|
|
Laurent Mignon, aslen Lüksemburg'lu fakat Bilkent Üniversitesi'nde Türk Edebiyatı dersleri veriyor. Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, İspanyolca dillerinden birbirine yaptığı şiir çevirileriyle tanınan Mignon, dışardan bakınca, Türk gençlerinin kendi edebiyatlarında 80 yıl önce yazılmış metinleri okuyamamalarının "anlaşılması güç bir durum" olduğunu söylüyor. 18 yaşında Türkiye'ye gelen ve karşılaştığı kültürden etkilenerek Türk dili okumaya karar veren, o yaşın isyankarlığını Doğu'yla ilgilenerek bastırdığını belirten Mignon, edebiyat, şiir ve farklı kültürlere merakının nasıl başladığını anlattı. Farklı dillere, özellikle Farsça ve Arapça'ya merakınız nasıl başladı? Lüksemburg'da büyüdüm. Ülkenin dili Lüksemburkça. Eğitim dili olarak Almanca kullanılıyor. Bir de ilkokulda ikinci seneden itibaren Fransızca öğretiliyor. Ayrıca bizim evde iki dil konuşuluyordu. Annem Belçikalı, Fransızca konuşuyordu. Babam Lüksemburglu. Yani zaten çok dilli bir ortamda büyüdüm. 18 yaşında Türkiye'ye geldiğimde farklı bir kültürle karşılaştım ve Türk dili okumaya karar verdim. Fakat Belçika'da Türk dili üzerine yoğunlaşan bir bölüm olmadığı için Arapça'dan başladım. Londra'ya gittiğimde Türkçe üzerinde yoğunlaşabildim. Doğu edebiyatında sizi çeken ne oldu? Temel olarak dinlerden gelen farklılık. Bu da tabiki edebiyata yansıyor. Lüksemburg'da farklı diller öğretiliyorsa da batı kültürlerinin dışındaki kültürler hakkında pek bir bilgi öğretilmiyor. O zaman ben 18 yaşın isyankarlığını Doğu'yla ilgilenerek ifade ettim galiba. Bir de sevdiğim batılı şairlerin de Doğu edebiyatına ilgileri ve yakınlıkları vardı. Şiir çevirileri yaptığınız ülkeler arasında sizin için daha çok ön planda olan var mı? Aslında benim için ön planda olan tabiki Türkiye. Ama modern Arap şiiri ile de ilgileniyorum. Bunda da Suriye, Suriyeli şairler biraz öne çıkıyor. "Çevirilen şiirler, şiirleştirilmiş şiir yorumlarıdır" diyorsunuz. Biz, sizin bir Nizar Kabbani çevirinizi okurken, Kabbani'nin şiirini mi okuyoruz, sizin onunla ortak şiirinizi mi? Zor bir soru. Siz aslında Nizar Kabbani'yi okuyorsunuz. Ama tabiki bir dilden başka bir dile aktardığınız zaman, zaten bir takım değişiklikler oluyor. Mesela Arapça'da bir kelime Arapça'da şunlar, şunlar, şunları söylüyor. Türkçe'ye çevirdiğinizde başka şeyler de çağrıştırabilir. İlk anlamları aynı fakat ikinci üçüncü anlamları farklı olduğu için farklı bir dünyayı çağrıştırabilirler. Siz bir yabancı olarak dilimizin geçmişini biliyorsunuz. Ama mesela ben bilmiyorum. Bu size şaşırtıcı geliyor mu? Dışardan bakınca tabiki anlaşılması güç bir durum. Böyle olmaması gerekiyordu. 80 sene önce yazılmış bir metni gençler okuyamıyorlar, çünkü alfabeyi bilmiyorlar, kelimeleri de anlayamayabilirler. Aslında herkesin Osmanlıca bilmesi gerekir. Hem tarih açısından hem edebiyatta devamlılık açısından bu önemli. Çeviriler açısından Türkiye ne durumda sizce? Çok çeviri yapılıyor ama şiir çevirisi az. Türkiye'de çevirmen genel olarak adam yerine konmaz. Yayınevleri çabuk çeviri istiyorlar. Doğru düzgün bir para ödemiyorlar. O zaman da çok zayıf çeviriler ortaya çıkıyor. Bazen de gerçekten komik hatalar yapılıyor. Bu roman çevirilerinde sözkonusu. Şiir çevirilerinde ise zaten hiç kimse şiir çevirilerinden para kazanmaya çalışmadığı için durum biraz farklı. ŞİİR ÜLKESİNDE BİR GEZGİN Laurent Mignon'nun, Federico Garcia Lorca, Semih El-Kasım, Vaja Pşavela'nın aralarında bulunduğu çeşitli ülkelerden 14 şairin şiirlerinden yaptığı çevirileri, 'Gezginin Günlüğü' adıyla Hece Yayınları'ndan çıktı. Nizar Kabbani'nin şiirlerinin çevirilerinden oluşan 'Aşkın Kitabı' isimli bir kitabı daha bulunan Mignon'un 'Modern Türk Şiiri'nde Aşk: Aşıklar ve Mekanlar' adlı kitabı ise çıkmak üzere. RÖPORTAJ: KEZBAN BÜLBÜL
|
|
|