AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Gafletin yegâne şifası ölümdür!

Ne hayatta, hayat içinde herhangibir şeyden, ne de bizatihi hayattan, hayatın kendisinden mülkiyet talebinde bulunulabilir!

Mülkiyet... dertlerin kaynağı, ızdırabın anası, kökeni, sebebi değil sadece bizzat kendisi! İktidarın göstergesi... sözümona beka'nın alâmeti... tutmanın, tutunmanın, kavramanın, kök salmanın, sözde dünyaya kazık çakmanın sahte tapusu... yetişkin çocukların, kendilerine dahi mâlik olamayanların sırf ayaklarını yere basmak, kendilerini güvende hissetmek için oynadıkları kazı-kazan oyunu...

Hayat baki ve fakat hayattakiler değil.... Mülk baki, lâkin mülkün kiracıları değil...

Ne büyük ızdıraptır bekanın toprağında baki olunamayacağını bilememek!

Ne habis bir urdur sâkini olunan dünyanın bir mesken olmadığından gaflet etmek!

Biz ikamet için seçildik, ikameti seçen biz değiliz. "İkamet" ikamet edenin ikamet ettiği yere yerleşmesi değil, vazgeçmesi ise hiç değil, bilakis ikamet ettiği yerden geçmesi demek...

Dünya, hiçbir zaman "kendisinde sükûn bulunan, sükûnet bulunan yer" anlamında bir 'mesken' olmadı sâkinleri için.... Sükûn ya da sükûnet mahalli, üzerinde ayakların kaydığı kaygan bir zemin olabilir mi? Dünya, üzerinde kimsenin mülkiyet iddia etmesine izin vermeyecek kadar mülkiyet iddiacılarına yabancı... evet o, o derece yabancı.... onunla anlaşmak onun sıkıntılarını anlamakla kabil... yabancılığı kabul etmekle... geçiciliğe rıza vermekle... aslâ tapusunu almaya çalışmakla değil...

Hiçbir zaman insan-oğlunun mâliki olabileceği bir mülk olmadı dünya... hiçbir zaman hiçbir kimseye mülkiyetini sunmadı... sadece kendisinin değil, kendisinde olanların mülkünü de sunmadı...

Mülkiyet taleb etmemeli, geçerken şöyle bir uğradığımızın idrakinde olunmalı... Sürekli yer değiştirmeyi düşünmek, sıkıntıdan, bunaltıdan bunalmak, ahlayıp oflamak, huzursuz, karamsar, öfkeli, aksi, huysuz olmak... bütün bunlar gizli birer mülkiyet talebinin zuhurâtı... mülkiyetini taleb ettiklerimizden değil, bizden, kendimizden kaynaklanan hâller hepsi de...

Belki hatırlarsınız, hani şu yaşlı güvercinin çok pis koktuğu için sürekli yerini değiştiren genç güvercine öğüdünü.... "Boşuna yerini değiştirip durma" demiş; "o koku yuvandan değil, senden geliyor."

Kokular, korkular, sıkıntılar, bunalımlar bu içinde yaşadığımız meskenden değil, o meskenin geçiciliğinin farkında olmayan sâkinlerinden, yani bizden geliyor. O halde kim kimden ve nereye kaçabilir?

Kendine mâlik olmayan, kendi mülkünde ikamet etmeyi beceremeyip dünyaya yönelen, yöneldikçe yönelimlerinin huzursuzluğunu yaşayan insan-oğlu sükûneti özüne aykırı olan bir meskenden bekliyor; güya uyum gösterebileceğini sanıyor. Ölümlü olmak uyumsuz olmak demek oysa! Ölümlü olan uyumlu olamaz. Uyumlu olmak ölümlü olmak değil, ölmek... Vazgeçmek değil, geçmek... geçeceğini bilerek, bile bile geçmek... geçerken seyreylemek... seyrettiklerinin kendisini, mülkiyetini değil, seyrini talep etmekle yetinmek... yetmek değil, yetinmek.

Peki ya gönül mülkü?!... Asıl bize saltanatını sunan mülk, bu mülk... İşbu mülkün sultanı olmak varken, evet onunla hallenmek, ona yönelmek, istikameti ona çevirmek, onda ikamet etmek varken, insan-oğlu niçin yaban ellerde üstelik bir yabancı olduğunu da bilmeksizin dünyaya yerleşmeyi ister, niçin daha kendine mâlik olamazken, bu dünyadan mülkiyet taleb eder?!? Oysa ölümün olduğu yerde, ne iktidar, ne ikamet, ne de mülkiyet olur!

Unutmamalı o halde, gafletin yegâne şifası ölümdür!


31 Mayıs 2003
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED