AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Toplumsal bir zaruret olarak
ÜNİVERSİTE REFORMU

Üniversite mensuplarını keskin çizgilerle birbirinden ayıran, farklı ideolojik kamplar haline getiren 'YÖK' idaresinin ilmi gelişme ve derinleşme gibi bir mahareti ve marifeti olamaz.

  • DOÇ. DR. ABDULLAH HAKTANIR / AKADEMİSYEN
    Bireyin ve toplumun günlük hayatında yerine getirme durumunda olduğu bedensel ve düşünsel faaliyet ve eylemlerin sahici bir şekilde yerine getirilmeleri için hem birey hem de toplum düzeyinde ciddi bir moralın yerinde olması ve ilgili faaliyet(ler)i motive edecek düşünsel rahatlamanın var olması gerekmektedir. Öteden beri dile getirilen "Tek bir soğana ihtiyacım olsa tek bir ilmi mesele öğrenemem" hikmetli sözü bunun en çarpıcı ifadesidir. İlmi hayatın vazgeçilmezi olan bu kural ışığında Türkiye'deki özellikle YÖK'ün hakperest(!), adil(!) idaresi altında olan üniversitelerde görev yapan hocalarla ilim tahsil eden öğrencilerin durumu gözönüne getirildiğinde vaziyetin Türkiye'nin geleceği açısından ne kadar karamsar olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Hocasıyla ve öğrencisiyle bu kadar baskı, şiddet ve haksızlık altında eğitim-öğretim sürdüren bir kurumdan ilimde bir atılım ve açılım beklemek insafsızlık olmaz mı? Sabah-akşam atılma endişesiyle kalkıp yatan bir öğretim elemanının ilimde bir mesafe kat'etmesi eşayanın tabiatına aykırı değil mi?

    Cevap bekleyen sorular

    Üniversite mensuplarını çok keskin çizgilerle birbirinden ayıran farklı ideolojik kamplar haline getiren 'YÖK' idaresinin ilmi gelişme ve derinleşme gibi bir mahareti ve marifeti zaten olamaz. Çünkü ilmin yüceliğiyle yücelen idareler/kişiler, ilkel şeylerle meşgul olmaya tenezzül etmezler. Şimdi YÖK'ün hüviyet-i asliyesini ortaya koyacak bazı icraatlarını soru şeklinde ortaya koymaya çalışalım: İlim gibi bir iddiası olan bir idare veya kimse, kendisine oy vermedi diye veya kendi düşünsel kulvarında değildir diye başkasının bilimsel heyecanını kırar mı? Hak ettiği unvanlara engel olur mu? Özlük haklarına tecavüz eder mi? Sunulan geçerli ve nitelikli ilmi projelerine -kendi çizgisinde olmadığından- engel olur mu? Devletin parlak bir gelecek için her biri için milyarlarca para harcayarak yurt dışına gönderdiği ilim araştırmacılarının sadece kendi kafa yapısında değildir diye burslarını iptal eder mi? Paranoya halini almış evham ve kuruntularla koskoca fakültelerin (Eskişehir- Malatya, ve Van İlahiyat Fakülteleri gibi) kapısına kilit vurmaya çalışır mı? Yine aynı sanal endişelerle zeki vatan evladının istedikleri ilim dallarını tahsil etmelerine engel olur mu? Devletin devasa imkan ve harcamalarla hazırlayıp hizmete sunduğu koca koca kurumlar (Malatya Turgut Özal Tıp Merkezi gibi) paranoyak düşünceler ve sanal tehlikeler bahane edilerek içi nitelikli ilim adamlarından boşaltılır mı? Onlarca yıl ilme ve bulunduğu bölgeye ciddi katkılarda bulunan ve içinde yüzlerce değerli bilim adamını barındıran koca bir üniversite (Dicle Üni. gibi) yıllarca rektörü beğenilmedi diye tüm idari ve akademik kadrolardan mahrum bırakılır mı? Hem kendi uzmanlık sahasında hem de idareciliğinde başarısını tescil eden bir rektör (Kırıkkale ve Manisa rektörleri gibi) ideolojik nedenlerle görevinden alınır mı? Doktorasını yapmış genç bir ilim adamı yardımcı doçentlik kadrosu için beş altı sene bekletilir mi? Veya doçentlik sınavını almış doçentler kadro için senelerce bekletilir mi? Ayrıca ilmi gelişme gibi bir hedefi olan bir kurum kendi mensuplarını ideolojik kamplara ayırır mı? YÖK'ün değerli (!) faaliyetlerinin envanteri büyük bir yekun teşkil ettiğinden biz örnek kabilinden bu kadarla yetineceğiz. Evet bilimsel bilincin zerresini taşıyan, ülkenin geleceği adına en ufak bir endişesi olan, ülkeyi ilim ve irfanda uygar ülkeler seviyesine çıkarma azm-u cezmini taşıyan bir kimse veya bir yönetim bunlardan hiçbirisini yapmaz, yaptırmaz, yapamaz, yaptıramaz ve bu barbarca uygulamalara göz yumamaz. Ama gel gör ki 'YÖK' ve YÖK zihniyet virüsünün taşıyıcı rektörleri ülkeyi bölücü zihniyetinin işbaşı yaptığı tarihten bu güne dek mevcut despotik yasal yapıyı basamak yaparak bütün bunları ve çok daha kötüsünü yaptı. Sözkonusu zihniyet virüsünün hiperaktif bir şekilde faaliyete geçtiği tarihten itibaren üniversitelerden atılan öğretim üyelerinin, lisans üstü ve lisans öğrencilerinin yekunu nerde ise bir ordu oluşturmaktadır. Ülkeye yapılan bu kötülükler yetmiyormuş gibi kimi bölümlerin öğrenci kontenjanı da yüzde yetmiş beş azaltıldı. Kimi üniversitelerde yıllardan beri açılması yasalaşan fakültelere (Yüzüncü Yıl Üni. Mühendislik ve İktisat fakülteleri gibi) devlet her ay yüz milyarlarca para harcadığı halde sırf yukarda sözünü ettiğimiz sanal birtakım endişeler nedeniyle öğrenci alınmamaktadır ve Kemal Gürüz'ün ve payendesi olan rektörlerin ilerici (!) zihniyetleri yüzünden devletin imkanları ve kaynakları berheva edilmektedir. İşte kaliteli bir ilericilik! İşte seviyeli bir vatanseverlik! İşte idealist bir yöneticilik! Bu köhne yök zihniyetinin bu çarpık ve sapık yapısından ötürü YÖK'ü değiştirmek, sadece ilim çevrelerinin değil; toplumun okumuş okumamış her kesiminin istek ve arzusu haline gelmiştir. Çünkü Türkiye'nin ilim çevrelerinde YÖK'ün gadrine uğramamış kimseler nadirdir. Bu mağdurların herbirisi için üzülen, büzülen onlarca ahbabı ve akrabası vardır. Böylece YÖK'ün neden olduğu huzursuzluk toplumun tüm katmanlarına dalga dalga yayılmış ve yayılmaya devam etmektedir. Bunun için YÖK'ü değiştirmek toplumsal bir zarurat halini almıştır.

    Ayrıca YÖK'ün bu kadar haksızlığı ve hakikatsizliği olmasaydı bile, yine de evrensel gelişmeler ve toplumsal değişmeler karşısında YÖK'ün nerde ise çeyrek asrı bulan ve köhneleşmeye yüz tutan içeriğinde yasal birtakım düzenlemelerin yapılması toplumsal bir zarurat halini alacaktı. Ne var ki, yağlı ballı lokmalarının ellerinden alınacağının endişesine kapılan YÖK zihniyet virüsünün taşıyıcı rektörleri, kendi koltuklarını altlarından kaydırma ihtimali yüksek olan YÖK'le ilgili herhangi bir tasarıyı düşünmeye bile tahammül edemiyorlar. Bu tahammülsüzlüğün ifadesi olarak da yapay bir gerginlik ortamını oluşturma gayretine seferber olmuştur. Bu yapay gerginliğin ma'kes bulması için de "irtica tehlikesi", "laiklik" ve "Atatürkçülük" gibi devletin hassas olduğu bazı kavramları sonuna kadar su-i istimal ediyorlar. ÜAK'ın son bildirisi bunun en çarpıcı örneğidir. Aslında ortada bir gerginlik falan da yok. Sadece birkaç kişinin Üniversitelerarası Kurul gibi baz kurumları da arkalarına alarak kendi kişisel çıkarları adına bazı çevreleri tahrik etme gayreti vardır. Hükümetin ve özellikle Sayın Milli Eğitim Bakanı'nın kararlı ve azimli tavrıyla bir an evvel bu yasa çıkarsa bu ilim baronlarının balonları hemen söner ve koca bir hiç oldukları hemen anlaşılır.

    Öyleyse bütün iş, hükümetin esaslı ve asaletli bir tavır sergileyerek toplumsal bir zarurat olan üniversite reformunu gerçekleştirmek için YÖK Yasa Tasarısı'nı yasalaştırmak suretiyle bir an evvel üniversite camiasını ve toplumu rahatlatmaktır. Hükümetin şunu çok iyi bilmesi gerekir ki, YÖK yasasını çıkarmak hükümet için bir namus ve onur meselesidir. Bunu çıkarmadığı zaman hükümetin itibar ve imajı çok yara alacağı muhakkaktır. Nitekim yasayı bu güne kadar geciktirmek ve işi ağırdan almak da toplumun hükümete eksik bir not vermesine neden olmuştur.


    Türk aydınının fonksiyonu

  • HASAN COŞKUN / ARAŞTIRMACI - YAZAR
    'Aydın' bilgili kişidir. Ama sadece bilgili olması yeterli değil. 'Aydın'ın aynı zamanda sağlam bir kişiliğe ve terbiyeye de sahip olması gerekmez mi? Aydın kavramı Türkçe kökenli bir kelimedir. 'Aydın' yerine kullanılan münevver, mütefekkir, entelektüel, gibi kavramların hepsi aynı şeyi ifade ediyor mu acaba? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değil. Her yazarın farklı aydın tanımı vardır. Sosyal bilimcilerden yüzlerce değişik tanımlar aktarabiliriz. Fakat genel olarak aydın için 'bilgili, kültürlü, ilim tahsil etmiş, irfan sahibi, fikir ve düşünce üreten, toplumu fikir ve düşünceleri ile aydınlatan kişi' denebilir. Mümtaz Turhan'a göre 'aydın'da bulunması gereken özellikler: 1- Yüksek tahsilin mümkün ve müessir kılacağı derli toplu bilgi. 2- Mensup olduğu topluluğa ahlâkî saha dahil olmak üzere, karakter ve şahsiyetinin gelişmesini temin eden, sosyal ve milli bir terbiye. 3- İhtisasa kadar gidebilen esaslı bir meslekî bilgi. Bu tanımı gözönüne alarak, bir değerlendirme yapmak sözkonusu olursa, Türkiye'deki aydın bilinenlerin kaçta kaçı gerçek anlamda aydın sayılmalıdır? Siyaset bilimcisi Nuray Mert'in deyimiyle 'Türk aydını bir masal kahramanı mı?' Ya da Erol Güngör'ün dediği gibi 'laf cambazlığı yapan meyhane filozofu mu?' Asıl meselemiz aydının fonksiyonu olduğu için acaba Türk aydının fonksiyonu nedir? sorusuna, 'topluma rehberlik etmek ve iyiyi, güzeli, doğruyu öğretmek ve araştırmak, üretmek, toplumu daha ileri seviyelere taşımak gibi faaliyetler' şeklinde cevap verebiliriz. Cemil Meriç 'Mağaradakiler' adlı kitabında 'Türk aydını' ile ilgili olarak, diyor ki: 'Türk aydını her mevsim bir başka meçhulün sevdalısı. Geçen asrın ortalarında ıslahatçıdır, sonra ihtilâlci olur, sonra inkilâpçı. Ve tarih 27 Mayıs'tan bu yana yeni bir kahramanın zaferine alkış tutar: Devrimci. Artık iki hücreli bir mahpesteyiz; hücrenin biri devrimcilerin, öteki gericilerin.' Bu gidişle insanlarımızın kendi 'mağara'larında gölgelerini izlemeleri daha uzun süre devam edeceğe benziyor.




  • 8 Eylül 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED