AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Hasta masada unutulmasın!

Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde eğitime başlama yaşı 4-5'dir. Avrupalı eğitimi bir devlet politikası görürken, ülkemizde eğitim bir hükümet politikası haline gelmiştir. Bugün 'Ahilik eğitim sistemini' Almanya uyguluyor ve başarılı olmuştur.

  • DR. SÜLEYMAN DOĞAN / EĞİTİMCİ-YAZAR
    Ülkelerin kalkınmışlık düzeyi ile eğitim sistemleri arasında sıkı bir ilişki vardır. Tarihte ün yapmış güçlü devletlerin zirve noktalarına bakıldığında, çok düzenli ve ileri seviyede bir eğitim sistemine sahip oldukları görülür. Eğitim sistemleri, düzenli ve kararlı olan ülkelerin, hızla kalkındığını görmekteyiz. Bugün aksine, eğitim sistemlerini bir türlü rayına oturtamayan, yaz-boz tahtası gibi sık sık değişen ülkelerin ise kalkınma süreci de adeta sürünmektedir.

    Almanya 1. ve 2. Dünya savaşı öncesinde süper güçtü. Her iki savaşta da ülke harabeye döndü. Ancak onlar kalkınmasını ve süper güç olmasını bildiler. Alman bilim adamı Pof.Dr.Johannes Laehnemann bu başarılarını üç noktaya bağlıyor:
    1- Prusya eğitiminin sağlamlığı.
    2- Alman çalışkanlığı,
    3- Protestan ahlâkı.

    Avrupalı kendi dinlerinin ahlâkını başarı şartı olarak görürken, Türkiye'de bazı aydınların orta dereceli okullarda mecburi olarak öğretilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin kaldırılmasını istemeleri anlaşılır gibi değildir. Dinlerin gayesi iyi ahlaklı insanların yetişmesidir. Bugün Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde eğitime başlama yaşı 4-5'dir. Avrupalı eğitimi bir devlet politikası görürken, ülkemizde eğitim bir hükümet politikası haline gelmiştir. Her hükümet değişikliğinde milli eğitimde bir takım yeni ve farklı müfredat programları ortaya koymakta ve böylece fırtınalı tartışmalar olmaktadır. Ülkemizde ne zaman eğitime ayrılan pay savunmaya ayrılan payı geçerse, o zaman Türkiye kalkınır, bilinçli ve kültürlü insanlar yetişir.

    Bugün Japonlar dünyaya ekonomik olarak meydan okuyorsa, iyi eğitim sisteminin sonucudur. 1999 yılında Japonya'ya gittiğimde eğitim sistemlerini araştırdım. Japonya'da cumartesi günleri öğleye kadar eğitim öğretim devam etmekte ve tatiller çok kısa tutulmaktadır. Bir Japon çocuk okula başlarken önce fabrikaya ardından Nagazaki ve Hiroşima'ya götürülür. Japon öğretmen, öğrencilere; 'Bakın çocuklar bu fabrikada ki makineleri sadece Japonlar yapıyor. Düşmanımız çok. Sakın tembel olmayın iyi çalışın' der. Biz ise tarihe altın sayfalarla yazılan, 'Çanakkale Geçilmez' destanını yeni nesillere öğretemiyoruz. Bizim yerimizde Japonlar olsaydı nesillerini nasıl yetiştirirlerdi acaba? Japonlar, bilim ve teknik transferi için Avrupa'ya mühendisleri işçi olarak gönderirken, Türkiye daha okur-yazar olmayan, köyünden dışarıya adımını atmamış insanlar göndermiştir.

    Ülkelerin kalkınması meslek, teknik ve teknolojiyle mümkün olur. Bu nedenle teknik ve teknolojiye yönlendirilen çocukların zeki ve en azından orta seviyede olmaları gerekir. Sanat okullarına öğrenci ilkokul çağında yönlendirilmelidir. İşe yaramayan veya kafası çalışmayan öğrencilerin meslek okullarına yönlendirilmesi son derece yanlıştır. Diğer yandan meslek okulları batıda olduğu gibi özendirilmeli ve cazip hale getirilmelidir. Bugün Türkiye'de meslek okullarının oranı genel liselere göre çok düşük seviyededir. Batı da ise meslek liselerinin genel liselere göre oranı yüzde 55-65 seviyesindedir. Türkiye ise hâlâ meslek okullarının lüzumu üzerine kafa yoruyor ve beyhude tartışmalar yapılıyor.

    Bugün Almanlar 'Ahilik Sistemi'ni uyguluyor

    Tarihimizde Ahilik adı altında kurulan esnaflık sisteminde çağdaş sanat okullarının işlevi yerine getirilmiştir. Pratik bilgiler eğitimi usta-çırak ilişkisi içinde öğrenilir. Bugün 'Ahilik eğitim sistemini' Almanya uyguluyor ve başarılı olmuştur. Zamanın Devlet Bakanı Yusuf Bozkurt Özal bir hatırasında, Türk Milli Eğitim Bakanı'nın Alman meslektaşına, 'Sizin burada uyguladığınız meslek eğitimini biz de Türkiye'de uygulamak istiyoruz' talebine Alman Bakanının gülerek, 'Biz bu eğitim sistemini Ahilik'ten aldık' cevabı Türk heyetini şaşırtmıştır. Biz kendi öz kültür ve geleneklerimizi bir kenara atarak başka ülkelerden model dileniyoruz. Bugün bir başka meslek okulu olan İmam-Hatip Liseleri üvey evlat muamelesi görmektedir. Milli Eğitim eski Bakanı Erkan Mumcu, İmam-Hatip Liseleri için 'Bu okullar miadını tamamlamıştır' mealinde sözler sarfetti. Okullarda bir yanlışlık, eksizlik ve aksama varsa düzeltilmelidir. Bugün ülkemize başbakan Erdoğan'ı yetiştiren İmam-Hatip okullarını küçümsemek, onları yok saymak, köküne kibrit suyu dökmek halkımızı üzmektedir. İlahiyat Fakültesi mezunu binlerce öğrenci işsiz. Yıllardan beri ilk ve orta dereceli okulları din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni alınmıyor. Bu sene açılan kadrolara din dersi öğretmenlerine 700 kadro verilirken, beden eğitimi için ise 1700 kadro tahsis edildi. Hükümet imam açığını karşılayamadı. Bu konuda devlet bakanı Sayın Mehmet Aydın bile üzerine düşeni yapamamıştır. Neden İmam-Hatip ve İlahiyat Fakülteleri üvey evlat muamelesi görüyor? Orta dereceli okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenine acilen ihtiyaç vardır. Şu anda boş geçen din bilgisi ahlak dersine branş dışı öğretmenler dersi el yordamıyla veriyor. Buna derhal son verilmelidir. Nasıl beden eğitimi, müzik, resim ve fizik dersine branş öğretmenleri giriyorsa, din dersi gibi son dereceli önemli bir derse de branş öğretmeni girmelidir. Bundan tabi ne olabilir. 'Yarım hoca dinden eder' sözü unutulmamalıdır. Çocuklarımız ahlak mefhumundan bihaber yetişiyorsa bunun nedeni İslam'ın iyi anlatılmamasından kaynaklanmaktadır. Ahlâkın kaynağı dindir. Ahlâkın öğretilmediği bir eğitim ve öğretim düşünülemez. Batıda ahlâkın içi gerçek din ile doldurulmadığı için aile kurumu tarumar olmuştur. Yaşamın metafizik boyutu inkar edilemez bir gerçektir. İşte bu boyutta din, ahlâk, örf ve adetlerimizin öğretilmesiyle giderilir.

    Meslek okulları mağdur durumda

    Eğitim sistemi bir devlet politikası olmalıdır. Zorunlu eğitim sekiz yıla çıkartılmıştır. Sekiz yıl değil, 11 yıla çıkartılmalıdır. Ancak, eğitimde reform yapılırken, önceden sosyo-kültürel ve maddi alt yapı oluşturulmalıdır. 'Ben yaptım oldu mantığı' eğitim için bir yıkımdır. Türkiye eğitimle, bilimle ve üretimle gelişir. Bunun için üniversitelerimize büyük görev düşmektedir. Türkiye'de toplam üniversite sayısı il sayısına dayandı. Her vilayet bir üniversite ister oldu..

    Gazi Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre; üniversite öğrencilerinin yaklaşık dörtte biri geri dönmemek üzere yurt dışına gitmek isterken, öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi kendi geleceğinden umutsuz. Öğrencilerin sadece yüzde 16.2'sinin geleceğinden umutlu olduğu görülüyor. Yüzde 38'i Türkiye'nin geleceği konusunda olumlu görüş bildiren gençlerin, yüzde 62'si ise olumsuz düşünüyor. Geleceklerinden ümitsiz gençler yetiştiriyoruz. Çıkan bu sonucu YÖK başkanı Gürüz başta olmak üzere Milli Eğitim Bakanı ve Üniversitelerarası Kurul Başkanı'nın da dikkatle okuması gerekiyor. Zıtlaşmayla bir yere varılmaz. YÖK Başkanı dahil kimse Türkiye'deki üniversitelerinin başarılı olduğunu söyleyemez. Ne mali yönden ne de bilimsel etkinlik ve hür düşünce yönünden. Önemli olan sorunu tespit edip çözüm olarak orta yolu bulmaktır.

    Başbakan Erdoğan ve Milli Eğitim Bakanı Çelik, meslek liselerine karşı yapılan haksızlığın giderileceğini söylüyor. Gerek YÖK yasası gerekse meslek liseleriyle ilgili yeni düzenlemeler uzadıkça iş çıkmaza girmektedir. İşi polemiğe dökmeden kangren olmuş bir uzvun çaresi kesilmekten başka bir şey değildir. Şöyle mi yapsak, böyle mi yapsak derken hasta ameliyat masasında kalabilir. 'En kötü karar, kararsızlıktan iyidir'. Bu işte siyasi niyet gütmeden mesele bir an önce halledilmelidir. Gerisi laf-ı güzaftır.


    İsim yanlıştır, lütfen düzeltelim!

  • DOÇ.DR. HÜSEYİN VAROL / EĞİTİMCİ-EMEKLİ ÖĞRETİM ÜYESİ
    Bir hayli artış gösteren terörist, hırsız, vurguncu ve cinayet suçluları arasında, bir tek İmam-Hatip Lisesi mezununun bulunmaması, akıl ve iz'an sahibi her insanı, uzun uzun düşündürmelidir.

    İmam-Hatip Okulları, ilk açıldığı 1950 yıllarında bu isimle açılmış olması, o zamanın şartlarına ve ihtiyaçlarına münasipti. Şimdi o tarihten bu yana 53 yıl geçti. Bugün her şey yarım asır önceki durumuyla elbetteki aynı değildir. Televizyon, bilgisayar ve cep telefonları dünyasına bakınız, her yıl ne kadar hızla değişiyor ve gelişiyor.

    Milletimiz, hamdolsun Müslüman doğuyor, Müslüman yaşamak ve Müslüman olarak ölmek durumunda. Sadece "Ben müslümanım" demekle Müslüman olunmaz, İslam dinini öğrenmek ve yazmakla ancak Müslüman olunur. İslam Allah'ın dinidir. Yani O'nun istediği ve kabul ettiği tek dindir. İslam dışında hiçbir din ve inanç kabul değildir. İşte bu hususta Allah'ın bizzat kendi buyruğu: 'Allah'ın nezdinde din İslam'dır', 'Kim ki İslam dininden başka bir din benimserse, kesinlikle o kabul edilmeyecektir. Aynı zamanda o kişi âhiret seâdetini de kaybetmiş olacaktır.' (Âl-i İmran, âyet 19 ve 85).

    Cevap bekleyen sorular

    Şimdi, insanı insan yapan akıl ve iz'anla düşünelim:

    Biz tüm insanları kim yarattı? Allah. Bize hayat veren ve ölümümüzü yani ecelimizi tâyin eden kim? Allah. Yarattığı bizlere Peygamber gönderip Kur'anı indirerek bizlere ulaştırdığı bu yüce dini benimseyip onunla yaşamamızı emreden? Allah. Bu dünya fâni. Nitekim bizden önceki nicelerinden hiçbiri kalmamış, gitmiş, biz de gidiciyiz. Nereye? Hiç ölüm olmayan ebedi hayatımızı sürdüreceğimiz âhirete. Ve orada insanlar için hazırlanan iki yerden birine. Allah'ın ve Peygamberlerinin emir ve yasaklarına uyanlar Cennette; uymayanlar da Cehennemde ebediyen kalmak üzere. Şu dünya hayatımız o halde, o iki yerden birini tercih ederek gereğini yapabilmeye imkân sağlayan imtihan dünyamızdır. Cehennemde yanmaktan korkup Cennete girmeyi kazanmamız için Rabbimizin ve peygamberlerinin buyruklarına göre hayatımızı sürdürmeye yetecek kadar bu dünyada kalacağız. Kısaca bu dünya hayatımız, Allah'a olan kulluğumuzu gerçek manada yerine getirebilmemiz ve kabir kapısından âhirete geçtiğimizde yüzaklığı ile Rabbimizin huzuruna varabilmek için bir fırsat dünyasıdır.

    İşte bu fırsat dünyasında, Allah'a gerçek kul olarak yaşayabilmem için, önüme hiçbir engel konmadan, bütün imkanlara sahip olmam gerekir. Ben bu vatanın vatandaşı olarak bu imkanları bana devletim ve hükûmetim sağlayacaktır. Bunun için vatandaş olarak ben oyumu kullanmış milletvekillerimi seçmiş onları iktidar yapmış olmakla bana düşen vazifemi yerine getirmiş bulunuyorum. Şimdi de, benim muhtaç olduğum maddî-mânevi tüm ihtiyaçlarımı ve imkanları sağlamak hükûmetimin vazifesidir.

    Şimdi gene akıl ve iz'ânımızla soralım, Hükûmetimiz ve Milli Eğitim Bakanımız cevap versin: Şu anda memleketimizde, İmam-Hatip Liselerinden başka, ilköğretim ve liselerde, bu vatanın Müslüman evladı olarak dinimi aynı nitelikte öğrenebileceğim okul ve programlarınız var mıdır? Yoktur. Bugün 70 milyon nüfuslu memleketimin en azından 60 milyonu müslümandır. Bu nüfusun her biri aynı derecede dinini öğrenmeye muhtaçdır. İşte İmam-Hatip Liseleri bu milletin, vazgeçilmez bu ihtiyacını karşılamak durumundadır. Ben, inancımın gereği bir Müslüman olarak bu dünyayı, ebedi seadetimi sürdüreceğim âhiretimi kazanmak fırsatı olarak biliyorum ve yüzde bin beş yüz bu böyledir. Seâdetimi kazanmam ise, rabbimin ben kulundan neler istediğini ve neler istemediğini öğrenmeme bağlıdır. Bu gün bana bunu öğretecek, yegâne okullar olarak, bu günkü mevcûdiyetiyle, İmam-Hatip liseleri, 60 milyon nüfusa ne kadar yeterli olabilir? Söyleyin, cevap verin. Bu okullara olumsuz gözlerle ve düşüncelerle bakanlar da cevap versinler.

    Sadece İmam-Hatip yetiştirmez

    Şu halde İmam-Hatip Liseleri bu gün ve yarın için, sadece İmam ve Hatip yetiştirme okulları değil, bu milletin zarûrî ve vazgeçilmez dînî bilgi ihtiyaçlarını karşılama okullarıdır. Ve sayı bakımından bu kadar nüfusa nisbeten yok denecek kadar azdır. Bu gerçekleri kavrayamayanları iz'âne ve insafa dâvet ediyoruz.

    Bu okullara çeşitli nedenlerle karşı çıkanları, bu okullara ilk başta konan isim yanıltıyor. 'İmam-Hatip Okulları veya Liseleri'. Sayın Millî Eğitim Bakanımız! Bu isim bu gün yanlıştır, lütfen onu: 'Millî, Dînî İhtiyaç Liseleri' gibi güzel bir isimle yenileyin ve nüfusumuza yetecek sayıya çıkarın. Veya Müslüman milletimizin vazgeçilmez zarûrî ihtiyacı olarak müfredâtını, diğer ilköğretim ve liselere dağıtın, onları da o zaman kaldırın. 'Tevhid-i Tedrisatı', eğitimin tek kanaldan yani 'Milli Eğitim Bakanlığı kanalıyla yürütülmesi' demek olduğu halde, onu çarpıtarak çeşitli isimlerde meslek liselerinin çokluğuna itiraz hakkı çıkarmaya çalışanları da insafa davet ediyoruz.

    Kesinlikle gözardı edilemeyecek, şu hususu tüm vatandaşlarımızın basiretlerine arzederiz: Son zamanlarda memleketimizde bir hayli artış gösteren terör, anarşi, eşkıya, hırsız, vurguncu, soyguncu, kapkaççı ve adam öldürme gibi cinayet suçluları arasında, bir tek İmam-Hatip Lisesi mezununun bulunmaması, akıl ve iz'an sahibi her insanı, uzun uzun düşündürmelidir.

    Demek ki, gerçek manada dini tedrisat, memleketim için hayırlı insan yetişmesine hizmet ediyor. Çünkü bu tedrisat ve eğitim insanın kalbine Allah korkusunu yerleştiriyor. Suç işlemesini kesinlikle içerden önlüyor, ona insan sevgisi aşılıyor, iyilikçi ve hayırlı vatandaş yapıyor. O halde bu ihtiyaç, benim vatanımın da ihtiyacıdır, milletimin de ihtiyacıdır; dinimin, imanımın da ihtiyacıdır, tüm dünyanın ve bütün ulusların da ihtiyacıdır. Arzolunur.


    Ekim yağmurları

  • ADEM KEVEN / EĞİTİMCİ
    Mevsimlerin gelip geçtiğini takvimlerden öğrenenler nereden bilecekler, hangi mevsimde hangi hayatlar saklı?

    Mevsimlerden ilkbaharla sonbahar, aylardan da nisan ile eylül diğer mevsimler ve aylar tarafından hep kıskanılmıştır. Nedendir bilinmez, bütün yazılar ve şiirler bunlar üzerine yazılır; şarkılar, türküler bahara söylenir de yaza kışa pek dokunan olmaz.

    Aşka dair, neşeye dair ne varsa, nisan toplamış bünyesinde; hüzne, hicrana dair ne varsa da eylül... Peki siz, ekim ya da kasım olsanız, eylülü; mayıs ya da haziran olsanız da nisanı kıskanmaz mısınız? Hem de nasıl kıskanırsınız değil mi?

    Aslında, her ayın, her mevsimin ayrı bir güzelliği, ayrı bir ihtişamı var. Bu ihtişam, bu ayrıcalık elbette tabiatın ruhunu okuyabilen, doğayla empati kurabilenleler için geçerli. Mevsimlerin gelip geçtiğini, ayların birbirini kovaladığını takvimlerden öğrenenler nereden bilecekler, hangi ayda hangi gizler; hangi mevsimde hangi hayatlar saklı...

    Bir gece vakti, ansızın, olanca şiddetiyle ekim tarafından kapım çalınmasaydı ben de fark edemeyecektim, hangi ayın gidip hangi ayın geldiğini. İyi ki çaldın kapımı ekim yağmuru, ekim bereketi. Uzun zamandır hasrettim sana.

    Ekim ayı, eli boş gelmez. Cömert ve bereketli aylardandır o. Beraberinde bol yağmur, gök gürültüsü ve şimşek getirir. Bir seher vakti ansızın ya da bir ikindi vakti, kuşatıverir her yanınızı. Bazen de sabah uyandığınızda, o çoktan ziyaretini tamamlamış, yerini sakin, pırıl pırıl bir güne bırakmıştır. Toprak mis gibi kokmaktadır, insanın burnuna.

    Ekim yağmurları pencerelerinizi yıkar bütün saflığıyla ve tabii yüreğinizin kirini, tozunu da alır gider beraberinde. Camınıza çarpıp oradan aşağıya doğru usulca kayan her damla, sizden bir şeyler götürür toprağa. Bazen keder, bazen de acıdır sizden uzaklaşıp giden.

    Yeryüzü doyar suya, boğazına kadar. Hele uzun bir yazdan sonra yorgun düşen toprak, çatlamış, kavrulmuş haliyle öylesine açar ki, avuçlarını ekim yağmuruna... Coşar, kabarır ve kabuğuna öyle çekilir toprak ve onun bünyesindeki her nebat.

    Dallar, yapraklar kendilerini teslim ederler yağmura. Yıkanıp paklanırlar ve tertemiz olduktan sonra, gelecek baharı beklemeye koyulurlar, sessizce köşelerinde.

    Her şey bu kadar sessiz değildir ekimde. Bunca iş, nasıl halledilsin gürültüsüz, patırtısız. Elbette ekimin de kendine has bir musikisi vardır. Kimi zaman yağmur şakırtısı, kimi zaman gökyüzünü bir anda aydınlatan şimşek, kimi zaman da gecenin sessizliğini olanca dehşetiyle bölen gök gürültüsü. Bu seslerin hepsi birbirine karışır ekim yağmurlarında. Çoğu zaman da bir armoni oluşturur bu farklı enstrümanların sesleri. Birazcık da korku, endişe hakimdir, gök gürültülü yağmurlarda yeryüzüne. Eh, ne diyelim, o kadar da olsun: Bunca güzelliğin yanında o da küçük bir kusur olarak dursun hani. Sonra hepten kendimizi kaptırır , kendimize gelemeyiz ekim sarhoşluğunda...

    Ekim yağmurlarından söz açıp da romantizmden, duygusallıktan, bahsetmemek olmaz tabii. Yağmur altında, ıslanmış yapraklar üzerinde kol kola yürümek ve sırılsıklam ıslanmak, iliklerine kadar yağmur damlasının sıcaklığını hissetmek tarifsiz bir zevk olsa gerek...

    Saçlarınıza düşen bir damlanın yavaş yavaş aşağılara inmesini izlemek, bedeninizle bütünleşmesini hissetmek herhalde ekim yağmurlarından alınacak en büyük pay bence...

    İşte bir gece vakti ya da her hangi bir vakit haberli ya da habersizce kapınızı çalan ekim yağmurlarına kapınızı sonuna kadar açın. Sakın ha, reddetme gafletinde bulunmayın... Onunla dostluk kurma çabası içinde olun. Fırsat bulursanız, vakit de müsait ise hiç durmayın, kendinizi dışarı, sokağa atın. Yağmuru yağarken hissedin. Dışarı çıkamıyorsanız, vakit ne zaman olursa olsun, pencereyi birkaç dakikalığına da olsa açıp yağmurun kokusunu ciğerlerinize kadar çekin; onun sesini duyun , mûsikîsini içinizde hissedin.

    Her zaman, her şeyi siz yönetmeyin, bazen de kendinizi yağmura teslim edin. Ekim yağmurları, alıp götürsün sizi hatıralarınıza.




  • 20 Ekim 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED