|
|
9'uncu Aztek İmparatoru Montezuma II, 1502 yılında tahta geçtiğinde, yönetmeye talip olduğu ülkesi kuzeyde bugünkü Teksas'tan başlayıp güneyde ise Honduras ve Nikaragua'yı içine alan dev bir imparatorluğa dönüşmüştü. Tarihlerinin en geniş sınırlarına ulaşan Aztekler matematikten astronomiye, inşaat mühendisliğinden tekstile dek bir çok alanda altın çağlarını yaşamaktaydılar. Ülkenin her köşesi birer mühendislik harikası olan dev piramit tapınaklarla donatılıp pek çok yerleşim biriminde canlı bir ticarî hayat hüküm sürerken, başkent Tenochtitlan'da da (günümüzün Mexico City'si) ülkeye ilişkin bütün yıllık planlamalar bir güneş yılını tamı tamına 365 güne bölen ünlü "güneş takvimi" ile yapılmaktaydı. Onların son derece hassas astronomik hesaplamalardan sonra buldukları bu takvimi gündelik hayatlarında kullandıkları dönemde, 8 bin kilometre ötedeki Avrupa'da ise astronomi biliminin temellerinin henüz yeni yeni atılmaya başlandığını hemen hatırlatalım. Kralı adına yeni dünyanın zenginliklerini keşfetmeye çıkan İspanyol komutan Hernando Cortes, 1519'da yanında 11 gemi, 508 asker, 100 dolayında gemici ve 16 at ile işte böyle bir "rüyalar ülkesi"ne ayak basacaktır. Dinlerine çok bağlı olan Aztekler, "yıllar önce uzak diyarlara gitmiş sakallı bir tanrının, gün gelip yeniden döneceğine" ilişkin köklü bir efsaneye inanmaktadır. Bu yüzden de sakallı Cortes'i adeta bir çeşit "mesih" gibi karşılarlar. Özellikle de İspanyolların yanlarında getirdikleri atlar onları çok şaşırtmıştır. Çünkü, Amerika kıtasında o tarihe kadar at nesli yoktur. Ayrıca, sonradan uygarlıklarının sonunu getirecek olan barutu ve top namlularını da çocukça bir ilgiyle karşılarlar. Seçkin bir rahip olarak yetiştirilmiş İmparator Montezuma'nın tavrı, tebâsından farklı olmaz. Uzaklardan gelen bu konukların Azteklerin kutsal metinlerindeki "vaad edilmiş kişiler" olduklarını düşünerek, onlara hiç tereddütsüz ülkesini ve servetini açar. Her yer altın ve gümüş rezervleriyle doludur, ancak işin ilginç yanı bu iki metalin Aztek ticaret hayatında hiç bir karşılığı yoktur. İspanyollar, yerlilerin ticaret hayatında ödeme aracı olarak "renkli tavus kuşu tüyleri" kullandıklarını şaşkınlık içinde farkederler. Ülkedeki ana değer birimi budur. Aztek inançlarını lehine kullanarak ülkeyi sinsice adım adım işgal eden Cortes, başkent Tenochtitlan'a ulaştığında ise Montezuma'nın iktidarı için ciddi bir tehlike haline gelmiştir. Çünkü, Aztekler'in çok büyük bir kısmı artık onun denetimine girmiş durumdadır. Yerlileri çok korkutan yoğun bir top ateşi sonucunda Aztek İmparatorluğu'nun rüya başkenti Tenochtitlan düşer ve Montezuma Cortes'in adamları tarafından gözaltına alınır. Gözü dönmüş İspanyol askerleri, yaşanan arbede sırasında imparatoru ağır biçimde yaralamışlardır. Ki günümüzde bazı kaynaklar olayın bir yaralama olmadığını, Montezuma'nın doğrudan doğruya işkence gördüğünü söylüyor. Tutuklu bulunduğu zindanda gördüğü ağır işkencelerin yanısıra, tedavi edilmeyen yaraları nedeniyle derin acılar içinde kıvranan imparator, bir kaç günü bu şekilde geçirdikten sonra, 30 Haziran 1520 günü 54 yaşında hayata veda eder. Ölüm anına tanık olan bazı İspanyol askerleri ve Aztek yerlileri, onun son nefesini verirken gözyaşları içinde bir beddua mırıldandığını anlatırlar çevrelerine. İmparator kendince farklı bir ad verdiği Yaradan'ına yalvarmakta ve "ülkesini yok eden bu vahşilerin cezasız kalmamasını" dilemektedir. Ancak, kulağına çalınan bu dramatik olay Cortes'in umurunda bile olmaz. O, önündeki son engelin de ortadan kalkmasından dolayı gayet hoşnuttur. Ardından büyük bir seferberlik başlar. Ülkede Aztekler için dinsel anlamı olan ne kadar kutsal simge varsa hepsi teker teker yokedilir. En sonunda sıra başkentteki "büyük piramit"e, yani "Templo Mayor"a gelecektir. Cortes, Aztekler' in kendi dinlerince bir çeşit "hac noktası" olarak kabul ettikleri bu dev yapıyı hiç bir vicdanî rahatsızlık duymaksızın yerle bir ettirir. Ve hemen yakınlarına da Latin Amerika'nın en büyük Hıristiyan ibadethanesi olan San Fransisco Katedrali'ni yaptırır. Tabiî ki, tümüyle Aztek halkından çaldığı maddî kaynaklar ve köleye dönüştürdüğü yerlilerin kol kuvvetiyle! Yıllar geçip İspanyolların Latin Amerika'daki egemenliği pekiştikçe, bölgedeki büyük yıkımın son izleri de silinecek ve başkentte "Templo Mayor"dan geriye bir tek taş, hattâ yerini bilen biri dahi kalmayacaktır. Montezuma'nın laneti
Aztek başkenti Tenochtitlan'da (günümüzün Mexico City'si) ülkeye ilişkin bütün yıllık planlamalar bir güneş yılını tamı tamına 365 güne bölen ünlü "güneş takvimi" ile yapılmaktaydı. 20 Arkeoloji dünyasını sarsan olay... 'nci yüzyıldayız... 18 milyon dolayındaki nüfusuyla dünyanın en kalabalık kentine dönüşen Mexico City'de belediye, 1978 yılında büyük bir yeraltı imar faaliyetine girişir. Amaç, caddelerin altında salkım saçak ilerleyen elektrik, su ve telefon hatlarını bir düzene sokmaktır. Bu yüzden kentin her köşesi köstebek yuvasına döndürülecektir. İşte "büyük haber" de tam bu sırada gelir. Belediye İşçileri, San Fransisco Katedrali yakınlarındaki bir mezbelelikte kazı yaparken "bazı taşlar" bulmuşlardır. Bunun üzerine yerel yöneticiler, konuyla ilgilenmesi için eski eserler dairesinden bir arkeolog gönderilmesini isterler. Beklenen kişi kısa sürede gelir. O günlerde meslekî kariyerinin henüz başlarında gencecik bir akademisyen olan Aztek tarihi uzmanı Dr. Hector, kazı alanında bir kaç gün boyunca çalışır ve hafriyat sırasında ulaşılan bulguları tek tek inceler. Ardından da onlarca basın mensubunun huzurunda, yüzünde muzaffer bir ifadeyle şu açıklamayı yapar: "Azteklerin, Hernando Cortes tarafından yıktırılan büyük tapınağını yeniden bulduğumuzu tüm dünyaya ilan ediyorum." Bölge derhal SİT alanı ilan edilir ve her türlü trafiğe kapatılır. Dr. Montezuma, kazılara gönüllü olarak katılan Aztek kökenli yüzlerce yurttaşının yardımıyla, kayıp tapınağın temelini tamamen günışığına çıkartacaktır. Kazılar sırasında yeraltından çıkartılan pek çok tarihi eser de hemen yakınlarda kurulan Templo Mayor Müzesi'ne taşınır. Şimdi söyleyeceklerim karşısında lütfen sıkı durun. Aztekler'in son imparatoru Montezuma'nın yıktırılmasını gözyaşları içinde, tir tir titreyerek izlediği büyük tapınağını 458 yıl sonra yeniden insanlık mirasına kazandıran bu gencecik bilim adamının tam adı "Hector Montezuma"dır. Ve Montezuma da günümüz Meksikasında pek sık rastlanmayan Aztek kökenli bir soyadıdır. Öyküsünü daha önce öğrendiğim Templo Mayor Tapınağı'nın kalıntılarını karmakarışık duygular içinde gezdim, ardından da hemen yanıbaşına kurulu bulunan aynı adlı harika müzeyi... O günlerin genç akademisyeni Dr. Montezuma, günümüzde ise ülkesinde çok iyi tanınan ünlü bir arkeoloji profesörü olmuştu. İşin ilginç yanı, temellerini kendisinin attığı Templo Mayor Müzesi'nin de müdürlüğünü yapmaktaydı. Prof. Montezuma'yı ziyarete gittim ve kendisiyle Azteklerin katledilişleri üzerine bir kaç saat süren güzel bir sohbet yaptık. Görüşme-mizin bir yerinde kendisine bu inanılmaz soyadı benzerliğini nasıl yorumladığını sorduğumda, parmağını kaldırıp mütebessim bir ifadeyle havayı gösterdi ve şöyle dedi: "God!" (Allah!) Olup biten herşeyin kaderin bir tecellisi olduğuna inanıyordu. O an ben de, inançları ne olursa olsun, bir haksızlık karşısında kendisine içtenlikle yakaran mazlumlara Yüce Yaratıcı'nın ne denli adil davrandığını düşündüm. Bu arada, öykümüzün en ilginç tarafını daha henüz anlatmadığımı belirteyim. Templo Mayor'un yeniden ortaya çıkartıldığı dönemlerde, bir kaç yüz metre ileride kurulu bulunan görkemli San Fransisco Katedrali'nin gövdesinde ise derin çatlaklar oluşmaya başlar. Önceleri zamana bağlı doğal bir yıpranma olarak algılanan bu çatlaklar şaşırtıcı bir hızla büyür ve binanın ayakta kalmasını tehdit eder hale gelir. Ayrıca, dayanıksız bir zemin üzerine yapıldığı anlaşılan tarihi yapı her yıl bir kaç santim toprağa batmaya başlamıştır. San Fransisco Katedrali'ni de ziyaret ettim. Günümüzde çıplak gözle kolayca farkedilecek bir biçimde eğilmiş olan bu yapının her köşesi çelik köşebentlerle desteklenmiş durumdaydı. Çökme tehlikesi olduğundan dolayı, çok özel günler haricinde toplu ibadete kapalı tutuluyordu yorgun katedral. Gezim sırasında görevlilerin turistlere içeride yürürken mümkün olduğunca sessiz dolaşmalarını öğütlediklerine tanık oldum. Uzmanlara göre, sorun temelden başladığı için San Fransisco Katedrali'ni ilelebet ayakta tutma şansı yoktu, yalnızca geçici tedbirler alabiliyorlardı. Yapının muhtemelen 20 yıl gibi bir sürede de tamamen çökmesi bekleniyor. Evet, Montezuma işkence altında son nefesini verirken Yaradan'ına sığınıp, kendisini ve ülkesini yokedenlere çok derin bir beddua etmiş. Aradan geçen yıllarda Meksika nice acılar çekti. Önce İspanyollar ülkeden çekilmek zorunda kaldılar. Ardından bağımsızlık yanlıları topraklarının yarısından fazlasını ABD'ye kaptırdı. Sonunda bağımsız Meksika da kuruldu, ancak başı hiç bir zaman dertten kurtulmadı. Ardarda kaybedilen savaşlar, doğal afetler, askerî darbeler, enflasyon, berbat yöneticiler, korkutucu bir suç dalgası ve daha nice köklü sorunlar. Dünyanın sayılı petrol üreticilerinden biri olmasına ve onca yeraltı zenginliğine karşın, bu güzel ülke günümüzde de büyük ağabeyi ABD'nin gölgesinden kurtulup ayakları üzerinde doğrulmayı bir türlü başaramıyor. Montezuma'nın laneti mi? Yok canım siz de! Şu bilim çağında böyle birşeye inanılır mı, o sadece bir efsane!
|
|