|
|
'haber gizleme' denir Hürriyet gazetesi, Türk askerlerinin Irak'a gitmesi konusunda Amerikan yönetiminden çarşamba gününden itibaren gelmeye başlayan tereddüt beyanlarını ilk kez üç gün sonra, cumartesi günü haberleştirdi… Oysa öbür gazeteler perşembe ve cuma günü bu yöndeki haberlerle çıkmıştı… Türkiye'nin en büyük gazetesi, hoşuna gitmeyen haberlere açıkça sansür uygulamıştı…
Hürriyet okurları, gazetelerinin 18 Ekim cumartesi tarihli sayısındaki "ÜNİFORMASIZ GEL" başlıklı haberi okuduklarında çok şaşırmış olmalılar… Haberin spotunda şöyle deniyordu: "Irak'ta Geçici Konsey'in Türk askerine karşı tavır alması ABD'nin gözünü korkuttu. ABD'li sivil yönetici Paul Bremer, Türk askerinin yararlı olabileceğini, ancak zarar ve maliyetinin yararlarını aşabileceğini söyledi. Şimdi yeni senaryolar üzerinde duruluyor. Bunlardan biri de Türk askerinin Irak'a üniformasız gitmesi.." Haberin tamamını okumadan, daha spottayken, "Nereden çıktı şimdi bu" diye düşünmüş olmalıdır Hürriyet okurları: "Amerikan yönetimi tezkere çıktı diye zil takıp oynarken, yönetimin Irak'ta görevlendirdiği 'sivil yönetici'nin bu sözleri de nereden çıktı şimdi?" Hürriyet'le birlikte başka gazeteleri de okuyan okurlar için Bremer'in sözleri biraz daha az şaşırtıcıydı, çünkü onlar, Amerikan yönetiminin taa çarşamba gününden beri bu yönde demeçler verdiğini biliyorlardı… Mesele, genel yayın yönetmeninin "10 bin yetmez; 20, 30, 40, 50 bin asker göndermeliyiz" diye yazdığı gazetenin bu haberlerden hoşlanmaması ve bunları okurlarından gizleme hakkını kendinde görmesinde…
RICE: 'HASSAS BİR KONU…'
Söylediklerimizi biraz daha açalım: Amerikan yönetiminin "şahin" kanadından, ABD ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice, çarşamba günü şaşırtıcı bir şey söyledi… Rice'a göre "Irak'a Türk askeri hassas bir konu"ydu. ABD yönetimi, Türk yönetimi ve Iraklılarla temastaydı ve sorunun nasıl sonuçlanacağını hep birlikte görecektik.. Tezkerenin çıkışını izleyen günlerde Irak Geçici Konseyi'nden gelen tepkilere "Kararları biz veririz" cevabı veren Amerikan yönetiminden gelen bu yeni sesin öncekine hiç benzemediği besbeliydi… Okurları için manipülatif olmadan açıklayıcı olmaya çalışan bir gazeteciliğin, bu haberi gerekli analizle birlikte okurlarına duyurması beklenirdi… Bu sayfada sıkça takdir ettiğimiz CNNTürk'teki "Editör" bülteninde tam böyle yapıldı. Gürkan Zengin, Rice'ın sözlerini aynen aktardıktan sonra, Washington muhabiri Yasemin Çongar'a bu ilginç sözlerin "anlamı"nı sordu… Çongar da Rice'ın sözlerini edindiği öteki bilgilerle birleştirerek, son durumu, "ABD yönetimi, Türk askerinin Irak'a gitmesiyle sağlanacak faydanın, doğuracağı sakıncalardan az olması ihtimalini tartışıyor" şeklinde özetledi… Ertesi gün gazeteler Rice'ın sözlerini, muhtemel anlamı üzerinde hiçbir analiz çabasına girmeyerek "düz" haberlerle aktardı. Dediğimiz gibi, biz, Editör'deki sunumun çok daha iyi bir gazetecilik olduğu kanısındayız… Ama "beterin beteri" de vardı: "Türkiye'nin New York Times'ı", bu haberi "düz" olarak dahi vermemişti. Oysa aynı tarihli Hürriyet'te, Fatih Altaylı'nın köşesinde bu yönde bir değerlendirme vardı: "Türk askerinin gelişiyle Irak'ta istikrarın değil, istikrarsızlığın artmasından endişe eden (…) ABD yönetimi, Türkiye'den asker isteme kararını gözden geçirmeye başladı. Birkaç günden beri ABD'den bana gelen sinyaller bu yönde…"
ERTESİ GÜN: RUMSFELD
Rice'ın açıklamalarından bir gün sonra, bu kez Savunma Bakanı Rumsfeld aynı doğrultuda konuştu. Cuma günü haberi, "RUMSFELD: ANKARA KARARIMIZA UYMALI" başlığıyla ve "Pentagon 'ister asker gönder ister gönderme' havasında" spotuyla veren Sabah gibi öbür gazeteler de işin tavsamaya başladığı kanısındaydı. Evet, Rumsfeld ("bile" demek lazım aslında) açıkça "Bu konu çok karmaşık" diyor, yan çiziyordu. Besbelli ki yeni ve çok önemli bir gelişmeyle karşı karşıyaydık… Rumsfeld'in sözlerini duyuran gazetelerden Cumhuriyet, birinci sayfada, "ABD AĞIRDAN ALIYOR" başlığını kullanmıştı… Dünden Bugüne Tercüman gazetesi de haberi sürmanşetten vermişti: "ABD'DEN GERİ ADIM… ABD Savunma Bakanı 'Askerin gitmesi Irak Geçici Hükümet Konseyi'ne bağlı' dedi… Genelkurmay Başkanı Orgeneral Myers ile birlikte düzenlediği basın toplantısında Rumsfeld, 'Ek uluslararası güç isteyip istemediğimizden emin değilim. Çok karmaşık bir konu. Bu askerlerin nerede yerleştirileceği, nasıl ikmal sağlanacağı gibi sorunlar var' dedi…"
HÜRRİYET'TE 'GAZ' BAŞLIKLAR Hürriyet, Rumsfeld'in sözlerini de haberleştirmedi… Öbür gazeteler cuma günü Irak'a Türk askeri konusunda işin bu yanını öne çıkaran haberlerle yayımlanırken, bu gazetemiz "KINA DA YAKSAYDINIZ" ("Türkiye, Irak'ta asayişin sağlanması için 10 bin asker yollamaya hazırlanırken, önceki gün Bağdat Büyükelçiliği'ne yönelik saldırı bazı Iraklılar arasında sevinç yarattı" haberi) ya da "SALDIRILAR YILDIRAMAZ" ("AKP Grup Başkanvekili Fatsa, 'Saldırılar kararlılığımızı etkilemez' dedi" haberi) gibi "gaz" başlıkları öne çıkarmayı tercih etmişti… Cumartesi gününe gelindiğinde, Hürriyet okurları ABD yönetiminden gelen bu yeni seslerden hiçbirini duymamıştı… Ve o gün gazetelerinde "Iraklı sivil yönetici Paul Bremer"in "Türk askerinin zarar ve maliyetinin yararlarını aşabileceği" yönündeki değerlendirmesini okuyup çok şaşırdılar… Söyleyin, buna "haber gizleme" denmez de ne denir? (A.G.) Cumhuriyet'ten 'irticai oruç' uyarısı Aşağıda okuyacağınız haber Cumhuriyet gazetesinin 17 Ekim tarihli yazısında yer aldı: "Diyanet İşleri Başkanlığı, önümüzdeki günlerde tüm camilerden okutacağı hutbede, insanın tuttuğu oruçtan beklediği manevi hazzı alabilmesi için tüm organlarına oruç tutturması gerektiğini anlatacak. Diyanet İşleri Başkanlığı hutbede, orucun, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş her Müslümana farz olduğunu belirtecek. "'İnsanın, orucundan beklediği manevi hazzı alabilmesi ve günahlarının bağışlanması için, sadece midesine değil, bütün organlarına oruç tutturması' gerektiği de belirtilecek hutbede bu konu şöyle anlatılacak: 'Yani insan, nefsinin aşırı isteklerine karşı koyabilmeli, öfkesini yenebilmeli ve eline, ayağına, diline, gözüne, kulağına, kalbine, düşüncesine oruç tutturabilmelidir. Böylece bütün ibadetlerde olduğu gibi, özellikle oruç ibadetinin gayesi olan insanın olgunlaşması, ahlakının güzelleşmesi gerçekleşecek, dolayısıyla ferdin ve toplumun hayatı huzurlu ve mutlu olacaktır…'" Cumhuriyet'in bu haber için uygun gördüğü başlık şöyle: "Diyanet'ten oruç için ilginç uyarı…" Üst başlık da hutbedeki "Tüm organlarınızla tutun" ibaresine tahsis edilmiş… Hutbenin, müminler açısından hiçbir "ilginçlik" taşımadığı meydanda… Müminlerin orucu "bütün varlıklarıyla" tutmaları yönündeki bir tavsiye neden "uyarı" olsun ve neden bu uyarı "ilginç" olsun… Galiba Cumhuriyet'teki meslektaşlarımız bu işten biraz nem kapmış… Galiba bu tür oruç tutmanın biraz "irticai" olacağından kuşkulanmışlar ve her zaman olduğu gibi "şifre"yi çözüp laiklik uyarısı yapmaya karar vermişler… (A.G.
Hiç bu kadar işletilmemiştik! Hürriyet'in (16 Ekim) sürmanşetinde "ASMALI KONAK BÖYLE BİTİYOR" başlığını görünce doğrusu merak ettik... Bakalım, şu günlerde herkesin işini gücünü bırakıp hakkında laf ettiği bu filmin bir büyük "sır"a dönüşen finali nasılmış, dedik. Başlığın altında haberin sahibinin gazetenin genel yayın yönetmeni olduğunu görünce, doğrusu daha bir meraklandık... Ertuğrul Özkök, "Milyonlarca insanın merakla beklediği Asmalı Konak filmini seyrettim" diyordu. Üstelik, herkesten önce seyrettiği filmin "sonunu" açıklayacağını ilan ediyordu. Birinci sayfadaki başlıkların yolaçtığı merakla doğru Özkök'ün köşesine.... Yazarın köşeyazısına seçtiği başlık da merak uyandırıcı türdendi: "Seymen Ağa filminin sonunu açıklıyorum". Hadi bakalım... Özkök, yazısına söz konusu filmin hangi şirket tarafından yapıldığını ve bu şirketin hangi grup içinde yer aldığını açıklayarak başlamış. Meğerse, filmin yapımcısı olan ANS adlı şirket, Doğan Yayın Holding'in içinde yer alıyormuş. Belki şaşıracaksınız ama biz bunu bilmiyorduk. Nasıl aklımıza gelirdi; ATV gibi karşı cephede yer alan bir televizyon kanalınının reytingini bir yıl havada uçuran bir dizi, film olma aşamasında nasıl, ne zaman karşı cephenin eline geçmişti?! Neyse, bunu öğrendiğimiz iyi oldu, çünkü bu bilgi sayesinde Doğan Grubu içinde yer alan gazetelerin niçin Asmalı Konak ile yatıp kalktıklarını öğrenmiş olduk... Şimdi gelelim, Asmalı Konak adlı filmin, açıklanacağı duyurulan "sonuna": Özkök, yazısının bu bölümünde de doğrusu çok kurnazca davranmış. Ortaya şöyle merak pekiştirici sorular atıyor: "Abdullah Oğuz'un bütün ricalarına rağmen filmin sonunu açıklıyorum. Yani bir 'off the record' kuralını ihlal ediyorum. Film nasıl mı bitiyor? Bahar ölüyor mu? Seymen Ağa ne yapıyor?" Özkök, bir "off the record" kuralını ihlal etmeye hazırlanıyor, çünkü (kendisinin de özellikle belirttiği gibi) o Doğan Medya Grubu Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyor. Zaten filmi ilk izleyen üç beş kişi arasında yer alabilmesinin nedeni de (yine kendisinin bildirdiği gibi) bu sıfatı taşımasıydı.
Hadi ama artık, okurları daha fazla bekletmesin, söylesin bakalım Asmalı Konak nasıl bitiyor? Devam eden satırlara büyük bir merakla saldırıyoruz... "İşte filmin merakla beklenen sonu." Nihayet, işte çok az kaldı, Özkök filmin sonunu açıklıyor... Fakat o da ne? Yukarıdaki cümleyi takip eden cümle şundan ibaret: "Film, tahmin ettiğiniz gibi bitiyor." Haydaaa... Ne demek oluyor bu şimdi? Yazarın filmin sonuna ilişkin vereceği bilgi bundan mı ibaret? Okurun geçirdiği bu şaşkınlığı yazar da önceden sezmiş olacak ki, şimdi de şu cümle ile karşılaşıyoruz: "Şimdi bu ne demek diyeceksiniz." O na ne şüphe, tabii ki diyeceğiz, yoksa siz bizi işletiyor musunuz? Neyse ki yazar biraz insaflı, "Size biraz daha ipucu vereyim" diyor. Hadi artık ver şu ipucunu.. İşte ipuçları: "Duygularınıza başvurun. "Kendi kendinize konsültasyon yapın. "Fimin nasıl bitmesini istiyorsunuz? "Bahar ölsün mü ölmesin mi? "Sonları ne olsun? "Kendi kendinize sorun ve cevabını alın." Şimdi oldu mu bu? "Duygularınıza başvurun" da ne demek? Kendi kendimize niçin "konsültasyon" yapacakmışız? Kendi kendimize sorup cevap vermek de nereden çıktı? Gazete ta sürmanşetinden başlayarak filmin sonunun nasıl olduğunu bize anlatmayacak mıydı?! Ancak Özkök'ün tam burada yine umut dağıtmaya başladığını görüyoruz: "Ama son bir ipucu daha veriyim. Filmin sonunda çok büyük bir sürpriz var." Bu da olmadı doğrusu... Adı üstünde "sürpriz" olan bir son, nasıl "ipucu" olabilir?! Ama bütün bunları Özkök'e anlatabilmek ne mümkün... O yine en sarkastik haliyle devam ediyor: "Kafanız karıştı değil mi?" Ne "kafa karışması", "kafamızın atmasına" az kaldı.... Ama ne derseniz nafile, çünkü yazar ısrarlı: "İçinizdeki ötekine sorun. O, filmin sonunu biliyor."(!) Böyle şey olur mu, filmin sonunu biz bilmiyorsak, "içimizdeki öteki" denen (her kimse!) şey nasıl bilebilir?! Özkök'ün yazısından geriye sadece iki satır kaldı; hadi bir ümit, belki filmin sonu bu satırlarda açıklanacak... Ne gezer, bu satırlar da aynen şöyle: "Bunu yazmasaydım, ölürdüm. Bir gazeteci olarak içim rahatladı. Filmle ilgili asıl yazımı ise pazar günü okuyacaksınız."(!) E yani bu kadar olur; o "bir gazeteci" olarak "rahatladı" ama bizler birer okur olarak bal gibi işletildiğimizi nihayet anladığımız için burnumuzdan soluyoruz! (K.B.)
Yalçıntaş'ın AK Partisi ile Erdoğan'ın AK Partisi aynı parti mi? Tercüman'dan (Ilıcaklar) Nevzat Yalçıntaş, "AK Parti nedir?" (14 Ekim) başlıklı yazısında (haliyle!), aynı zamanda bir milletvekili olduğu AK Parti'nin ne olduğunu anlatıyor: "AK Parti'nin başarısının asıl kaynağı, kurulması ile birlikte, Türkiye'deki büyük sağ kitlenin temsilcisi vasfını kazanmış olmasıdır. Türkiye'deki sağ seçmen, kendilerini temsil eden siyasi partilerin dağınık olmasından hep şikayetçi olmuş ve bir büyük kitle partisi içinde toplanıp iktidar gücü oluşturmanın doğru olduğunu düşünmüş ve bu tercihini her fırsatta ifade etmiştir. İşte AK Parti sağdaki seçmenin bu özleminin cevabı oldu...." Dikkat ettiyseniz, Yalçıntaş, "büyük sağ kitlenin temsilcisi" ya da "sağ seçmen" gibi bazı ifadelerin altını özellikle çizmiş. Yalçıntaş'ın "AK Parti"yi "sapına kadar" bir "sağ parti" olarak değerlendirdiği muhakkak.. Olabilir; AKP'nin bir "sağ" bir parti olup olmadığı zaten pek çok kimsenin uzun zamandır tartıştığı bir konu. Ama burada şaşırtıcı olan husus, Yalçıntaş'ın AKP'nin bu özelliğini altını çize çize özellikle belirtmesinin, partinin genel başkanının Büyük Kongre'de yaptığı konuşmada bu konuda tam da ters yönde mesajlar vermeye çalıştığı bir zamana rastlaması... Hatırlayın; Genel Başkan Tayyip Erdoğan, bu konuşmasında "Muhafazakar demokrat kimliğimizi, statükonun muhafazasını sağlayan partilerle karıştıranlar bu kongreye bakarak bizim renklerimizi anlayabilirler" demiyor muydu? Ama bakın, Yalçıntaş'ın bu sözlerden çıkardığı anlam, AKP'nin "büyük sağ kitlenin temsilcisi" olduğu yönünde... Oysa -AKP sağ partidir-değildir tartışması bir yana- Erdoğan'ın kendileriyle karıştırılmamasını istediği partiler, tam da, Yalçıntaş'ın "sağ seçmen" önünde "dağınık" bir şekilde sıralandıklarını söylediği "sağ partiler" değil mi? Yalçıntaş'ın "AK Parti" tanımının genel başkanın hoşuna gittiğini hiç sanmıyoruz... Peki Yalçıntaş bu tanımda niçin ısrarlı? Cevap: Çünkü Tercüman'ın "Dünden Bugüne" tutarlı kalmış bir yazarı da ondan! (K.B.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |