|
|
İnsan üretimi olan suç, aynı zamanda insan için en karanlık olgulardan biri. Toplumsal ya da siyasal hukuk, suçun ortaya çıktığı dönemde cezai karşılıkları belirlemekte zorlanmamış. Ancak suçun failini tespit etmek ve kökenlerini anlamak 'ceza' belirlemekten daha zor. Batı'da bireysel suçların yaygılaşması üzerine doğan kriminoloji bilimi; suçun ve nedenlerinin çeşitliliğinden ötürü psikoloji ve sosyolojiden adli tıp ve kimyaya kadar pekçok bilimden yararlanıyor. Kriminoloji, planlı bireysel suçların Türkiye'de de ortaya çıkması üzerine polisin, hukukun ve polisiye edebiyatın daha çok ilgilendiği bir bilim haline geldi. Özellikle Sis ve Gece, Kar Kokusu ile Patasana adlı romanlarıyla polisiye romancılığın Türkiye'deki önde gelen isimlerinden biri olan Ahmet Ümit, ülkemizdeki suç olgusunun tahlilini yaparken edebiyatla gerçek yaşam arasında karşılıklı alışverişten yararlanıyor ve özet ifadesini şu cümlede bulan bir tez geliştiriyor: "Kültürel kodlardan beslenen beraberlik anlayışı ve topluluk olgusu Türk tipi suçta organize bir yapı ortaya çıkardı."
RÖPORTAJ: FERHAT ÜNLÜ Suçun kültürle doğrudan bağlantısı vardır. Ülkemiz insanının, aile bağlarının güçlü olmasından gelen bir beraberlik ve ortak hareket etme refleksi var. Bu suçta da bireysel değil, organize yapıların ortaya çıkmasına neden oluyor. Biz şu anda bir önceki kültürü kullanıyoruz. Hukuka bakın. Cumhuriyet'ten beri Medeni Hukuk var ama aslında toplum bir başka hukuku uyguluyor. Mesela kan davası olgusu. Yani halk hala haklarını devlete teslim etmedi. Toplumdaki kültürel evrimin yanı sıra suç türlerinin farklılaşmasının da etkisi var bunda. Ama cinayet olgusunu ele alalım; bütün değişimlere rağmen Türkiye'de yalnızca katilin psikolojik profiliyle açıklanacak bireysel, planlı suçların varlığından söz etmek zor. Batı'da suç olgusu ve polisiye edebiyat ile ekonomik ve sosyal gelişim arasında açık bir bağ sözkonusu. Bizde ise polisiye, klasik modern sürecini yaşamadan modernizm sonrası bir kalıba dahil oldu. Bu durum gerçek suçla polisiye edebiyat arasındaki bağı zayıflatmıyor mu? Edebiyat gerçek yaşamdan esinlenir. Ama bazen de edebiyat gerçek yaşamda olacakları söyler. Edebiyatçının bu anlamda bir öngörüsü vardır. Polisiye romanı yaratan şey söylediğiniz gibi Batı'daki ekonomik ve toplumsal değişimlerdir. Bu noktada edebiyat gerçek yaşamdan esinlenmiştir. Polisiye okumak da riske girmeden tehlikeyi yaşamaktır bir anlamda. İkinci veriyi ele alalım. Polisiye edebiyat da yaşamda olacakları söylemiştir ve bu anlamda faydalıdır. Agatha Christie'nin sanırım bir kitabından yola çıkarak İngiltere'de biri bir suç işliyor, bulunamıyor. Scotland Yard dedektiflerinden biri bu kitabı okuyor ve emekliliğin ardından olayı çözüyor. Polisiye romanların katilleri özendirdiğine inanmıyorum. Seri katillerin ortaya çıkış nedeni başkadır. Modernizm insana iyi, akıllı olduğunu fazlasıyla dikte etti. 'Herşey insan için' dedi. Bu düşünce artık çökmüştür. İnsan yalnızca iyi değil, aynı zamanda kötüdür. Yaratıcıdır ama aynı zamanda yıkıcıdır da... Polisiye işte bu gerçeğe de kılavuzluk ediyor. Bir polisiye yazarı olarak nasıl bir suç teorisi ortaya koyarsınız? Bireyin varlığı ile toplumun varlığı arasındaki gerilim suçu nasıl etkiliyor?
Suç bence dinamik bir şeydir. Bu dinamiği belirleyen iki unsur var: Toplumun koyduğu kurallar ve kişinin var olma durumu. Toplum kendi statükosunu sürdürmek açısından hep yasa koyar, yasayı korur. Bu statik bir duruşu simgeliyor. Birey ise dinamiktir, statik değil. Bireyin dinamik unsurları ile toplumun statik unsurlarının çatışmaya başladığı noktada suç ortaya çıkar. Bugün Modernizm'in kendini korumaya yönelik refleksleri bireye çok ağır geliyor. Toplumdaki sağlıksız koşullar öldürme hissi yaratıyor ama tabii bunun bireyin sınıfıyla olduğu gibi nörolojik yapısıyla da ilişkisi var. Sonuç olarak 'suçta birinci faktör nedir?' derseniz 'çevre' derim. Çünkü ihtiyaçları karşılanmış, ekonomik ve sanatsal anlamda doymuş insanlar arasında suç işleme oranı azdır.
|
|
|