T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Çukurova mevzuu: Yazdıkça karışıyor...

Türkiye'de gazete okuru olmak zor iş... İşin normalinde, okur gazete haberlerini okuyarak merak ettiği meselelerde bilgi sahibi olur ve netleşir. Bizde öyle mi? Alın işte Çukurova Grubu'yla BDDK arasındaki pazarlıkları... Konu dün de gazetelerin manşetindeydi, ama böylece mesele biraz daha karıştı...

Türkiye'deki gazete okurlarının bazı haberleri çeşitli gazetelerden okuyup da "deli çıkmaması" mümkün değil! Hele ki haberin medya grupları arası çatışma boyutu varsa...

Son günlerin flaş haberi olan "Çukurova Grubu-Yapı Kredi- Pamukbank-BDDK-İstanbul Yaklaşımı" eksenli haberlere bu gözle bir bakalım...

Mesele, "Karamehmet'le BDDK arasındaki gizli protokol" olduğu öne sürülen bir metnin 28 Ocak tarihli Vatan gazetesinde fâş edilmesiyle yeniden alevlendi... Vatan, yargı kararıyla sahiplerine geri verilen Pamukbank'ın bu defa sahiplerinin rızasıyla BDDK'ya geri verildiğini, ama bunun karşılığında Çukurova Grubu'nun olağanüstü kazanımlar elde ettiğini yazıyordu...

Vatan'ın haberine geçmeden önce çok kısa olarak "sorun"u özetleyelim: Biliyorsunuz, İstanbul Yaklaşımı diye bir şey var; buna göre, krizde güç duruma düşen firmalar BDDK ile anlaşarak borçlarını yeniden yapılandırıyor. Sizin anlayacağınız, vadesi gelen borçlar uzun bir döneme yayılıyor, faiz kolaylıkları sağlanıyor, falan... BDDK epeyce firmayla borçları 9 yıla yayan anlaşmalar yaptı bugüne dek, fakat Çukurova sorunu çok daha "iri" bir mesele olduğu ve medyada da başta Doğan Grubu gazeteleri olmak üzere (sonra Tercüman da katıldı) sıkıca izlendiği için çok daha fazla ses getirdi.

Sorun ne kadar mı "iri"? Aşağı yukarı 5 milyar dolar mertebesinde... Bu, Çukurova Grubu'nun, grup bankaları olan Yapı Kredi ve Pamukbank'tan aldığı ve ödemediği kredilerin toplamına denk geliyor (Pamukbank'a 2.7 milyar dolar, Yapı Kredi'ye 2.3 milyar dolar...) BDDK, "içi boşaltıldığı" gerekçesiyle Pamukbank'a el koyduktan sonra, bu borçları talep etmeye başladı. Pazarlıklar, "İstanbul Yaklaşımı" çerçevesinde borçların tasfiyesini amaçlıyordu...

Şimdi Vatan'ın "anlaşma sağlandı" haberine dönebiliriz... Gazete, haberi bir uyarının eşliğinde sunmuştu. "Pamukbank anlaşmasını bugün her holding gazetesi farklı açıdan verecek" deniyordu uyarıda, "işte meraklısı için perde arkası..."

Haberin spotları şöyleydi: "Çukurova Grubu, Pamukbank ve Yapı Kredi'deki Turkcell hisselerini bugünkü borsa değerinden geri alıyor... Ancak 600 milyon doları bulan bu alışveriş için iki banka Çukurova'ya kredi açıyor... Böylece Çukurova'nın Pamukbank ve Yapı Kredi'ye olan toplam borcu 5 milyar dolardan 5.6 milyar dolara çıkıyor... Çukurova, Pamukbank'la 3 yılı ödemesiz 15 yıllık, Yapı Kredi'yle ise 3 yılı faiz ödemeli 9 yıllık geri ödeme anlaşması yaptı..."

Vatan her ne kadar "Bugün her holding gazetesi bu haberi farklı açıdan verecek" dese de, haber sadece Vatan'daydı... Hürriyet, Milliyet ve Tercüman ertesi gün (29 Ocak) Vatan'ın bir gün önce verdiği bilgilerden yola çıkarak (Hürriyet, haberinin tümünü Vatan'a dayandırıyordu) meseleyi manşete taşıdılar. Üç gazete de çok öfkeliydi. Şöyle dediler:

Hürriyet: "İMZALANMADAN ÖNCE AÇIKLANSIN... İNANILMAZ GİZLİ PROTOKOL... İç ve dış yatırım çevreleri, Çukurova Grubu'nu kurtarmak için hazırlanan 6 milyar dolarlık gizli protokolle çalkalanıyor... Vatan Gazetesi'nde yayınlanan plana göre, Çukurova Grubu sahibi olduğu biri batık iki bankadan kullanacağı krediyle, Turkcell'e ait hisseleri üstelik bugünkü düşük fiyattan geri alabilecek.."

Milliyet: "NE DEMİŞTİK? 'PAMUK ELLER CEBE, MEHMET EMİN BEY'İ KURTARIYORUZ' DEMİŞTİK... Bazıları bu haber için 'medya savaşı' dedi. Peki ne oldu? Devlet, Karamehmet'i eve ekmek götüremeyen halkın parasıyla kurtardı..."

Milliyet, anlaşmanın haksızlığını ortaya serebilmek için "popülizm" yapmayı da göze almıştı... Gazete, haberin dibine eklediği "İşte bu da vatandaşın durumu" başlığıyla şunları hatırlatıyordu:

"Postacıya kıyafet yok... İşçilere ikramiye yok... Çalışana nema yok... Memura servis yok..."

Tercüman: "PAMUK GİBİ KIYAK... BUNUN HESABINI HALK SİZDEN SORAR... İşçi, memur, esnaf, emekli, dul, yetim ve şehit ailelerine kaynak bulamayan devlet, 5 milyar dolar alacaklı olduğu halde Mehmet Emin Karamehmet'e 600 milyon dolar daha borç verdi..."

Akşam, "İşte milletin parasını dağıtan kurul" başlığıyla, BDDK üyelerinin fotoğraflarını gazetenin en tepesine yerleştirmeyi de unutmamıştı...

Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök ile Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz'ın da üzerine yazı yazdığı "gizli protokol"ün başka maddeleri de var, ama bizat bu gazetelerin de öne çıkardığı mesele, "Çukurova'nın, Pamukbank'taki yüzde 8 lik; Yapı Kredi'deki yüzde 11'lik Turkcell hisselerini, hem de bu bankalardan alacağı toplam 600 milyon dolarlık yeni krediyle satın alması" olduğu için biz de çerçevemizi bununla sınırlıyoruz...

YAPI-KREDİ: 'KREDİ VERMEDİK..'

Bu karmakarışık meselede, "Şu işin doğrusunu söyleyin bize" falan demiyorsunuz herhalde... Tabii ki "doğrusunu" biz de bilimiyoruz... Zaten Ertuğrul Özkök de "Doğruysa..." rezervi üstüne kurmuş bütün yazısını ve sonunda da "doğru olmadığına inanmak istiyorum" diye bitiriyor.

Yalnız, bu üç gazetenin haberiyle ilgili olarak ciddi bir problemin bulunduğuna işaret etmeden geçmemek lazım... Vatan'ın "gizli protokol" haberinin yayımlandığı gün, Yapı Kredi'den bir açıklama yapıldı. Banka, bu açıklamada "Çukurova Grubu'na kredi verildiğini ve bankanın elinde bulunan Turkcell hisselerinin gruba satıldığını" kesin bir dille yalanladı. Fakat üç gazete de ertesi gün (29 Ocak) manşetlerini bu açıklamayı dikkate almaksızın oluşturdu. Hürriyet, haberin devam sayfasında "Yapı Kredi: Çukurova Grubu'na kredi vermedik" başlığıyla duyurdu gelişmeyi. Milliyet ve Tercüman ise açıklamadan hiç söz etmedi...

Gene Sabah'ta yer alan bir habere göre, Çukurova Grubu'nun Pamukbank'tan Turkcell hissesi alması hukuken mümkün değildi. Çürkü "bankanın elinde böyle bir hisse senedi fiziken yok"tu. Çünkü, "Pamukbank'ın elindeki hisse senetleri başka bir şirkete, Turkcell Holding'e ait"ti...

Yani: Çukurova Grubu'nun Yapı Kredi ve Pamukbank'ın elindeki Turkcell hisselerini gene bu bankalardan alınan krediyle satın aldığı iddiaları en azından şimdilik kesinleşmiş, doğrulanmış enformasyon muamelesi göremez, bu çerçevede haberleştirilemez gibi duruyor...

Zavallı okur! Akşam gazetesinden, "Grupta çalışan 80 bin kişinin ekmeği"; öbür gazetelerden "tüyü bitmemiş yetimin hakkı" üzerine nutuklar dinleyip ne yapacağını şaşırıyor... Bakalım bu işin altından ne çıkacak? (A.G.)

Küçük bir rica!

Anlaşılan o ki bu "türban meselesi" sonunda Türklerin ruhsal sağlığını iyiden iyiye bozacak! Bu mesele bazı kesimlerde iyiden iyiye bir "saplantı" haline gelmiş durumda. Olmuyor, bu "türban" kaldıkça işler bir türlü rayına oturmuyor!

Habertürk'ten Yalım Eralp'in "Emine Erdoğan'dan Rica" başlıktı yazısı da (29 Ocak) bu kadim meselemizle ilgili. Ancak Eralp, "türbansız" bir yaşama ulaşılması yolunda alışılmışın dışında bir yöntem seçmiş. Habertürk yazarı meseleyi "Rica" ile halletmek istiyor.

Eralp önce "türban" meselesine bakışını özetlemiş: "Ben vicdan hürriyetine inanırım. Başkalarının kıyafetlerine kamu görevi dışında karışılmasına karşıyım." Görüldüğü gibi Eralp'in bakışının hiçbir özelliği yok; ülkemizdeki "vicdan özgürlüğü" tartışmasının zaten "kamu görevi" etrafında sürdüğünü hepten unutmuş gibi!

Eralp'in Emine Erdoğan'ın "türban"dan niçin vazgeçmesi gerektiğini (bu bir "Rica" da olsa) temellendiriş biçimi de enteresan: "Kamu görevi gereği sadece türban meselesi değildir. Eşi de kamu görevi gereği farklı giyinme, farklı konuşma zaruretini duyuyor. Hareketlerini ona göre ayarlıyor. Kamu görevi yapmayan birisi her gün kravat takmak zorunda değildir. Basının karşısına pijama ile çıkar isterse.. Recep Tayyip Bey bunları yapamıyor. (...) Emine Hanım kamu görevi sırasında baş açma olayını böyle görmeli.. mesele inanç ve vicdan hürriyeti meselesi değil; ondan farklı ve bir bakıma en az onun kadar önemli... Hadi Emine Hanım... Ülke çıkarları için.."(!)

Siz ne düşünürsünüz bilemeyiz ama biz "türban" meselesi üzerine epeydir böyle ikna edici bir yazı okumamıştık! "Hadi Emine Hanım... Ülke çıkarları için.."(!)

Bizce bu tahlildeki asıl yanlışlık şu: Yalım Eralp, "âdâb-ı muâşeret" ile "vicdan özgürlüğü"nü birbirine karıştırıyor! Eralp, Emine Erdoğan'ın üzerindeki kıyafetin "pijama" olmadığını bir algılayabilse, zaten mesele onun açısından da kapanacak! (K.B.)

Milliyet 'savaş bakanı'nı atadı: Serpil Çevikcan

Hiç mi hiç hoş bir durum olmadığı muhakkak.... Milliyet gazetesinin "savaş dairesi"nde sanki hiç erkek gazeteci kalmamış gibi, bu zorlu görev Serpil Çevikcan'a havale edilmiş görünüyor! Maaşallah Serpil Hanım da verilen görevi hakkıyla yerine getiriyor doğrusu... Savaşmaya yeminli Amerikan askeri kuvvetleri için bulup buluşturduğu o ne etkileyici başlıklar, o ne ifadeler... Siz ne düşünürsünüz bilemeyiz ama bize göre bu manzara gerçekten can sıkıcı olduğu kadar büyük bir haksızlık da. İyi vallahi; gazetenin erkek genel yayın yönetmeni nefes bile almadan ard arda "aşk" yazıları döşenecek, ama gazetenin bir kadın muhabiri işi gücü bırakıp Amerikalıların "Demir At"ının filan peşine düşecek... Haksızlık bu...

İşte size Serpil Çevikcan'ın kaleminden çıkma bazı savaş lakırdıları: "Demir At yola çıktı". / "21. Yüzyıl Tümeni" / "Kuzey cephesine 'dijital' tümen!" / "Süper tümenin marşı da iddialı". / "21. Yüzyılın kuvveti". / "Komutan Odierno 'nükleer' uzmanı". / "ABD'nin en iyileri bu tümenin üyesi". / "Büyük randevu". "Güneyde buluşacaklar". / "İşte Türk komutanlar" / "Türk uçakları Kürtçe mesaj yağdıracak..."

Aman aman bu kadarı çok bile, "21. yüzyılın tümeni Demir At" karşısında teslim oluyoruz! (K.B.)

'Denetçi raporu' kimin umurunda?

Dünyada bugünün tarihini taşıyan gazetelerin hemen hepsinde başköşeye oturan haber acaba hangisidir? Bundan kolay soru olur mu; madem ki bugün günlerden 28 Ocak 2003 Salı, başköşeye oturan haber tabii ki Irak'ta incelemelerini tamamlayan "Silah Denetçileri"nin 27 Ocak 2003 Pazartesi günü BM Güvenlik Konseyi'ne sundukları "Denetçi Raporu"nun içeriği ve bu rapora gelen ilk tepkiler hakkında bilgi veren haberden başkası değil. Bundan tabii ne olabilir; başka türlüsü mümkün mü? Madem ki aylardır Irak'a yönelik bir savaşla yatıp kalkan dünya, "denetçiler"in 27 Ocak'ta açıklayacağı ve açıkladığı raporu bekliyordu, başköşeye kurulacak haber de tabii ki bu raporla ilgili olacaktı.

Dünyada yaşamıyorsanız o zaman başka tabii...

Şimdi de isterseniz (ulusal "Türk basını"nın bütün üyelerini teker teker gözden geçirmek herkes için sıkıcı olacağından) söz konu "başköşe" haberinin ülkenin en büyük medya grubu içinde yer alan üç gazete tarafından nasıl algılandığı, sorusunu çevaplamaya çalışalım:

Radikal: "Denetçi raporu: kesin kanıtlar için Irak daha etkin işbirliği yapmalı / BM: Irak tatmin etmedi" (Manşet)

Hürriyet: "ABD savaş kararını yazmaya başladı" (Başsayfanın altında iki sütuna "bit kadar" bir haber!)

Milliyet: "BM silah denetçileri raporu açıklandı / Savaş yanlıları cesaretlendi" (Kendisine ancak 21. sayfada yer bulabilen bir haber!)

Çok tuhaf bir manzara değil mi? Öyle anlaşılıyor ki, 27 Ocak'ta açıklanması beklenen ve açıklanan "rapor", habere hakkını veren Radikal dışındakilerin umurunda bile değilmiş! Söz konusu raporda neler yer alıyor, rapora gelen ilk tepkiler nasıl yorumlanmalı, yeni bir raporun sonuçlandırılması için Almanya'nın ortaya attığı ve İngiltere'nin bile desteklediği 14 Şubat tarihini ABD nasıl kullanabilir gibi onlarca sorunun Hürriyet ve Milliyet için bir önemi yok... Onların derdi bambaşka; birisi Kara Kuvvetliri Komutanı'nın Denktaş'a verdi destekle, diğeri ise Kuzey Irak'ta görev yapacak "İşte Türk komutanlar"la meşgul....

ABD yönetimi gibi bu iki büyük gazetenin keyfi de, Irak'ta bulunması gerekenleri bir türlü bulamayan "silah denetçileri"nin verimsiz çalışmalarından dolayı bozuk olmasın... (K.B.)

'Tarihi Çağrı'nın yapıbozumu!

Ülkenin medya grupları arasında son günlerde iyiden iyiye şiddetlenen kavganın özetini yan sütunlarda bulacaksınız. Bu çerçevede Akşam (29 Ocak) gazetesinde yer alan "Tarihi Çağrı" başlıklı yazıyı arzettiği önemden dolayı ayrı ele alalım dedik:

"Tarihi Çağrı" kolayca tahmin ettiğiniz gibi Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök'ün adları (ve fotoğrafları) ön plana çıkarılarak "Doğan Grubu"na yönelik kaleme alınmış.

Peki herşeyden önce bu çağrı niçin "Tarihi Çağrı" adını taşıyor? Bu soruya cevap aramak için canınızı sıkmayın çünkü bu çağrının "Tarihi Çağrı" olarak adlandırılmasının nedeni bu çağrıyı yapanların çağrılarına "Tarihi Çağrı" adını münasip görmelerinden ibaret!

Şaşırtıcı bir biçimde "Tarihi Çağrı"nın altında "AKŞAM" imzası yer alıyor. Bu imza şaşırtıcı, çünkü "Tarihi Çağrı"da "imza" dışında Akşam'ın adı bir kez olsun dahi geçmiyor! Demek ki, işin doğrusu, "Tarihi Çağrı"nın altında yer alması gereken imza "Çukurova Grubu" olmalıydı....

"Tarihi Çağrı" çok "dokunaklı" bir dille kaleme alınmış. "Çukurova Grubu" bünyesinde çalışan "80 bin çalışan ve ailesi işsiz kalsın mı diyorsunuz?" gibi, meseleyle pek de ilgisi olmayan ifadeler kullanılmış...

"Dokunaklılık" açısından çok daha önemli başka cümleler de var. Mesela şu: "Yağma mı var? Ankara'da fikri hür, vicdanı hür, ilmi hür ve bir devlet var. Türkiye'yi sahipsiz mi sanıyorsunuz?" Gerçekten çok etkileyici... Şurası muhakkak ki, "Çukurova Grubu" (yani "AKŞAM") Fikret'in şu ünlü dizesini "devlet"e de uyarlamayı başararak "Tarihi" bir adım atmış!

Zavallı Fikret! Bu büyük şair Hürriyet yolunda kaleme aldığı dizesinin bir gün gelip "devletleştirilebileciğini" nasıl tahmin edebilirdi? (K.B.)


30 Ocak 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED