AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Sınır tanımayan' Türk gazetecileri...

Bazı köşe yazarları var ki, Irak'ta ne yaşanırsa yaşansın, "Türkiye'nin kapılarını ardına kadar Amerika'ya açalım" şeklindeki başlangıç pozisyonlarından bir milim bile kıpırdamıyorlar. Dehşet içinde fark ediyorsunuz ki, şu anda Irak'ta binlerce değil de yüz binlerce hatta milyonlarca insan ölmüş olsaydı onlar gene "Amerika'yı küstürdük, gitti paralar" yazıları yazmaya devam edecekti... 4 Nisan'da Güngör Mengi ve Fatih Altaylı'nın yazdığı gibi...

Biliyorsunuz: Irak'ta işlerin beklendiği gibi gitmemesi ve ortaya çok büyük insanî acıların çıkmasından sonra bazı yazarlarımız "artık bunun üstüne olumlu ne inşa edilebilir ki..." kaygısıyla eski "reel politik"çi konumlarını değiştirmeye başladılar. Bu arada, savaşa baştan beri karşı çıkan bazı köşe yazarları da "Durun bakalım, yazdıklarınızın hesabını vereceksiniz" diye onları kıyasıya eleştiriyor; aynı işi Kronik Medya'da biz de yapıyoruz.

Fakat doğrusunu isterseniz, ne yaşanırsa yaşansın başlangıç pozisyonlarını milim değiştirmeyen ve "gitti paralar"a saplanıp kalan köşe yazarlarını gördükçe onlara haksızlık mı ediyoruz diye düşünmüyor değiliz... (Mesela Hürriyet'ten Cüneyt Ülsever'in hâlâ şöyle yazabildiğini unutmayın: "TBMM, ivedilikle toplanmalı ve ABD'nin topraklarımızı kullanarak kuzeyden ve karadan-havadan-denizden Irak'a girmesi konusunda yetkiyi hükümete devreden geniş kapsamlı bir tezkereyi kabul etmelidir... Bu tezkere için ABD'nin talebi beklenmemelidir...")

'TEZKERECİ'LERİN YENİ 'TEZ'İ

ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın Türkiye'yi ziyaretinde "Tezkere gerektirmeyen bir dizi kolaylık" elde etttiğinin ortaya çıkması, "Tezkereci" köşe yazarlarının eline yeni bir koz verdi: "Adamlar gene istediklerini almış oldular" diyorlar aşağı yukarı, "biz ise parayı kaçırdığımızla kaldık..."

62 bin Amerikan askerinin zırhlı araçlarıyla Türk topraklarındaki "9 üs"de konuşlanıp Irak'a geçtiğini ve "Tezkere"nin en kararlı savunucularından biri olan Gündüz Aktan'ın bile "Artık bağımsızlık savaşı veriyorlar" dediği Iraklıların üzerine yürüdüğünü düşünün... Powell'a verilen son "taviz"lerle bunu kıyaslayın; arada gene de dağlar kadar fark olduğunu göreceksiniz. (Söylemeye gerek yok: Biz tabii ki Türkiye'nin Powell'a "Kusura bakmayın, daha fazlasını yapamayız, sizin sefer düzenlediğiniz ülke bizim komşumuz; üstelik bakın düşündüğünüz çıkmadı, ulusça direniyorlar, bundan sonra size ek destek vermek bizim için artık imkânsızdır" demesini arzu ederdik.)

'TEZKERE'Yİ RET 'BUDALALIK'

Yukarıda özetlediğimiz "tez", Vatan'ın başyazarı Güngör Mengi'nin sütununda şöyle buluyor ifadesini:

"Tezkereyi geri çeviren milletvekillerinin hareket noktaları neydi? Türkiye paralı asker olmasın! Peki şimdi ne olduk? Geri hizmette çalışan parasız asker! Savaş karşıtı propagandanın gazına gelip kendi ayağımızı vurduk. Yaratılan sonuç, sadece 62 bin Amerikan askerinin Türkiye'den geçmesine izin vermemek oldu. Bu yüzden Türkiye, güvenlik çıkarlarını korumak için Kuzey Irak'a askerini gönderme imkânını kaybetti. Amerika'dan alacağı 26 milyar dolarlık desteği teperek kendine zarar verdi. Bu fedakârlık mıdır, yoksa basiretsizlikten daha ağır bir vebal mi; zaman gösterecek. Geçen gün Antakya'da bir vatandaş 'Budala' olan soyadını mahkeme kararı ile değiştirmişti… Tarih, o vatandaşın kurtulduğu soyadına kim bilir kaç siyasetçiyi lâyık görecektir!"

'ÇIKAR GRUPLARI YÖNLENDİRDİ'

Hürriyet'ten Fatih Altaylı, "Tezkere"ye ret oyu veren miletvekillerini "Basiretsizlikten daha ağır bir vebal" içinde olmakla ve budalalıkla suçayan Güngör Mengi'den daha ileri gidiyor. Altaylı'ya gore bu karar "AKP Grubu'nun taban kaygısı ve bazı çıkar gruplarının yönlendirmesiyle" alınmıştır. Altaylı tam olarak şöyle diyor:

"AKP Grubu'nun taban kaygısı ve bazı çıkar gruplarının yönlendirmesiyle aldığı karar, Türkiye'nin 30 milyar dolar krediyi kaçırmasına neden oldu. Ancak buna rağmen hükümet, iki ülke arasındaki işbirliğini bozmaktan çekindi ve uzun vadeli olumsuz sonuçların önüne geçmek için ABD'nin taleplerini 'bir şekilde' karşıladı. Sonuçta ABD istediğini elde etti. Türkiye ise bunun karşılığında 6 milyar dolar yerine 1 milyar dolar aldı. (…) Yüce Meclis'in takdiridir. Ama vicdanlarını rahat tutmasınlar. Çünkü ABD istediğini, onların kararına rağmen aldı."

Tekrar edelim, ABD "istediğini" almış değil, ABD, bundan çok daha fazlasını istiyordu. Türkiye'nin eski Washington ve Bağdat Büyükelçisi Nüzhet Kandemir, Zaman'a verdiği demeçte (4 Nisan) son "taviz"lere rağmen Türkiye'nin pozisyonunu, "Bu hukuk dışı savaşın dışında kalan" diye tanımlıyor. Kandemir'in şu çok önemli tespitini de aktaralım:

"Kandemir, Türkiye'nin tamamen ABD ve İngiltere safında yer alması durumunda bölge ülkeleri ve Arap milliyetçiliği açısından önümüzdeki asırlara da taşınacak bir muhalefet dalgasıyla karşı karşıya kalma tehlikesinin olacağını belirtti…"

Bizim "sınır tanımayan" köşe yazarlarımızın bu tür "tarihî" uyarıları dikkate alacaklarını tabii ki düşünmüyoruz. Onlar için varsa yoksa "kaçan paralar…"

Onlar için Irak'ta ölen insanların sayısının da bir önemi yok. Dehşet içinde fark ediyorsunuz ki, şu anda Irak'ta binlerce değil de yüz binlerce hatta milyonlarca insan ölmüş olsaydı onlar gene "Amerika'yı küstürdük, gitti paralar" yazıları yazmaya devam edecekti... (A.G.)

Polis ifadesi topu topu üç satır ama...

Polis, içinde kendisinin de rol aldığı olaylarda gazetecileri tek merkezden sağlıklı bir şekilde bilgilendirmeyi bir türlü beceremiyor. Gerekli mekanizmalar kurulamayınca, gazeteciler (galiba) "o esnada" orada olan polislerden yakaladıkları herhangi birinden bilgileri toparlayıp haberlerini yazıyor. Galiba...

İşte Ali Balkaner'in oğlu Hakan Balkaner ve sekreteri Birgül Özmen'in ölümüyle sonuçlanan "Plaza cinayeti..." Balkaner ve Özmen'i öldüren, Özmen'in eski kocası Tuncay Baktimur olaydan sonra yakalandı ve polise üç satırı geçmeyen bir "ilk ifade" verdi... Şimdi işin normali nedir? Polis, zaten olay mahallinde bulunan gazetecileri toplar ve olan biten hakkında derli toplu bilgi verir, bütün muhabirler de haberlerini bu bilgilere dayanarak yazacakları için, ertesi gün gazetelerde aynı haberleri görürüz. (Gazetelerin habere katacakları "özel" boyutlar farklı olabilir tabii, biz, somut-yaşanan olaydaki "bilgi"lerden söz ediyoruz.) Gelelim örneğimize... Tuncay Baktimur, cinayetten sonra "polise verdiği ilk ifade"de neler söyledi? Dediğimiz gibi, gazetesine göre değişiyor. Aktarıyoruz: Okuyun, şaşırın...

  • Hürriyet: "Karımın başkasıyla ilişkisi vardı. Ama Balkanerler hep karıma sahip çıktılar, bana dönmesini engellediler. Karım onların desteği ve sahip çıkmaları yüzünden bana dönmedi. Barışma tekliflerimi geri çevirdi. Bana dönmesini Balkanerler engelledi. Ali Balkaner de orada olsa onu da öldürecektim."

  • Cumhuriyet: "Özmen, benimle evli olduğu dönemde Hakan Balkaner ile birlikteydi. Daha sonra Balkaner için benden ayrıldı. Namusumla oynadılar. Rezil olmuştum. Namusumu temizlemek için öldürdüm."

  • Sabah: "Eşimin Ali Balkaner ile ilişkisi olduğundan şüpheleniyordum. Onun için vurdum, namusumu temizledim. Bulabilseydim Ali Balkaner'i de vuracaktım. Pişman değilim."

  • Radikal (birinci sayfa): "Tuncay Baktimur, eski eşi Birgül Özmen ile işadamı Ali Avni Balkaner'in oğlu Hakan Balkaner'i 'ilişkide oldukları için' pompalı tüfekle öldürdü..." İç sayfada: "Namus için kafalarına sıktım. Ali Avni Balkaner'i de öldürecektim' dedi."

  • Habertürk: "Hedefim Ali Balkaner'di. Telefonla arayıp yerini öğrenmeye çalıştım, ancak Adana'da olduğunu söyledi. İnanmadım, geldim. Fakat orada yoktu. Bulsaydım onu da öldürecektim. Eski karım ile ilişkisi olan Ali Balkaner'di..."

  • Star: "Birgül'le üç yıl önce ayrıldık. Balkaner eşimin bana dönmesini engelledi. Ali Balkaner eşime araba verdi. Eşimle ilişkisi olduğundan şüpheleniyordum. Onu da vuracaktım..."

  • Milliyet: "Namusum için ka-falarına sıktım.. Hakan ve Birgül'ü bulamasaydım orada tüfekle kafama ateş edecektim." (A.G.)

    PKK–KADEK'in elinde 'kimyasal silah' var mı?

    Biz habere sadece üç gazetede rasladık: Cumhuriyet, Habertürk, Star. Aralarında Hürriyet'in de bulunduğu birkaç büyük gazeteyi özellikle incelememize rağmen hiçbirinde bu haberden iz olmadığını tespit ettik. Belli olmaz belki gözümüzden kaçmıştır; ama varsa da belli ki bir köşeye sıkışmıştı...

    Oysa söz konusu haber şöyle böyle değildi. PKK-Kadek'in elinde "kimyasal silah" bulunabileceğinden söz ediliyordu. Bu derece önemli bir haberin ülkenin büyük gazetelerinin gözünden kaçması olacak iş mi?

    Üç gazete bu haberi meşreplerine uygun başlıklarla vermiş: Cumhuriyet: "PKK-KADEK Irak'ta silahlanıyor" / Star: "PKK kimyasal silah mı aldı?" / Habertürk: "PKK-KADEK kimyasal silah aldı".

    Gördüğünüz gibi başlıklar giderek keskinleşiyor! Başlığında "kimyasal silah"tan söz etmeyen Cumhuriyet'ten başlayıp, meseleyi soru şeklinde ifade eden Star'dan geçerek, "silah aldı" diyen Habertürk'e uzanan bir meşrep hali... Belli ki her üç gazete de haberi aynı kaynaktan almışlar. Star, haber kaynağının "A.A" (Anadolu Ajansı) olduğunu açıkça belirtmiş. Cumhuriyet, kaynak olarak "Ankara Cumhuriyet Bürosu" diyor. Habertürk ise haberi öylece, yani "gökten düşercesine" vermiş.

    Gelelim haberin içeriğine: Her üç gazete de Irak'ın kuzeyinde bulunan PKK-KADEK militanları hakkında bilgi aktarmış. Ellerindeki silahlar hakkında da bilgi veriliyor. Ve sonra (her üçünde de) haber metni gelip dayanıyor şu "kimyasal silah" meselesine. Bu konudaki bilgi neredeyse kelimesi kelimesine her üçünde de şöyle: "Kimyasal silah temin etme arayışlarında olduğu belirtilen örgütün, 1 milyon EURO karşılığında alınarak İran üzerinden Kuzey Irak'a getirdiği ve sızıntıya karşı özel ambalajda tuttuğu 5 kilogram ağırlığındaki bir koliyi, çok sayıda teröristin koruması altında gizlediği bildirildi." (Cumhuriyet)

    Şimdi: Eğer sözü edilen "koli" gerçekten de bir "kimyasal silah"sa, o takdirde bu haber niçin sadece üç gazetede ve (özellikle Cumhuriyet'te) "bit" kadar? ABD'nin Irak'a saldırmak için hakkında en çok laf ettiği "kitle imha silahları" içinde yer alan "kimyasal silah"ın medyamızın gözünde bu kadarcık mı değeri var? Yok eğer bu haber içerdiği bilgiler açısından insanı haklı olarak kuşkulandırdığı gibi "bidon" bir haberden ibaretse, o zaman da bu kimin, nerenin haberi?

    Haksiz mıyız? Habertürk'e inanıp "PKK-KADEK kimyasal silah aldı" diye bilgileneceğiz, ama bu bilgiye ülkenin en çok satan gazetelerinde bile ulaşamayacağız, olacak iş mi?

    Sonuç olarak öyle görünüyor ki, bu haber "Yok eğer..." diye başladığımız seçenek çerçevesinde kaleme alınmış bir haberdir... (K.B.)

    Sabah basın tarihinde bir 'ilk'e daha imza attı!

    Sabah gazetesinin 4 Nisan tarihli sayısının başsayfası.

    Manşet: "Oğlunun ölümünü telefonda dinledi".

    Bir başka kallavi başlık: "'Şöhret'i cinayette buldu".

    Başsayfada yer alan diğer başlıklar: "Silahı paket yaptı soktu". / "Şifreli kapıyı zorla açtırdı". / "Güvenlikte silah yoktu". / "Katil tetiğe basarken Hakan, babası Ali Balkaner'le konuşuyordu".

    Yani (tekrar olacak ama olsun!) 4 Nisan tarihli Sabah'ın başsayfasının tamamı (ama gerçekten tamamı) bu cinayete ayrılmış. Başsayfada yer alan cinayetle ilgisiz tek sözcük, gazetenin adı, yani "Sabah"!

    Başsayfayı çevirelim: Gazetenin genel yayın yönetmeninin "Pompalı tüfek dehşeti" başlıklı yazısı da söz konusu cinayet üzerine.

    Birkaç sayfa daha ilerleyelim: Savaş Ay "Bir cinayetin anatomisi" başlığı altında bu cinayeti inceliyor.

    Şimdi de 16. sayfa: Sayfanın tamamı (Mehmet Tezkan'ın yazısı hariç) "Balkaner Plaza'da pompalı dehşeti" manşeti altında yine bu cinayete ayrılmış.

    Bitmedi: Necati Doğru'nun yazısı hariç 17. sayfanın tamamında da aynı mevzu...

    (Yalan değil, az kalsın Doğru'nun "Cinayet seyredilmez!" başlıklı yazısını da bu fasıl içine sokacaktık!)

    İşte böyle.... Sabah okurları 4 Nisan gününü işte böyle geçirdiler!

    Yanlış anlaşılmasın; ne kimsenin ölümünü, ne de kimsenin acısını küçümsüyoruz... İki genç insan bir cinayete kurban gitmiş, arkada birçok acılı insan kalmıştır.

    Ama bir gazetenin başsayfasının tamamı başta olmak üzere bilmem ne kadar sayfasını bir cinayete ayırması ile "büyük gazete" olmak iddiası bir arada olabilir mi? Elimizdeki sayı besbelli ki "tabloid"in de tabloidi bir gazete sayısıdır...

    Ve biz birer okur olarak, Türk basın tarihinde o çok önemli günler dışında bir gazetenin başsayfasının tamamını bir cinayete tahsis ettiğini hatırlamıyoruz.

    Bravo, bir "ilk"i başardılar yani! (K.B.)

    Evet aynen öyle, 'futbol fanatiği' olmuşsunuz!

    Diğer bazı meslektaşları gibi Hasan Cemal de Türkiye-İngiltere milli futbol karşılaşmasını izlemek için TURKCELL'in davetlisi olarak İngiltere'ydi. (Bu davet meselesini gazetesinde kendisiyle aynı sayfayı ve daveti paylaşan Güneri Cıvaoğlu sayesinde öğrendik!)

    Neyse... Cıvaoğlu gibi Cemal iki gündür saaşı mavaşı, siyaseti miyaseti bir kenara bırakmış olarak maç izlenimlerini aktarmakla meşguller. (Oysa siz karar verin; "siyasi analizci" olarak temayüz etmiş bu iki köşeyazarının bu kritik günlerde kendi "saha"larından bu kadar uzaklaşıp "Işık Stadı"nın sahasıyla bu derece ilgilenmeleri normal midir? Bağdat düştü düşecek, ama ille de milli maç!)

    Cemal, 4 Nisan tarihli yazısına şöyle başlamış:

    "Uykum var ama uyku tutmuyor. Balkon kapısını açıyorum, zifiri karanlık. Uzaktan gelen trafiğin uğultusu deliyor sessizliği.

    Yine o duygu, yenilmişlik....

    Tuhaf bir hüznü vardır her seferinde olduğu gibi içinde hissedeceksin. Çaresiz, her yenilgi sonrası kapıyı çalar. Bir süre taşıyacaksın, Yenemedin mi, sanki dünyanın sonu...

    Alışamadım gitti." vs. vs.

    Şimdi de Cemal'in yazısının son satırları: "İçime bir acı saplanıyor.

    Futbol maçı izlemek, siyaset izlemeye benzemiyor. Gün aydınlanırken, hala tuhaf bir hüzünle yazıyorum bu satırları. Bilmem, yoksa futbol fanatiği mi oldum? Gerçekten futbol sadece futbol değil mi?.."

    Hasan Cemal'in "ne olduğu"nu söylemek bize düşmez ama madem ki soru bize (yani okurlara) yöneltiliyor, o halde cevaplayalım:

    Evet, hiç şüphe yok ki "futbol fanatiği" olmuşsunuz! Aktardığınız bütün bu bulgular, doğru teşhisin bu yönde olduğunu açıkça gösteriyor... (K.B.)


  • 6 Nisan 2003
    Pazar
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED