|
|
Kültür varlıklarını yok edenlerimiz...
Cuma günkü yazımızda, Muhterem M. Şevket Eygi'nin İstanbul'da vuku bulan kültür tahribatı üzerindeki yazı üzerinde duracağımızı söylemiştik. İşte bunun üzerine, ta baştan diyoruz ki Sayın Eygi'ye sorumlu ve çarpık yapılaşmayı sürdürenler, kulaklarını tıkayıp; "Bendensin!" diyecekleri muhakkaktır... Fikir ve düşüncede, yarım asırdan fazladır, Osmanlı kültür mirasını korumada yüzlerce makale yazıp, birçok kitap yayınlamış olan Şevket Bey, on yıl öncesinde feryadına kulak verilmişti ve Çamlıca'da ortaya koyduğu estetik yapı ile, bir dönemi küçük oranda bile olsa, ihya etmenin güç olmayacağını isbatlamıştı. O zamanlarda, Gülersoy'dan devralınan "Köşk"lerde ne gibi tahribatın olduğunu, bütün tablo ve resimlerin sahtelerinin gösterime açıldığına şahit olmuşlardı. Daha sonra da, iş vurgun ve talana, ehli olmayan "köylü müteahhitlere" verilen vakıf ve kültür mirası binaların ve kültür yuvası medrese ve tekkelerin yanında, bir de bir tarih ve kültür kaynağı olan mezarlar ile, kitabelerin yanında nasıl talan edilip, yol ve inşaatlara kalbedildiğine şahit olmadık mı? Bugün bir Süleymaniye veya bir Zeyrek ne halde? Acaba, merhum Nazif Çelebi'nin Süleymaniye'de toplandıkları, eski hatıraları yad edip, eslafın ruhunu şad ettikleri evi ve etrafı ne halde? Gönenli Mehmet Efendi merhumun, yıllarca "hamil-i ve hafız-ı Kur'an" yetiştirdiği Zeyrek'teki tahribat ile işlenen menhiyattan dolayı sorumlu ve yetkli kişilerdren bir bilgi alabilmiş mi? Yavuz Selim'e karşı direnip, ahiretini kurtarmaya çalıştığını, ona karşı direnen bir Zenbil Efendi'nin evinin "Zeyrek üstünde" harabe haline getirilen evinin kimin ve hangi yerel yönetim tarafından talan ettirildiğini, veya hangi tarih ve çevreyi koruma kurulu tarafından es geçildiğini soracak bir merci var mı? Var amma onların cevabı hazır: "-Sen bendensin!..." Yani, sesini çıkarma, öncekiler yedi yuttu, kalanı da biz bitirelim, demekten başka ne sonuç çıkar ortaya.. Değil mi ki, Odakçılar'da inşa edilen Makbul Mustafa Cami ve Tekkesi, altı yıl öncesinde, bir müteahhide ihaleye verilmişiti. Adam, bahçede yer alan bütün mezar taşlarını, dozerle yerle bir etmiş ve geri kalanlarını da tersine, baş aşağı dikip ortaya yeni bir garabet ve tahribat örneği göstermişti. On sekiz "zikir odası" da, birer miskinlik yuvasını dönüştürülmüştü... Sadece Fatih'de yüzlerce cami, mescid, tekke, çarşı, kütüphane, sebil, kitabe, ya yola kalbedilmiş veya yeşil alan haline getirilip, satılmıştır. (Bakınız: Prof.Dr.Mübahat S.Kütükoğlu; XX. asra erişen İstanbul Medreseleri, T.T.Kurumu, Ankara-2000) Öteye kafaları basmaz. Taşralı olmanın ötesinde bir de "elifi görse mertek sanır" bir cehalet kumkuması olarak bu tahribata şahitlik ediyorlar. Sur içi İstanbul'unda yer alan ne kadar, fetih öncesi eser varsa hepsinin envanteri, Bizans Enstitüsü ve Kilise Vakıfları ile Patrikhanelerin arşivlerinde mevcutken; diskotek, meyhane ve külüp binası olarak yıllarca kullanılmış olan mescid, tekke, zaviye ve şifa yurtlarının bir envanteri var mı? AB ile entegre olmanın son aşamasında, her azınlık ve mezhep-din grubu, yarın sahibleneceği yerlerin tapu kayıtları ile, azınlık vakfı mirasının planlarını masay yatırmış bir halde iken, bizim feryadımız ne işe yarar ki? Yıllar öncesinde, merhum Prof.Dr.Nuri Karahöyüklü hoca ile Beyazıt'tan Aksaray'a yürürken, gölgelendiğimiz asırlık çınarların son yıllarda "polen korkusu" ile geceleri nasıl kesildiğinin izlerini, yeni filizlenen köklerinden anlamak mümkündür. (İstiklal Mahkemeleri'nde hesab vermek (?) için Ahmediye Karakolu'ndan kelepçeli alınıp, Valide Sultan Camii'ne doğru Tahirü'l-Mevlevî'nin gidişine tanıklık eden koca Çınar, bir kaç ay öncesinde halkın tepkisinden olacak, bir gece yarısı nasıl kesildiğini kaç kişi bilir ki?) Bütün bu tahribata göğüs geren ne kadar sabil, çeşme, türbe, kubbeli bina varsa hepsi, birer işret ve mel'anet yuvası olarak "işletmeye" açılmış bir halde iken, Ateistlere, Materyalistlere, Sabataistlere, Dönmelere, Bizantinizmi hortlatmak isteyenlere kızmaya gerek yoktur. Onlar görevlerini yapıyor, Lions ve Rotaryenlerle sivil kurumlarını canlı tutmanın çabasını veriyorlar.. Ya bizimkiler? Onların da kuyruğuna basınca, ya es geçiyor veya; "-Bendensin!." deyip, yanından, protokol altında, selam verip, tebessüm ederek, geçip gidiyorlar... Bir dönem, "Mescidlerde Allah'ın adının zikr edilmesini men edenler" vardı. Onlardan "daha zalim kimse" yoktu. "Mescidlerin harap olmasına çalışanlar da..." "Zalim", veya "daha zalim" olanlardan uzak durdukça, ihya ve cefa yolunu tutarsak, kendimizi bir nebze olsun, tarihin lanetinden kurtarmış oluruz... Çünkü, buğz ve susma dönemi geride kalmış olarak, kötülüklerin üstesinden gelip, "yamuk işleri" elimizle düzeltmeye çalışmalıyız.. Daha doğrusu yazıp, ikaz etmeliyiz. Onlardan bir ses gelmese de biz görevimizi yapmalıyız..
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |