|
|
Türkiye'nin 'rasyonel rotası'...
Türkiye, dün, önceki güne oranla daha iyimser bir ruh haletine büründü. Bunun ölçülerinden biri ya da başlıcası, İstanbul Borsası'nın epey bir zamandan beri 10 bin puanın üzerine fırlayıvermesi. Bu arada, hisse senetleri yüzde 10'luk değer kazandılar. Dolar, bir miktar düştü. İstanbul Borsası, hernekadar 'spekülatif' ve 'manipülatif' bir karakter taşısa da, 'spekülasyon' ve 'manipülasyon' büyük ölçüde 'psikolojik faktörler'e bağlı bulunduğu için, iniş ya da çıkış, ülkedeki, en azından 'piyasalar'daki ruh haline dair ipucu verir. İstanbul'un Ankara'daki siyasi gelişmeleri etkileyen gücü ve karşılığında Ankara'daki siyasi gelişmelere duyarlı biçimde, derhal etkilenen yanı da, bu tür göstergelerde yansıyor. Bu bakımdan, henüz gerçekleşebileceği belli olmamakla birlikte, 3 Kasım diye bir seçim tarihinin kuvvetli ihtimal olarak telaffuz edilir olması bile, sözünü ettiğimiz 'iyimser ruh hali'ne yol açabiliyor. Bir iş adamı, dün bana, 'Hiç olmazsa önümüzü biraz görebildik' diye bu ruh halini ifade etti. O yüzden, dünkü yazımızın 'Sis dağılırken...' başlığının isabetli olduğuna hükmedebildim. Seçimlerin 3 Kasım'da yapılacağı kesin değil. Hala, 2003 ilkbaharı ihtimali, ihtimal olarak geçerliliğini koruyor. Hatta, 3 Kasım'dan önce yapılması ihtimali de, 2003 ilkbaharı kadar geçerli bir ihtimal. Ama, böyle durumlarda, ekonominin 'ritmi' ve 'ekonomik göstergeler' önemli. Gözünüzün önüne, ta 2003 ilkbaharına kadar geçecek süreyi bir getirin; neredeyse 9 aylık bir süre. Ve, 9 ay geriye doğru zihninizi hareket ettirin; 2001 Kasım ayı. 2001 Kasım'ından bugünlere kadar geçen süreye nelerin sığdığını bir düşünün. Yani? Yani, bugünden 9 ay sonrasına kadar 'bu terazi bu sikleti çekmez'; Türkiye'nin altüst olmaya müsait siyasi, toplumsal ve ekonomik yapısı, her an 'siyasi belirsizliğe' sürüklenme ihtimalini barındıracak kadar uzun bir 9 aya, şu haliyle, dayanıklı değil. Örneğin, Başbakan Bülent Ecevit son günlerde gayet sağlıklı ve hastalığının son üç ayki seyrine hiç uymayan bir enerji içinde görünüyor. Ama, -asla temenni edilmeyecek olsa dahi- hastalığının nüksedebilme ihtimali ve böyle bir durumun siyasi tabloyu etkileme gücü, 9 ay sonrasına hesaplanmış bir seçim tarihini taşınamaz bir yük haline derhal getirebilir. O nedenle, seçimin Kasım dolayında ya da daha bir önce tarihte yapılması, 2003 ilkbaharına sarkması ihtimalinden çok daha muhtemel. Hem, Amerika'nın Irak operasyonunun 2003 başlarında gerçekleşme ihtimalinin yüksekliği, böyle bir savrulmuş, dağılmış ve her an, her saat herhangi bir gelişmeyle daha da darmadağın hale gelebilecek bir siyaset sahnesiyle girilmesini, 'adeta' menediyor. Türkiye'nin çevresinde cereyan edecek ve kendi gelecek güzergahını yakından etkileyebilecek gelişmeler esnasında, olabildiğince derlenip toparlanmış olması gerekiyor. Seçim, 3 Kasım ya da o civarlarda yapılırsa, Türkiye'nin AB ufukları –Mesut Yılmaz'ın daha önce iddia ettiğince- kararmış olmayacak mı? MHP'nin istediği olmuş olmayacak mı? 'Teorik' olarak ve hatta 'AB genişleme takvimi'ne bakıldığında öyle. Ancak, uluslararası politika ve genel anlamda siyaset, böylesine 'siyah-beyazlar' üzerinde hareket etmiyor. Eğer –büyük harflerle eğer-, mümkün olan en yüksek sayıda AB uyum yasalarının Kasım 2002'ye dek çıkarılması söz konusu olabilirse ve seçim sonucu ortaya çıkacak Türkiye'nin 'yeni siyasi konfigürasyonu', Türkiye'nin 'AB yönündeki iradesi'ni kuvvetli biçimde yansıtacak şekilde çıkarsa –ki, ülke dinamikleri böyle olacağına işaret ediyor; öyle bir manzara karşısında AB, çok ağır baskı altında kalır ve Türkiye'nin kendisine dönük ufuklarını karartma sorumluluğunu kolay kolay alamaz. Mutlaka, Türkiye'yi ve Kıbrıs Türk kesimine, AB ufuklarını açık tutacak, şimdiden ne ve nasıl olacağını kestirmenin zor olduğu bir 'ara karar'a varabilir. Paul Wolfowitz'in Türkiye ziyaretinin Irak'la ilgili bölümü kadar, belki ondan da daha önemli boyutu, bu Amerikan Yönetimi'nin de Türkiye'yi AB'de görme kararlılığının son derece açık, net ve kalın çizgilerle vurgulanmasıydı. 'Piyasa göstergeleri' ve 'dış dinamikler' kadar, Türkiye'ye yakın gelecekte seçime doğru yönlendiren, tabii ki, 'iç dinamik'. Türkiye halkının ezici çoğunluğu, yüzde 90'a varan ölçüde bir çoğunluk, bir 'erken seçim'i gerekli görüyor ve arzuluyor. Önceki gün, seçim tarihi, koalisyon ortakları tarafından telaffuz edildikten sonra, bu 'iç ivme'nin önüne geçmek, neredeyse, imkansızdır. Böyle bir süreç, kendiliğinden 'kurumsal kimlikler'i, 'yapılanmış organizmalar'ı öne çıkarır. Henüz 'oluşmamış' oluşumları da, bunları arkalayan 'toplum mühendislikler'i gibi zora sokar. Bu 'gözlem' farklı bir dil ve amaçla da olsa dünkü Milliyet'te Hasan Cemal'in 'Üçlü'nün el ele halkın önüne çıkması...' başlıklı yazısında ifade edilmişti. Hasan Cemal, Kemal Derviş'in bakanlık görevinin uzamasının Yeni Oluşum'dan soğuması tehlikesini beraberinde getirmesi 'tehlikesi'ne değiniyor ve Derviş'in, 'yeni parti için kolları sıvayıp tam gün mesai yapması gecikirse, ekonomik göstergelerin başaşağı gidebileceği'ni ileri sürüyor. Bu 'iddiası'nı, 'içte ve dıştaki ekonomik oyuncular'ın Derviş'in Yeni Oluşum'da yer alması beklentisiyle açıklıyor. Peki ne yapılması gerekiyor? Bunu yazısının sonunda açıklıyor: "... Derviş'in bir an önce kolları sıvayıp Yeni Oluşum'a tam gün katılması... Evet, kaygılar ve tedirginlikler! Bunların artması eğer istenmiyorsa, Cem-Derviş-Özkan üçlüsünün daha fazla gecikmeden el ele sahneye çıkıp halkı birlikte selamlamasında yarar var." Bütün bu satırlarda bir 'itiraf' gizli. Yeni Oluşum'un Derviş'siz 'yeni' olamayacağı ve dolayısıyla tutmayabileceği. Biz de günlerdir bunu dile getiriyorduk. Doğru. Ama, 'içteki ve dıştaki ekonomik oyuncular'ın sadece ve sadece Derviş'in böyle davranmasını beklediği doğru değil. Bunu İstanbul'daki bir grup 'toplum mühendisi'nin beklediği ve giderek endişelenmeye başladığı doğru. Ayrıca, söz konusu 'gözlem', CHP'nin İş Bankası yönetim kurulunun dört üyesini değiştirdikten sonra, o 'toplum mühendisleri'nin üslendiği 'merkez'in, bir hafta önceki 'senaryo'da 'rötuş' yapmaya kendini mecbur hissetmek zorunda kalacağını nedense hesaplamamış. Üstelik, 'ekonomik göstergeler'i bu ülkede en iyi değerlendirme konumunda olan Kemal Derviş'in kendisi. Hükümetten ayrılıp, kolları 'Yeni Oluşum' için sıvaması halinde, o 'ekonomik göstergeler'in başaşağı gideceğini en iyi kendisi biliyor olmalı ki, 'seçim ekonomisi uygulattırmayacağını' yani hükümette kendisine güç kazandıran 'sorumlu' konumunu devam ettireceğini beyan etti. Dahası, dün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la üç saate yakın süre ve 'başbaşa' görüştüğünü de bir kenara not edin. Kemal Derviş, 'rasyonel rota'da ilerleyebileceği sinyallerini verdi. Ve, şunu da bir yere kaydedin: Seçim sathımailinde, herşeye rağmen, 'kurumsal kimlikler', 'yapılanmış organizmalar' birdenbire avantajlı duruma geçerler. Partiler, 'Anadolu', yani 'örgütlü tüm Türkiye' demektirler. Dolasıyıyla, önceki gün Ankara'da ortaya çıkan eğilim, 'Anadolu'yu harekete geçirmiş, İstanbul'u etkilemiş ve 'bir kısım İstanbul ile bir kısım Ankara irtibatı'ndan üretilmek istenen 'senaryolar'ı bozmuştur. Önümüze bakalım. Türkiye, düne oranla yarına daha 'iyimser' bir güzergaha yerleşiyor. Sis, yavaş yavaş, dağılıyor...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |