AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Bu iş için Fransa'ya gitmeye
ne gerek vardı?!

Olayı yerinde incelemek için ta Paris'e giden Özdemir İnce, biz Hürriyet okurlarına sokakta karşılaştığı "orta yaşlı" bir gazete satıcısı Fransız kadının "başörütüsü" konusundaki düşüncelerini aktarıyor! Hem de "Bakın, ne güzel konuşuyorlar!" dercesine... "orta yaşlı" kadın, "gidip kendi memleketlerinde takıp takıştırsınlar" dediğine göre, "sıradan ırkçılık"la malül ve büyük olasilikla Le Pen'in seçmenlerinden birisi! Ama olsun, o da İnce gibi "başörütüsü"ne karşı ya, ne dese yeridir... İnce farkında değil ki, "orta yaşlı" kadının söz ettiği "Başka memleketlerden gelenler" sınıfına kendisi de giriyor!

Aslında pekçoğunuz gibi biz de üzülüyoruz, ülkenin en büyük gazetesinin okurlarına "laiklik dersleri" verdirtmek için başka hocalar bulabilmesi bu kadar mı zordu? Hatırlıyoruz; günlerden bir gün gazetenin genel yönetmeninin adayını medya dünyasına "Bu iş buraya kadar, işte size politik-teolojik konularda usta bir kalem!" diye sunduğunu iyi hatırlıyoruz... Nitekim gerçeği söylemek gerekirse, o gün bu gündür gazete bambaşka bir ruh kazandı...

Unutmadan şunu da ekleyelim: "Cumhuriyeti", "laikliği" ve sırasında "jakobenizmi" savunmak, bu üç kavram ve pratiği kimi yazılarla kanatlandırabilmek imkansız değildir... Bu iş de olması gerektiği gibi yapılınca –hemen bütün işler gibi– ortaya o kadar güzel sayfalar çıkabilir ki, okuyanın "liberalizmi"ni de, "çokkültürlülüğü"nü de, "kimlik siyaseti"ni de o saat bir kenara bırakıp, "cumhuriyetçiler" alayının arkasına takılması işten değildir... Ama takdir edersiniz ki, her güzel şey gibi bu da zor iştir. "Modernite"den söz ediyorsanız onun, "evrensellik"ten söz edecekseniz evrenselliğin, "laiklik"ten ya da "nötralite"den söz edeceksiniz onların hakkını lâyıkıyla vereceksiniz. Eğer niyetiniz modern zamanların baştacı olan "Okul"dan söz etmekse sizi yine aynı zorluk bekliyor demektir. Mesela çevresinin bağnaz baskısına karşı "bilim" ya da "uygarlık" adına vargücüyle mücadele eden öyle bir "köy öğretmeni" portresi çizilebilir ki, müellifi kolaya kaçmayan birisiyse gözleriniz yaşarır... Ama –her kötü şeyde olduğu gibi- bu "övgü"nün de kötüsü hiç çekilmez.

Demek ki, eleştiri ya da değerlendirmenin hası, kalem sahibinin nerede durduğu kadar onun bilgisine, görgüsüne, işin özüne ne derece nüfuz edip edemediğine, dirayetine de bağlıdır. Her bakış açısı ("sofistleri" savunduğumuzu sanmayın!) kendisini okutabilir, dinletebilir, kullandığı-önerdiği kavramlar üzerine okurlarının zihninde yeni ufuklar açabilir. Yeter ki kalem tutan eller bilgili, görgülü, samimi olsun...

Bu kısa "giriş"i lafı Hürriyet'te üç gün boyunca yayımlanan bir yazı dizisine getirmek için yaptık. Üç gün boyunca ülkenin en büyük gazetesinde yer alan ve gerçekten (ama gerçekten) "içler acısı" olarak nitelenmeyi fazlasıyla hakeden bir yazı dizisine getirmek için...

Gazete yaptığı duyuruda "Özdemir İnce Fransa'da türban olayını araştırdı" deniyordu. Yani Hürriyet yazarı üşenmeyip taaa Fransa'ya kadar gitmişti ve biz okurlara bu ülkede son günlerde yaşanan "laiklik nöbeti"ni yerinde yaptığı gözlemlerden hareketle anlatmaya başlayacaktı.

Gerçekten görülmeye değerdi; bir gazeteci, bırakın olay mahalline gitmeyi, olayın baş kahramanı bile olsa bir gelişmeyi ancak bu derece yanlış, yanlı ve yanıltıcı aktarabilirdi.

İsterseniz, üzerinde konuşulduğu için (Yeni Şafak'ta –22 Aralık– Ahmet Taşgetiren ve Koray Düzgören'in yazıları) "dizi"nin ilk günkü manşetini, yani "Mini etekli kızı yaktılar" manşetini kenarda tutalım. Artık cümle âlem (İnce hariç!) biliyor ki, bu manşet tamamen kafadan uydurma bir manşettir. Tamam, Fransa'da 4 Ekim 2002'de 17 yaşında ve "mini etekli" bir Kuzey Afrika kökenli genç kız yakılarak öldürülmüştü, ama hiç mi hiç "İslami" nedenlerden dolayı değil. Çünkü Zaman gazetesinin manşete ilişkin yayınında da belirtildiği gibi, "mini etekli" genç kız, Paris'in "problemli banliyöleri"nden birisinde biri kendisi gibi Kuzey Afrika kökenli, diğeri İtalyan kökenli iki gencin kurbanı olmuştu. (Yeri gelmişken şu notu da düşelim: Manşetteki bu yanlış, yanıltıcı bilgileri İnce'ye aktaran "Stasi Komisyonu" üyesi Gaye Petek'den son günlerde ısrarla "Gaye Petek Şalom" olarak söz edilmesinin nedenleri üzerinde de düşünmeliyiz. Acaba, diyoruz, Gaye Petek'in adının arkasına ısrarla "Şalom" adının da eklenmesi, bazıları açısından Fransa'daki bu son tatsız gelişmelerin günahını da "Yahudiler"in üzerine havale etme niyetinden kaynaklanmasın?!)

Dolayısıyla, söylediğimiz gibi "mini etek" manşetini kenarda tutup İnce'nin Fransa'dan postaladığı diğer haberlere göz atalım:

Öyle anlaşılıyor ki İnce, Paris'e ayak basar bazmaz karşısına çıkan ve iki laf edebileceği ilk Fransız'a "başörütüsü" meselesi hakkında ne düşündüğünü sormuş! Hoş bir araştırmacı-gazetecilik yöntemi doğrusu... Bakın nasıl:

İnce, Paris'te bir gazete bayiinden Le Monde gazetesi alırken (fotoğrafı da var, gerçekten de İnce'nin elinde Le Monde gazetesi var!), gecikmeden "kamuoyu araştırması"na oracıkta başlayıvermiş. Gazete satılan kulübede ("biri orta yaşlı, biri yaşlıca") iki Fransız kadın bulunmaktadır. Önce "orta yaşlı"nın düşüncesine başvurulur ve şu cevap alınır: "Takılması katiyen tasvip edilemez. Başka memleketlerden gelenlerin kendi dini timsallerini bize empoze etmeleri kabul edilemez, yanlıştır. Çok istediklerine göre gidip kendi memleketlerinde takıp takıştırsınlar ve bizim huzurumuzu bozmasınlar...."

Siz şu işe bakın... Olayı yerinde incelemek için ta Paris'e giden Özdemir İnce, biz Hürriyet okurlarına sokakta karşılaştığı "orta yaşlı" bir gazete satıcısı Fransız kadının "başörütüsü" konusundaki düşüncelerini aktarıyor! Hem de "Bakın, ne güzel konuşuyorlar!" dercesine... Dikkat edin, "orta yaşlı" kadın, "gidip kendi memleketlerinde takıp takıştırsınlar" dediğine göre, "sıradan ırkçılık"la malül ve büyük olasilikla Le Pen'in seçmenlerinden birisi! Ama olsun, o da İnce gibi "başörütüsü"ne karşı ya, ne derse yeridir... İnce farkında değil ki, "orta yaşlı" kadının söz ettiği "Başka memleketlerden gelenler" sınıfına kendisi de giriyor!

Peki bu gazete bayii önündeki "kamuoyu araştırması"nda diğer Fransız kadın, yani "yaşlıca" olanı ne diyor? Şunları:

"Ah nerede o eski Fransamız bizim, hiç böyle şeyler bilmezdik. Şimdi bunlarndan başka bir şey konuşulmuyor. Biz başkalarının memleketinde onların kaidelerine itaat ediyoruz:" (Buradaki inceliğe dikkat ediyor musunuz: Fransız kadın "yaşlıca" olduğu için, İnce'nin yazılarında pek yüz vermediği "kaide", "itaat" gibi "yaşlı" sözcükler kullanıyor!) Ne kadar acı, ne kadar komik, hatta ne kadar gülünç... Gazeteci İnce öyle bir ruh hali içinde ki, Fransa'da karşılaştığ her Fransızın, ırkçı ya da dini bütün Katolik olması farketmez, "Evrensel Fransız Kültürü"nün birer mümtaz taşıyıcısı olduğunu sanıyor herhalde... Hani anlatırlar ya: Fransızca öğretim görmüş birisi Paris'te uçaktan inince bir de bakmış ki bütün Fransız hamallar bile (!) Fransızca konuşuyor! Aşağı yukarı, hatta aynen böyle bir manzara...

Peki Özdemir İnce "laiklik" tartışmalarını yerinde incelemek için gittiği Fransa'da kimlerle görüştü? Listeyi veriyoruz: Gaye Petek (Paris Elele Derneği Başkanı), İki Fransız Kadın (gazete bayiiinde çalışıyorlar), Dr. Demir Fitrat Onger (Paris'te çalışan bir doktor), Leila Sebbar (Ceyazir kökenli öykü yazarı), Lütfü Bilgen (Paris'te emlakcılık yapıyor), Lison Elbaz ("büyük bir tekstil firmasında" çalışıyor), Tahar Bekri (Türkiye'de de birkaç kitabı yayamlanmış Tunuslu yazar), Murat Baba (Türk işadamı).

Görüyorsunuz; ta Fransa'ya kadar gidilip görüşlerine başvurulan kişilerin kimlerden oluştuğunu görüyorsunuz... Siz söyleyin, Paris'te yaşayan birkaç Türk ve "laik" birkaç Kuzey Afrika kökenli ile görüşmek için ta Fransa'ya kadar gitmek doğru bir seçim mi? İnsan biraz uğraşsa, bu kadronun yüz mislini hemen yakınında bulamaz mı?!

Haaa az kalsın unutuyorduk: İnce, Paris Camii İslam Enstitüsü Rektörü Dr. Dalil Boubakeur ile de görüşmüş. Ama itimat edin, bu görüşme öyle bir havada geçmiş ki, Rektör mü İnce'den mülakat alıyor, yoksa İnce mi Rektör'den belli değil! İnce'nin Rektör'ü bir pataklamadığı kalmış desek yalan olmaz...

"Peki ya Fransa'ya Türkiye'den göç etmiş binlerce insan, onlar bu konuda neler düşünüyor acaba?" diye mırıldandığınızı duyar gibiyiz... Haklısınız, gerçekten de, madem ki Fransa'ya kadar gidildi, orada yaşayan ve kapıya dayanmış olan "laiklik yasası"ndan etkilenmeleri muhtemel olan Türkiyeli birkaç ailenin de kapısı çalınmaz mı?

Ne gezer... Varsa yoksa gazete bayiinde çalışan ve birisi "orta yaşlı", diğeri "yaşlıca" iki Fransız kadının buram buram ayrımcılık kokan lafları... (K.B.)


Alıntı yapmanın ahlakı ve Çölaşanvari alıntı tekniği...

Akşam gazetesi yazarı Coşkun Kırca "Aziz dostu" Emin Çölaşan'dan yaptığı alıntıyla meseleyi güncellemeseydi, "araya ara girdi" deyip meseleyi kapatacaktık. Fakat Kırca 16 Aralık tarihli yazısına şu satırlarla başlayınca iş değişti (yetmezmiş gibi onu birkaç "yorum" daha izledi):

"Aziz dostum Emin Çölaşan, 11 Aralık günkü yazısında Başbakan'ın başdanışmanlarından birinin ortaya attığı soruları sorguluyor. Sorular şöyle: 'Devlet mi toplumu Müslümanlaştırmalı? Müslüman toplum mu devleti dinileştirmeli?' Bu soruların sahibi başdanışman her iki sorusunun da laik Türkiye Cumhuriyeti'nde ortaya atılmasının mümkün olmadığının farkında bile değil! Gerçekten, ne laik devlet Müslüman toplum tarafından Müslümanlaştırılabilir, ne de laik devlet toplumu Müslümanlaştırabilir. Zira, laik devletin dini olamaz ve dine ait konularda felsefi tercihi de olamaz."

Bundan yedi-sekiz hafta kadar önceydi, Radikal gazetesinin kitap ekinde alıntı yapma ahlakına ve tekniğine ilişkin çok güzel bir deneme yayımlanmıştı... Denemenin yazarı, hem teknik anlamda yol gösterici olmayı hem de işin ahlakına ilişkin bir şeyler söylemeyi amaçlıyordu...

Teknik kısmı geçip "ahlak"a gelirsek, burada da "üçlü" bir sorumluluktan söz ediyordu yazar: Alıntı yapanın kendisine karşı duyması gereken sorumluluk; alıntı yaptığı yazara duyması gereken sorumluluk ve nihayet o alıntıyı ancak aktarıldığı biçimde okuyabilecek okurlara duyulması gereken sorumluluk...

Şimdi size Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan'ın Yeni Şafak gazetesi Yazarı Yalçın Akdoğan'dan yaptığı alıntıyı ve o cümlelerin orijinalini aktaracağız...

Emin Çölaşan, Hürriyet, 11 Aralık: "İslamcı bir gazete var. Bu gazetenin Yalçın Akdoğan isimli bir yazarı var. 8 Aralık tarihli yazısında ilginç şeyler söylüyor. 'İslamcılığın dönüşümü' başlıklı yazının birkaç cümlesine bakalım: '(...) Devlete yüklenen misyon da, yeni dönemin tartışma konularından:

- Devlet mi toplumu Müslümanlaştırmalı?

- Müslüman toplum mu devleti dinileştirmeli..."

Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak, 8 Aralık: "(…) Devlete yüklenen misyon da yeni dönemin tartışma konularındandır.

- Devlet mi toplumu Müslümanlaştırmalı,
- Müslüman toplum mu devleti dinileştirmeli
- Yoksa her ikisi de mi birbirini ideolojik bir dönüşüme tâbi tutmamalı seçenekleri tartışılmaktadır."

Çölaşan'ın yaptığı şeyin nasıl bir şey olduğunu anlayabilmesi için muhayyel fakat kendisinin itiraz etmeyeceği bir Çölaşan cümlesiyle cümlenin Çölaşanvari bir alıntısını karşılaştıralım...

Muhayyel Emin Çölaşan cümlesi (üslubu da gözeterek): "Gerçekçi olursak, Türkiye'nin önündeki ihtimaller şöyledir:

- AB'yle kolkola girmek
- ABD'yle kolkola girmek

- Her ikisiyle de bağlarını koparmayıp onurlu bir çizgi tutturmak"

Alıntı: "Gerçekçi olursak, Türkiye'nin önündeki ihtimaller şöyledir:

- AB'yle kolkola girmek
- ABD'yle kolkola girmek."

Bizden hatırlatması: Tartışmada asgari ahlak ilkesine bir gün Çölaşan da ihtiyaç duyabilir! (A.G.)


23 Aralık 2003
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED