|
|
Sistem o kadar mekanikleştirmiş ki, çocuklar çılgınca bir yarışın içine girmiş ve daha minicikken oynamayı öğrenmek yerine, 'tercih kutularını' karalama hatta kutuları karalarken dışına taşırmamayı ve sonuçta üç puanı nasıl kazanma telaşına düşmüştür.
MURAT KİRİŞÇİ / EĞİTİMCİ
Eğitimin performansının ölçülmesi, veriminin görülebilmesi, kalite ve seviyesinin belirlenebilmesi büyük oranda sınavlara bağlıdır. Bu anlamda sınavlar, sosyal hayatta önemli bir süreçtir. Dolaylı veya dolaysız her an bir sınavla karşı karşıya bulunulmaktayız. Bu yüzden sınavlar hayata dair görev yüklenmektedir. Ülkemizde daha ilköğretim 1. sınıftan üniversiteye kadar uzanan zorlu, uzun eğitim-öğretim yürüyüşünde sınav sistemi karmakarışık bir yapı arzeder. Hem eğitimci hem de öğrencilerin üzerinde olumlu veya olumsuz -ama genelde olumsuz- etki bırakmaktadır. Olumsuz etki bırakmaktadır, çünkü her an hiç durmadan hazırlanılan ve insanı boş bırakmayan bir sınav sistemine sahibiz. Hatta üniversiteyi bitirmek bile bu sınavlardan kurtulmayı gerektirmiyor. İşe girmek, yüksek lisans yapmak, iş yerinde yükselebilmek için, hatta askere gitmek irili ufaklı yüzlerce sınavla muhataptır ülkemiz insanı.
Neden bu kadar yoğunluk?
Şöyle bir sınavların yoğun olduğu dönemlerinize dönün ve kendinizi sınav koridorlarında, kapılarda veya sınav salonlarında görmeye çalışın. Nasıl, nefesiniz daraldı mı? Sırtınızdan hafif bir geçti ve bir ağırlık çöktü üzerinize. Sınavlardan, sınav salonlarından, sınav gözetmenlerinden etkilenmeyen, psikolojik olarak -az ya da çok- rahatsız olmayan kaç kişi vardır acaba? Neden bu kadar yoğunluk? Neden bu bilgi yüklenme telaşı? Cevaplar gayet masum, ancak gayet de göreceli. Ne iyi bir okulun, ne iyi bir işin, ne de iyi bir geleceğin tanımı mutlaktır. Keşmekeş bir sistem içerisinde bu ifadeleri nereye koyacağınız hep meçhul kalacaktır. Öyle keşmekeş bir eğitim sistemi var ki, anne-babalar var güçleriyle, türlü fedakarlıklar ile çocuklarını daha küçük yaşlardan kreşlere, anaokullarına, yaz okullarına, kurslara, dershaneler göndermekte ve tüm bu çabalarını iyi okul-iş-gelecek adına yapmaktadırlar. Sistem insanları o kadar mekanikleştirmiştir ki, çocuklar çılgınca bir yarışın içine girmiş ve daha minicik bir çocukken oynamayı öğrenmek yerine kutuları karalamayı hatta kutuları karalarken dışına taşırmamayı, minik elleri üç tane misket kazanmayı değil karaladıkları kutularla üç puanı kazanmayı öğrenmiştir. Hayatın dışarıda yaşandığını öğrenmek yerine, test sayfalarına gömülmüşlerdir. Reel mücadeleyi öğrenemeden milyonlarca insanla imajinatif bir mücadeleye girmiş ve karaladıkları kutu mesabesinde bu mücadeleyi kazanırken, sokaklardaki top koşturmanın, itişip kalkışmanın, restleşmenin, mızmızlığa yer olmadığının eğitimini alamamışlardır. Düşünmeyen, sorgulamayan, tartışmayan bu yeni nesil, çılgınca test çözmekte, yazılı, sözlü sınavlara girmekte, hatta boş kaldıkları görüldüğü anda yaz okulları, spor okulları veya bir yabancı dil veya bilgisayar kurslarına gönderilmiştir. Bilginin bu kadar yoğunlaştığı bir ortamda nasıl olur da bir öğrenci kendine gerekeni veya gerekmeyeni ayırt edebilir? Yerli yersiz doldurduğu bilgi çöplüğü kafasında nasıl olur da sağlıklı, şahsiyetli bir kişilik oluşabilir. Sadece bilgiyi almak ne derece anlamlıdır? Eğer bu bilgi, bilince dönüşüp hayata aksetmiyor, kişinin hayatında olumlu bir değişim yapmıyorsa neye yarar? Günümüzün eğitim-öğretim hayatında en önemli sınav, üniversiteye giriş sınavıdır. Ancak bu sınavın da bilimsel niteliği ve hatta ölçme-değerlendirme güvenilirliği ciddi bir tartışma konusudur. Bu sınavın neyi ölçtüğünü anlamak çok zordur. Bir gencin düşüncelerinin yeni oluştuğu, çokça kitap okumaya, hayatı tanımlamaya ve anlamaya başlayacağı zamanların çılgın bir yarışa hasretmesi çok acıklı bir durumdur. Yapılan elemelerde ise elenen gençlerin bu sınavı aşanlardan daha yetersiz olduğunu söyleyebilir misiniz? Bunun bilimsel bir kanıtı bile yoktur. Bu kadar yoğun bir sınav sistemi içerisinde çocuklarımız dinlerini öğrenmeye, güvenilirliği şüphe götürmeyen ahiretteki ölçme ve değerlendirmeye ne zaman hazırlanacaklardır? Bu sorunun cevabı çok acı. Bu sınav sistemiyle hayattan kopan, çevresinden, ülkesinden, dünyadan, üretmeyi bilmeyen, robot yaşantılı kişilerin ahiret sınavı karneleri çok zayıf olacaktır. Neredeyse coğrafya terimleri, tarih bilgileri, evrim teorileri, daha temel kaynakların önüne geçmiştir. Ve günümüzde tek tip insanların yaşadığı, tek tip beklentilerin oluştuğu bir toplum oluşmuştur. Bu sistemden kaç kişi, kişilikli ve kararlı bir duruşla kurtulabilmiştir? Bu kişilerin kaçı 'küresel emperyalizme' karşıdır? Kaçı dünyad zulüm altında inim inim inleyenlerin farkındadır? Kaçı kültür değerlerimizden, tarihimizden haberdardır? Bu sınava hazırlanan öğrencilerden kaçına, dünyanın 'ahiretin tarlası' olduğu öğretilmiş ve ahirete dair bilgiler verilmiştir? Asıl cevaplandırılması gereken sorular bunlar... Yoksul çocuklar ve özel okullar
MÜZEYYEN KARTI / EĞİTİMCİ
Devlet okullarının pek çoğunda idareciler, dolayısıyla eğitimciler, ticarethane sahibi gibi davranmak zorunda kalmakta, iflasın eşiğinde bir iş adamının kâr-zarar hesabına benzer biçimlerde muhasebelerle boğuşmaktadırlar. Böylece okullarda Anayasa'nın yine 42. maddesindeki 'Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece, eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme faaliyetleri yürütülür' şeklindeki ibarenin aksine gelişmeler yaşanmaktadır. Normal şartlarda böyle bir ortamda idareci olmayı istemek akıl kârı bir iş görülmemekle birlikte özellikle bazı okul müdürlükleri için kıyasıya bir mücadele yaşanması işi daha da düşündürücü kılmaktadır. Gelir seviyesi düşük kesimlerin yaşadığı bölge ve okullarda milli eğitim teşkilatının idareci adayı bulmakta zorlanması da okulların birer rant alanına dönüştüğünün işaretidir. Zengine de yoksula da eşit imkânlar tanınmalı Bu konu üzerine konuşulması gereken pek çok şey olması bir yana devlet okullarının çoğunun bina ve yapı olarak dayanıklılığı dahi hala şüphe götürür durumdadır. Sağlıklı eğitim ortamı açısından en elzem maddi şartları dahi yerine getirebilmiş değiliz. Bingöl depreminde yaşanan yatılı okul yurdu faciası devlet okullarına çocuklarını emanet eden ana-babalarda zaten var olan güvensizlik duygularını daha da arttırmıştır. Bu güvensizlik eğitim ve öğretimin niteliği açısından da sözkonusudur. Son yıllarda iyi bir eğitim için devlet okullarının yetmeyeceği özel dershane veya okulların şart olduğu fikri yaygın kanaat olmaktan çıkarak adeta tartışılmaz bir uygulama olarak kendini göstermektedir. Liselere ve üniversitelere giriş sınavlarında başarılı olanların özel okul ya da en azından kesinlikle dershane süzgecinden geçmiş öğrenciler olması gerçeği 'zengin ya da yoksul da olsa başarılı öğrenci, iyi bir eğitime hak kazanır' karşı görüşüne ciddi bir darbedir. Kendisinden daha iyi bir yaşamı olabilmesi için yemesinden içmesinden, en temel ihtiyaçlarından vazgeçerek en azından diğer çocuklarla eşit bir fırsat yakalaması adına, çocuğunu bir dershaneye veren ebeveynlerin çokluğu hiçbirimizi bilhassa yetkili olanları aldatmamak zorundadır. Kaldı ki anayasada ìdevlet okulunun parasız olduğuî cümlesi artık şekilden ibaret kalmıştır. Eğitime katkı payı, sosyal faaliyet ücreti, servis ücreti, kılık kıyafet ücreti, bayram balo kıyafeti, spor kıyafeti, kitap ve dergiler vs. adı altında velilerden hiç de azımsanmayacak miktarlarda ücretler talep edilmekte, bu taleplerin pek çoğu okul tarafından organize edilerek- yukarıda okulların rant alanına dönüştüklerinden bahsedilmişti- gelirlerin pek çoğu yine okul bünyesinde oluşturulan komisyonlarla velilerin bilgisi dışında okula bağış adı altında velilere zamlı tarifeler olarak yansıtılmaktadır. Okul yönetimleri milli eğitim bakanlığından kaynak talep edemedikleri gibi eğitime katkı payından elde ettikleri gelirinde bir bölümünü bağlı bulundukları milli eğitim şube teşkilatlarına ödemek yükümlülüğü altındadırlar. Koca okulun ağır ekonomik şartların altından nasıl kalkacağı, faturaların, sözleşmeli personelin ücretinin , odun kömür parasının vs nerden ve hangi parayla ödeneceği sorusu karşısında veliler savunma yapmak zorunda bırakılmaktadır. 'İnsan, ön planda olmalı' Pek çok kurum ve kuruluş hâlâ yüzyıllar öncesinin zihniyetiyle, insan değil kurumu önplana alan bir bakışaçısıyla çalışmaktadır. Fakat burada anlatmak istediğimiz şey bunun dışındadır. Temeli eğitim ve öğretim olan kurum yöneticilerini suçlamak sorunu çözmek yerine iyice içinden çıkılmaz hale getirir. Mihvere eğitimi alan bir sistem ile ekonomik yetersizliği alan bir sistem arasında kesişim noktası yoktur. Burada mesele ülkenin kaynaklarının yetersiz olması meselesi değildir. Sistemlerin ana karakterlerini sorunlar değil, sorunlara çözüm üretme şekilleri belirler. Başbakanın 'ülkede eğitim yok öğretim var' şeklindeki sözlerini de bu bağlamda ele almakta ve slogana dönüştürmek yerine, sisteme dikkat çeken yanlarını karşımıza ne çıkacağından çekinmeyerek, ayrıntılarıyla irdelemekte zorunluluk vardır. Sayın Başbakan'ın cümlesinde ifadesini bulan sistem sorunu sözkonusu iken onbin yoksul çocuğun özel okulda eğitilmesi projesinin öne alınmasının özel okullar lehine işleyerek adalet duygusunu kuvvetlendirmek yerine, zayıflatabileceği dikkate alınması gereken bir husustur. Deniz yıldızı hikayesinde olduğu gibi en azından bazılarını kurtardık anlayışı eğitimde herkes için eşit fırsat eşitliği ilkesini daha çok zedeleyecektir. Ayrıca özel okulların eğitim açısından kalitesi üzerine de söyleyecek çok şey vardır ve onların da bu sorunlu sistemin bir parçası oldukları unutulmamalıdır. Türkiye'nin eğitim alanında, her alanda olduğundan çok daha fazla netliğe ihtiyacı vardır. Kısa, orta ve uzun vadede planlamalarla, ülke insanına çok yönlü ve eşit fırsatlar sunan, istatistiklerle ve diğer ilim dallarıyla desteklenmiş, ilkeleri açık, uygulanabilir ve ihtiyaçlara cevap veren bir milli eğitimin ipuçlarının verildiği bir ortamın acil olarak yaratılması, merkez sorunlar yerine çevre sorunlara ve ayrıntılara dönük iyiniyetli çabaların daha sorunlu bir milli eğitim olarak karşımıza çıkabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Tarih boyunca 'peygamber' tasavvuru
SAMİ BÜYÜKKAYNAK / Y. LİS. ÖĞRENCİSİ
Bu iki yönlü aşırılıkların oluşumunda 1- Sosyo-kültürel etkileşim, 2- Değişime karşı çıkış, diye iki kategoride değerlendirilebilir. Sosyo-kültürel etkileşime en önemli örneği Abbasi devrinde altın devrini yaşamış olan Mutezilî ekolü olmuştur. Bu ekol , Yunan felsefesinden etkilenmek suretiyle, aşırı derecede 'akılcılık'ı benimseyerek, 'vahiy' ve 'sünnet'e bakışlarını bu meyanda düzenlemişlerdir. Bu aşırı akılcılık, kendi akıllarını yegane görmek suretiyle vahyi tevil etmişlerdir. Bu grubun Hz Peygamber tasavvuru ise , kendi akıllarına göre bir Peygamber olarak şekillenmiştir. Bu ekol için yegane kaynak Kur'an'dır; Sünnet ise kendi tarihi konumu itibariyle bir anlam ifade eden tarihi bir metin olarak görülmüştür. Bunun günümüze yansıması ise, Batı'nın teknolojik gelişimi karşısında şaşırıp kalan, modernist diye adlandırılabilecek kimseler aracılığı ile olmuştur. Bunun temsilcileri 'Aligarh Okulu'nun kurucusu Pakistanlı Seyyid Ahmed Han olmuştur. Bu görüş sahiplerinin fikrî etkileşimi yukarıda değindiğimiz gibi Batı'nın dünyada yegane güç olması ve Batı'nın Müslüman ülkelere gönderdiği İslam araştırmaları yapan ve beyinleri ifsad eden 'oryantalist'lerdir. Bütün bu tasavvurların şekillenmesine en önemli sebebin, insanların kolaycılığa kaçma ve kendilerinin çıkarlarını koruma olduğu kanaatini taşımaktayız. Çünkü Hz, Peygamber'e ve Sünneti'ne sarılmayı kendine görev kabul etmeyen kimsenin hayatı yanlışlıklarla doludur. Onun Peygamber sevgisi de göstermelik tavırlardan öte değildir. Hz Peygamber, bizim için güzel bir örnek, itaat edilmesi gereken yüce şahıs, emrettiklerinin yerini getirilmesi, yasakladıklarından geri durulması gereken, bir işte karar verdiyse hemen yerine getirilmesi icab eden, Allah'ın elçisi olmakla, bütün zaman müslümanlarını kuşatan, onlar için belirleyici olan Sünneti'ni ikame etmekle, hep gündemde olmalıdır. Bize düşen görev, O'nu ne birilerinin yaptığı gibi yanlış yorumlamak, ne de Sünnetleri'nin bir kısmını uygulayıp bir kısmını terketmek olmamalıdır.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |