kaplamak üzere... Yolsuzluğun, arsızlığın, suistimalin, irtikabın marifet addedildiği, ya da "Namuslu" nun kara mizah konusu olduğu zamanlara geldik. İnsaniyet açısından zor zamanlara geldik.

Yani "o adamın oyu yükseliyor" denmiyor mu? Hadin hep birlikte yerin dibine batalım utançtan. Çünkü o adam içimizin yansıması... O adamlar... Siyasetteki kirlilik, bir yansıma, bürokrasideki yansıma, devenin yutulması yansıma, küçük küçük kırılmalarımızın, yamulmalarımızın yansıması...

Hadi gelin soralım kendi kendimize: Bugün yüreğimizde hangi kırılmayı yaşadık diye...

Sonra da tevbe edelim pak yürekli mü'minler gibi:

"Bilip ettiklerimize, bilmeyip ettiklerimize..."


28 Temmuz 2003
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED