|
|
8 Ocak'ta gazetecilere verilen Genelkurmay kokteylinde, askerlerin hükümete yönelik "uyarı"ları bazı gazetecilerden tam ve kesin bir destek aldı. Bugün size onlar arasından seçtiğimiz bir demet sunuyoruz... Bazı gazeteciler de üsluba ya da takıldıkları birkaç noktaya ilişkin küçük eleştirilerle belirttiler desteklerini, ama dediğimiz gibi bugün sadece, "kokteyl"e hiçbir muhalefet şerhi koymadan destekleyen "en sivil"leri alıyoruz buraya... Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, yer darlığından dolayı tümünü de alamıyoruz...
Hikmet Çetinkaya (Cumhuriyet): "(...) Orgeneral Özkök haklıydı!.. Kimi medya kuruluşları, özellikle kimi yazarlar TSK'yi siyasete bulaştırma çabasında değil miydi? Türkiye'nin bunca ekonomik sorunu varken AKP'nin iktidar olmasıyla birlikte gündeme 'sıkmabaş' giriyor, laik demokratik Cumhuriyetin temeline dinamit koymak isteyenler 'demokrasi kahramanı' olarak ortaya çıkıyorlardı..." Orhan Birgit (Cumhuriyet): (...) TBMM Başkanı'nın eşine türban konusunda izletmek istediği şovdan yola çıkarak iki ay içerisinde ülke gündeminde yer alan olayların sonunda Genelkurmay başkanı, 28 Şubat olgusunun yaşamda olduğunu vurgulamak gereğini duydu. (...) Her ülkenin kendine özgü iç dengesini düzenleyen yasaları ve kuralları vardır. Siz, örneğin AB'ye giriyorum diye o kuralları ve yasaları gözardı edemezsiniz. Önceki gece bu olgu bir kez daha kendini göstermiştir..." Cüneyt Arcayürek (Cumhuriyet): "(...) Şimdi gazetecinin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Büyükanıt'a yönelttiği şu soruya bakın: 'Genelkurmay Başkanı'nın hükümete yönelik sözleri ağır olmadı mı?' (Soruyu Taha Akyol sormuştu. –Kronik Medya). Hey Yarabbi! Genelkurmay'a 'akredite olmadıkları' için basın kokteyline çağrılmayan kimi gazeteler, gazeteciler adına kimileri sanki icra-ı meslek eyliyorlar..." Mustafa Balbay (Cumhuriyet): "'Kırmızı çizgiler' tanımı, diplomatik bir kavramdan öte kurumların, devletlerin kesinlikle kabul edemeyeceği durumlar olarak dilimize yerleşti. Özkök konuşmasında bunların altını çizdi..." Hikmet Bila (Cumhuriyet): "YAŞ kararlarına konulan 'şerh' ve son haftalarda, iktidardan askere yönelik olarak peş peşe gelen sıkıştırma girişimlerinden sonra, Genelkurmay'ın yanıt vermesi, beklenen bir gelişmeydi. (...) Ordu halkın ordusudur. Ve halkın ordusuyla sorunu yoktur. Halkın, kendi ordusuyla sorunu varmış gibi göstermeye çalışmak ve böylece siyasal kazanımlar elde etmeye çalışmak, bugüne kadar hep ters tepmiş ve kaybettirmiş bir çabadır. Size bir sır vereyim, bundan sonra da kaybettirecektir." Tufan Türenç (Hürriyet): "Üslup nazik, hatta zarif ama verilen mesajlar sert, kararlı ve ödünsüzdü. (...) Hiç kuşku yok ki, Türk Silahlı Kuvvetleri, yürekten bağlı olduğu Cumhuriyet'in temel değerlerini, siyasi iktidarın paylaştığından kuşku duyuyor. Kabul etmek gerekir ki, bu kuşkuyu gidermek siyasi iktidarın görevi olmalıdır. Çünkü laik, demokratik cumhuriyet, Türkiye'nin asla ödün vermeyeceği vazgeçilmez yüce bir değerdir." Ertuğrul Özkök (Hürriyet): "Önceki akşamki davette Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, sivil elbisesiyle yaptığı konuşmaya çok yumuşak bir girişle başladı. Genelkurmay'ın basına açılımını anlattığı bu ilk bölümden sonra konuşmanın tonu değişmedi ama üslup belirgin bir biçimde farklılaştı. Orgeneral Özkök, deyim yerindeyse, kadife eldiven içinde demir bir yumruk çıkardı..." Güngör Mengi (Vatan): "Hiç kimse bu çıkışı yadırgamamalıdır. Söylenenler, düşünülüp taşınılmış, öyle söylenmiş sözlerdir. (...) Bu uyarıcı eleştiriden hükümet tehlikeli sulara kendisini çeken çevreleri bastırmak amacıyla yararlanmaya baksın. Laikliğe kazık atmakla yitirilecek zamanı yok Türkiye'nin..." Erdal Şafak (Sabah): "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök'ün basın kokteylinde sözcüklerin üstüne basa basa okuduğu, daha sonra da tüm gazetecilere dağıtılan 8 sayfalık metnin, 28 Şubat'taki MGK toplantısının ardından yayınlanan bildiriden anlam ve ağırlık olarak pek farkı yok..." Yavuz Donat (Sabah): "'Olay'a nasıl bakılırsa bakılsın... Ortada bir 'gerçek' var: 'Karizmanın çok erken çizildiği' iyi olmadı. (...) Hükümetin 'yumuşak karnı' askerle ilişkilerdi. O konuda 'dikkatsiz' davrandı. Bin defa anlatılsa, fıkra 'klasiktir... Günceldir.' Hani idam sehpasındaki laz, son sözü sorulunca'bu bana ders olsun demiş ya... 'Teşbihte hata olmaz' bu olay da umarız yönetime bir ders olur..." Şakir Süter (Akşam): "(...) Uzun sözün kısasını yazalım. Ordu, hepimizin bildiği noktada hiç kımıldamadan dimdik duruyor. Bunu bilmek için bir dizi sancıyı yaşamaya gerek yoktu. Ancak bir hükümet değişikliği sonrasında yaşanan bildik sıkıntılar üzerine ordu, 'meydanı boş sanmayın, biz buradayız' demek ihtiyacını hissetmiş. Bizim için hiç sürpriz olmadı; bu açıklamalara şaşıranlara 'günaydın' diyoruz!.." Nuray Başaran (Akşam): "(...) Siyasi iktidar ile devlet iktidarı farklılığının uyarısı yapılmıştır. (...) Zira siyasal sistem, sadece iktidar olabilmenin bir bölümüdür. Türkiye rejimi; Cumhurbaşkanı, ordusu, bürokrasisi, basını ve iş çevreleri ile farklı iktidar kompartımanlarına sahiptir. Kompartımanlar arası bağlantıyı iyi kurabilen siyasal iktidarlar başarılı olma şansına sahiptir. Birileri sadece kendilerini lokomotif sayma hayaline kapılmamalıdır..." Hakan Aygün (Habertürk): "Laik Kuvvetler'in resepsiyon tatbikatı..." Altemur Kılıç (Habertürk): "Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök (...) bundan böyle herhalde '8 Ocak olayı' diye anılacak zarif-ince bir balans ayarı yaptı..." Atilla Yeşilada (Habertürk): (...) YAŞ kararlarına itiraz etmek AKP tarafından 'demokratik hakların kullanılması' olarak lanse edildi, Sn. Özkök cevabını verdi. Milli Savunma Komisyonu'nun başına Ordu'dan atılan değerli bir milletvekili getirildi ve bir ay geçmeden istifasını verdi. Yani herkes YAŞ mı kuru mu gördü..." Fikret Bila (Milliyet): "Org. Özkök'ün kırmızı çizgileri, Cumhuriyet'in temel nitelikleriydi. Bu niteliklere dokunulamayacağını, bunu amaçlayan davranışların hoş görülemeyeceğini vurguladı..." Güneri Cıvaoğlu (Milliyet): "Org. Özkök, 'TSK'nın inançlara saygılı olduğunu, ama bir simge olarak türban dayatmasını kabul etmediğini' de söyleyerek Atatürkçü ve laik çizgilerle oluşan bir çerçeve çizmiştir..." (A.G.) "Kokteyl"in isim babaları Genelkurmay Başkanlığı'nın 8 Ocak akşamı basına verdiği kokteyle ilişkin yorumlar ertesi güne yetişemediği için, kimin ne düşündüğünü öğrenmek için 10 Ocak tarihli gazeteleri beklemek gerekti. Genel manzarayı çok kısaca tasvir edecek olursak: Çok cesaret kırıcı, seyredene çok umutsuzluk aşılayan, ülkenin geleceği açısından "hüzün verici" bir manzara... Tamam hepimiz biliyoruz; "Türk medyası"nın "tabii reflekslerini" az çok hepimiz biliyoruz. Ama bir ülke basını "tabii" davranacağım diye ilke ve görevlerini bu derece de unutabilir mi? Hemen herkes dört gözle "8 Ocak olayı"nı bekliyormuş da haberimiz yokmuş.... Evet gözümüz aydın; o, bu derken bir de "8 Ocak olayı"mız oldu! Herkese, hatta insanlığa hayırlı uğurlu olmasını dilediğimiz "nevzat"ın isim babalığı da Gazete Habertürk adını taşıyan ve milleti üzerine güldürmeyi peşinen kabul ederek kendisini "en özgür gazete" olarak tarif eden basılı kağıtın yazarlarından Altemur Kılıç'a nasip oldu. Kılıç, 10 Ocak sabahı için karaladıklarının başına şu açıklamalı adı yerleştirmiş: "'8 ocak' olayı: Zarif bir balans ayarı"(!) İnsanın gülesi bile gelmiyor; yani durum o derece gülünç... "Kokteyl"in isim babalığına soyunan bir diğer gazeteci de Star'dan Erdal Bilallar. Haddinden fazla "bilmiş" bir ruh haliyle kaleme alınmış yazının başlığı, Kılıç'ın önerisi kadar "zarif" değil, çok daha "açık sözlü": "Bu da 8 Ocak süreci!" Bilallar'ın yazısından birkaç satır daha aktaralım da, ülke basınının nasıl bir "blokaj" ile karşı karşıya bulunduğu daha iyi anlaşılsın: "AKP'nin ve hükümetin en ılımlı ismi olan Abdullah Gül'ü açık açık hedef alan Genelkurmay, sabrının sonuna gelmiştir... (...) SON SÖZ: Eğer amaç senaryo gereği gerginlik yaratmaksa Başbakan Gül bilmelidir ki; bu filmde AKP'liler sadece figurandır... Rejisör'ün 'Stop' dediği yerde her şey duracaktır. Çünkü Türkiye'de şimdi de 8 Ocak süreci başlamıştır..." Hop hop "Erdal Abi" bu ne sürat! Stop! Stop! 'Kokteyl'e tek açık eleştiri "Akredite olmayan" basındaki bazı yorumları saymazsak, Genelkurmay brifinginde ortaya çıkan manzarayı, lafını hiç eğip bükmeden eleştiren tek köşe yazarı, Akşam'dan Zülfikâr Doğan oldu... Doğan'ın "Çalışan gazeteciler, bölüşen gazeteciler... Muhtıracı gazeteciler" başlıklı yazısının konumuzla ilgili bölümü şöyle: "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün 'medya daveti' vesilesiyle açıkladığı görüşlerini ve bu arada, Başbakan Abdullah Gül'ün Şura kararlarına 'şerh' koyarak irticayı 'cesaretlendirdiği' ithamını yine medyamız çok sevdi. Bir yandan demokrasi yanlısı, ihtilal karşıtı, Türkiye'de AB standartları taraflısı ve demokrasi üzerinde 'asker gölgesi' itirazcısı görünen Türk medyası, Orgeneral Özkök'ün açıklamalarını 'hükümete muhtıra, uyarı, sert uyarı' vb. başlıklarla sunup, nerede ise bir tek 'Haydi aslan asker, yap bir darbe, yap bir ihtilal' davetini manşetlere taşımadı. "TBMM'nin Başkanı'na Genelkurmay Başkanı'nın 'karşılama yapmadığı, yüz vermediği' manşetlerini atan gazetelerimiz, işi öyle boyutlara taşıdılar ki, bundan asker bile rahatsız oldu ve fotoğrafları bizzat Genelkurmay basına dağıttı. "Şimdi, sınırımızın ötesinde harp tartışmaları yaşanırken, memleket binbir dertle boğuşurken, bu tartışma kime hizmet? Demokrasi kurallar sistemi ise, her kurum yerini, yetkisini bilmeli. Genelkurmay Başkanı'nın devlet sistemimiz, kamusal idari yapılanmamız açısından 'bağlı' bulunduğu seçilip gelmiş, TBMM'nin içinden çıkmış bir hükümete ve Başbakan'a yönelik değerlendirme ve ithamlarının, bizzat kendilerinin en çok yakındığı 'TSK'nın yıpratılmaması, siyasete çekilmemesi' kaygılarıyla ne ölçüde bağdaştığı yoruma muhtaç." Başbakan Gül'ün, ortalığı 'kızıştırmak' isteyen medyaya verdiği, 'Görevimin, yetki ve sorumluluklarımın bilincindeyim, neyi nerede, hangi zeminde konuşacağımı bilirim. Böyle konuları basın aracılığıyla tartışmam' tavrı doğru, düzgün, devlet adamlığı kimliğine uygun ve anlayana, yanıt arayana, askerle-siyasal iktidarı kapıştırmak isteyenlere de manalı bir yanıt. (A.G.) En geç 23.00'te ortaya çıkan çok önemli gelişme gazetelerde nasıl olmaz? Konumuz Kıbrıs... Daha doğrusu Türk Dışişleri bürokrasisinin Kıbrıs konusunda "bölündüğünü" düşündürten çok önemli gelişmeler... Kronolojik gidelim: Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yusuf Buluç, 8 Ocak Çarşamba günü düzenlediği basın toplantısında "Annan planından sonra Türkiye'nin Kıbrıs politikasında 'düzeltme' yapmak gereğinin ortaya çıktığını ve bu düzeltmenin 'yapıldığını'" açıkladı; aynen bu cümleyle ve bunu hepimiz televizyonlardan, sözcünün kendi sesinden izledik... Ertesi gün (9 Ocak Perşembe) bu önemli haber bütün gazetelerde yerini aldı. Kıbrıs konusunda "geleneksel politika"dan hiçbir tavize yanaşmayan bazı köşe yazarları, bu açıklama üzerine çok sert yazılar kaleme aldı aynı gün (Başta Oktay Ekşi). Gazetelerde bu haberin çıktığı gün, önümüzdeki günlerde Kıbrıs'ı ziyaret edecek olan TBMM üyelerine Dışişleri Bakanlığı'nda iki saatlik bir "brifing" verildi (o günkü gazetelerde 'birifingin verileceği' haberleri de vardı). 9 Ocak Perşembe akşamı CNN Türk'teki "Editör" haber bülteninin ilk haberi bu brifinge ilişkindi... Habere göre, brifingi veren Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ile Dışişleri'nin Kıbrıs bölümü başkanı, sözcü Yusuf Buluç'un sözlerinin "maksadı aştığını", politikalarda bir değişikliğin söz konusu olmadığını, gerekirse o açıklamanın da "yazılı olarak" düzeltileceğini açıklamışlardı... Şimdi, demek ki, en geç saat 23.00'te bir televizyon kanalı tarafından verilen bir haberle karşı karşıyayız (brifingin gündüz saatlerinde yapıldığını hatırlarsak, demek ki çok önceden de alınabilecek bir haber bu). Fakat 9 Ocak'ta "Türkiye'nin Kıbrıs dış politikası değişiyor" haberlerini veren hiçbir gazete 10 Ocak Cuma günü "düzeltmenin düzeltmesi" haberini vermemişti. Oysa gün içinde bu Dışişleri Bakanlığı tarafından "yazılı olarak" da duyuruldu ve gazeteler ancak 11 Ocak tarihli sayılarında haberleştirdiler bu önemli gelişmeyi... 9 Ocak, biliyorsunuz, "kokteyl"i izleyen gün oluyor... Gazetecilerin üzerine her bakımdan bir rehavetin çöktüğü gün yani... Gazetelerin, en geç saat 23.00'te ortaya çıkan çok önemli bir gelişmeyi "atlamalarını" açıklayabilecek başka bir şey bulamadığımız için, meseleyi "kokteyl rehaveti"yle açıklama eğilimindeyiz biz... (A.G.) Bu arada yeni bir 'paradoks' da kazanmış olduk Habertürk'ten (Gazete olanı) Hakan Aygün, "Laik kuvvetler'in resepsiyon tatbikatı" başlıklı yazısında (10 Ocak) Genelkurmay Başkanı'nın "kokteyl" konuşmasını analiz ediyor. Daha doğrusu konuşmanın "kodlarını" çözüyor. İşte yazıda bir bölüm: "Özkök Paşa, bu örnekle medyanın 'savaş hali'ne yani 'önce vatan sonra gazetecilik' pozisyonuna geçmesini istedi. Kodlarını çözersek, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta aldığı önlemlerin 'görmezden' gelinmesini rica etti. Türk medyası önümüzdeki günlerde, 'önce vatan mı, haber mi?' paradoksunu çok sık yaşayacak."
Hadi bakalım herkes yerini seçsin...
Yoksa, "Ne vatan ne gazetecilik" mi? Görüyorsunuz, sonunda bunu da başardık; sonunda "vatan" ve "gazetecilik"i de birbirine hasım kılmayı becerdik... Bu Türkiye de "paradoks" üretiminde amma marifetli ülkeymiş yani... (K.B.) Özür ve düzeltme 10 Ocak tarihli Kronik medya'da yer alan "Yine bize iş çıktı: Basının 'sivil generalleri' kim?" başlıklı yazının teknik bir hata nedeniyle yayımlanamayan son bölümü şöyle: "Davetli basın mensupları" dikkat edin, Org. Özkök, bu sözleri size söylüyor.... Genelkurmay Başkanı aranızdaki "sivil generaller"i de çok sevip takdir ettiklerini söylüyor... Ve tabii, "basın" hakkında, "basın özgürlüğü" hakkında konuşurken şu çerçeveyi de sizin için çiziyor: "TSK, basın özgürlüğünün sınırsız fakat sorumlulukla kullanılmasından yanadır. Ancak biz ilişkide bulunduğumuz diğer bütün kişi, kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi basını cumhuriyetin, Atatürk ilke ve inkılaplarının vazgeçilmez temel prensipleri ve evrensel değerler açısından da değerlendiriyoruz. Bu prensip ve değerlere sahip olduklarını yansıtmada isteksiz olanları ise kendi etkinliklerimize davet etmiyoruz." Peki siz "soğuk"başlıkları peşpeşe sıralarken, mesleğiniz için, basın özgürlüğü için, çizilen bu çerçeveyi gönül rahatlığıyla kabul edebiliyor musunuz? (K.B.) Demek ki neymiş? Radikal'den Türker Alkan, "YÖK" başlıklı yazısında (9 Ocak) YÖK'ü gözden geçiriyor: "YÖK, kurulduğu dönemdeki niteleğini büyük ölçüde değiştirdi. İdari ve akademik olarak eskisi gibi baskıcı değil. (...) Bütün bunlara karşın, öğretim üyelerinin üzerinde (en azından benim izlediğim kadarıyla) akademik baskı yok. Ben senelerdir öğretim üyesi olarak köşe yazarlığı yapıyorum. Hükümetleri ve YÖK'ü eleştiren pek çok yazı yazdım. Bugüne kadar bir gün bile yazdıklarımdan dolayı sorgulanmadım, zor duruma düşmedim. Ama bu fiili bir durumdur. YÖK, istese elindeki yetkilerle beni çok zor durumlara düşürebilirdi...." Dünyayı "ben merkezli" temaşa etmek denilen durum böyle bir şey olsa gerek... Öyle bir akıl yürütme ki, tamamen kendi deneyinizden kalkarak "öncülleri" de sonucu da belirleyebiliyorsunuz:: "Ben YÖK'ün denetimi altındaki bir üniversitede öğretim üyesiyim" / "Senelerdir YÖK'ü eleştiren pek çok yazı yazmama rağmen hiç zor duruma düşmedim." / "Sonuç olarak, YÖK'ün öğretim üyelerinin üzerinde akademik bir baskısı yoktur." (!) "Çıkarsama"daki "sakatlığı" belirtmeye gerek yok sanırız... Hem zaten YÖK sizi niçin "zor durumlara" düşürsün ki? Hepsi iyi güzel de, Radikal'in gazetede başka alan bulamamış gibi bu yazının üzerine de "Radikal tartışıyor /YÖK" etiketini niçin yapıştırdığını doğrusu biz anlamadık! (K.B.) Erez'in eline sağlık...
Gazete Habertürk'ten Yalım Erez, televizyon ekranlarını özellikle şu son günlerde ziyadesiyle dolduran "uzmanlar"ı değerlendiriyor: "İster istemez 'uzman' kimlikli kişilerin görüşlerinin ortaya çıkması ve aranması olağan. Uzman olarak bilinen ve bir zamanlar önemli mevkiler işgal etmiş olanların televizyonlara çıkınca bir görüş söylemesini bekliyorsunuz; sizinkinden farklı olsa da.. Görüş olsun; önemli olan o. Bir bakıyorsunuz ki görüş yok! Mülakatı yapan kişi soruyor: 'Göç akını olursa ne yapmalı?' El cevap: 'Tedbir almalı!' Halbuki bir 'uzman'dan beklenen tedbirlerin ne olduğunun sıralanması. Öyle değil mi? Demek ki değil... Veya 'haklarımız korunmalı' cinsinden bir bedahatın ifade edilmesi gelenek haline geldi..." Eline sağlık; Yalım Erez manzarayı ne güzel tasvir etmiş... (K.B.)
"Kaşınmayalım"
Hürriyet'ten Ercan Mumcu'nun "Kaşınmayalım" başlıklı yazısının "Kaşınmayalım" ara başlığının hemen altında sıraladığı hükümetin "kaşındırıcı"bulduğu uygulamaları: "- Bağımsız kurulların bağımsızlıklarını sorgulamak. "- Emekli maaşlarını topluca arttırarak 3 katrilyon liralık et yük yaratmak. "- 15 bin km. yeni yol yapmak için orada burada temel atmak. "- Makul bir artış yapılan asgari ücreti beğenmeyip yeniden artırmaya çalışmak. "- Zorunlu tasarruf ve nemalarını kısa sürede geri ödemeyi taahhüt etmek., gibi..." Hadi diyelim ki "kurullar" ve "duble yol" meselesi tartışmalı konular... Peki ya diğer üç niyet ya da uygulama? Dikkat ederseniz bu üç niyet ve uygulama da doğrudan "ücretliler"i ilgilendiriyor. Ne yani, 'Kaşınmayalım" diye, 22 milyon lira olan "yaşlı aylığı" 44 milyoncuk olmasın mı? 125 milyon lira olan Bağkur emeklisi 125 yerine 225 milyon liracık almasın mı? Ücretlilerin yıllarca ceplerinden ödedikleri "zorunlu tasarruf" ve nemaları epeyce bir yıl daha "deve" mi yapılsın? Birkaç istisna dışında Türkiye'de "ekonomi yazarı" olmak herhalde "ücretlilerin cebinden" konuşmakla aynı anlama geliyor, dersek yanlış mı yaparız acaba? "Ne bekliyorsunuz başka; yönetim kurulu üyelerinden 'ekonomi yazarı' olunca başka türlüsü mümkün mü?" diyorsanız, tabii ki siz de haklısınız.... "Kaşınmalayım". (K.B.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |