|
|
'Sis' dağılırken...
'Gün'ün, daha doğrusu 'dün'ün 'başdöndürücü' gelişmeleri: 1. Üçlü koalisyon hükümetinin, TBMM'de 'aritmetik çoğunluğu' yitirmesi ve bu satırlar yazıldığı sırada 275'e inmesi; 2. Bülent Ecevit-Devlet Bahçeli-Mesut Yılmaz üçlüsünün, 3 Kasım 2002'yi 'seçim tarihi' olarak belirlemeleri; 3. Paul Wolfowitz'in Bülent Ecevit'e, ABD'nin Irak'a operasyon ve Saddam'ı devirme kararlılığını 'Türkiye buna katılmayacak olsa dahi' bildirmesi; buna karşılık, Bülent Ecevit'in Türkiye'nin bilinen yaklaşımını bir kez daha –Amerika ile 'pazarlık marjı' ifade edecek biçimde sıralaması. (Ecevit'in yaklaşımına dikkat edildiği takdirde, Türkiye'nin operasyona karşı olmasından ziyade; Türkiye'nin Amerika'dan 'siyasi ve ekonomik güvenceler' talep ettiği anlaşılır.) Ayrıca, Türkiye'nin 'muhtemel seçim tarihi'nden yola çıkarak, Irak'a 'olası Amerikan operasyonu tarihi'nin Ocak-Şubat 2003 olacağı hükmüne de varabiliriz! Bütün bu gelişmeler çok önemli, çok şey anlatıcı ve Türkiye'nin yakın geleceğini belirleyici nitelikte. Şöyle: Bu hükümet, artık bir 'azınlık seçim hükümeti' haline gelmiştir. Seçim tarihinin, 3 Kasım 2002'den sonra olmayacağının anlaşılmasıyla, '276'yı bulup' bu hükümeti düşürmek girişimleri tavsayabilir. Zira, artık bir 'topal ördek' (lameduck) haline gelmiş bu hükümetin yerine nasıl bir hükümet oluşturulacağı konusu çözüme bağlanmadığına göre de, hükümeti düşürme çabaları eski önem ve heyecanını yitirebilir. Seçimin 3 Kasım 2002'den sonra olması, neredeyse 'imkansız' hale gelmiştir ama daha önceki bir tarihte yapılması 'ihtimali' tümüyle ortadan kalkmamıştır. AkParti, DYP'nin 22 Temmuz'da TBMM'nin 'seçim tarihi belirlenmesi' ve 'AB uyum yasalarının çıkarılması' amacıyla toplantıya çağrılmasına destek vereceğini açıklamıştır. Bu durumda, 'yasama süreci'nin kontrolü büyük ölçüde DYP, AkParti ve bir nebze Saadet Partisi ve bu arada sürekli 'kaygan zeminde rakseden' ANAP'ın eline geçmiştir. İlk bakışta, bu gelişmelerden 'en büyük kazığı' yiyen 'Yeni Oluşum' gibi gözüküyor. 'Yeni Oluşum', bir büyük medya grubunun gazı, İstanbul iş çevrelerinin bir bölümünden gelen dürtü ve Batı dünyasından gelmesi beklenen rüzgarla ve 'kervan yolda düzülür' mantığıyla 'oluşmakta' iken; İsmail Cem'in Bülent Ecevit'in yerine Başbakanlığa getirilmesi hesabıyla 'yeni biçimde' oluşmaya çalışıyordu. Bu hesaplarındaki dayanaklarından biri olan Mesut Yılmaz (yani ANAP), hükümette kalacağını açıklayarak, 'yeni oluşum'u ofsayta düşürdü. 'Yeni Oluşum', gelişmelerin süratinin gerisinde kaldı. Bu durumda: 1. Ya, eriyen DSP'nin –Deniz Baykal'ın dediği gibi- 'DTP'si olacak' bir parti haline dönüşeceklerdir; 2. Veya, hukuken seçime girme şansına sahip bulunan Mehmet Ali Bayar'ın DTP'sine kapağı atmak zorunda kalacak ve İstanbul iş çevrelerinin bir bölümünün 'sosyal demokrat eksenli bir parti kurulacağına' ilişkin İsmail Cem'in beyanına duydukları tepki ve homurtular giderilerek, o çevrelerin 'merkezde milli takım' oluşturma amacı karşılanmış olacaktır. (Bunun gerçekleşmesi tümüyle imkansız değilse de, zor). 3. Ya da 'yeni oluşumcular', seçim tarihine doğru sağa sola dağılacaklardır. DSP'ye geri dönüş, CHP'ye iltihak, tek-tük ANAP'ın kapısını çalmak, vs. çeşitli seçenekler içindedir. 'Yeni Oluşum'un umutları ve 'hayatiyet kaynağı', Türkiye'de şu anda en fazla 'güç'ü elinde toplamış olan Kemal Derviş'in kendileriyle birlikte hareket etmesine bel bağlamasıdır. Tıpkı, Bülent Ecevit'in Kemal Derviş'e bel bağlayarak 'hükümete devamı' Derviş'in ayrılıp ayrılmamasına bağlamış olması gibi. Zaten 'yeni oluşum'u pompalayarak, bir tür sanal 'troyka' icat etmiş olan bir medya grubunun kalemleri, hala 'yeni oluşum'un 'üçlü liderliği'nden söz etmeye devam ediyorlar. 'Gaz'ın etkisi, gelişmelerin aldığı yön nedeniyle zayıflamış da olsa, belirli ölçüde, Kemal Derviş üzerinde baskı yaratacak biçimde sürüyor. Ancak, burada bir 'paradoks' söz konusu. Kemal Derviş'i söz konusu 'denklem'den çıkarırsanız, 'yeni oluşum'un bir hafta içinde oluşturulan cazibesi, bir hafta içinde sönmüş bir balon haline gelebilir. İsmail Cem'in –Hüsamettin Özkan'ı bir yana bırakın- Kemal Derviş ismi ile eşleşmeden tek başına, 'Türkiye'ye çıkış yolu' ivmesini yaratabileceği pek akla yakın görünmüyor. O yüzden, Kemal Derviş, 'yeni oluşum'un yeni oluşum olması için –çünkü yeni oluşumun hemen tümü bir hafta öncesine kadar DSP'nin ve hükümetinin itaatkar milletvekilleri ve bakanlarından oluşan hayli eskimiş yüzler- zorunlu figür. Ne var ki, seçimlere doğru hızla seyreden bir Türkiye'de, daha oluşmamış 'yeni oluşum'un içine, bugünkü 'en güçlü adam' konumunu, İsmail Cem'in altına yerleştirerek yerleşecek 'siyasileşmiş' bir Kemal Derviş; bilinen Kemal Derviş olmaktan çıkacak. 'Yeni Oluşum'a 'sinerjik' bir katkı sağlarken, kendisini önemsizleştirebilecek. Balarısının bal için gerekli çiftleşmeyi sağladığı anda ölmesi gibi bir hal... Hüsamettin Özkan'ın istifasının ardından –daha Cem'in istifası söz konusu değilken- 9 Temmuz Salı günü 'Denizler durulmaz dalgalanmadan...' başlıklı yazımızda yer verdiğimiz satırlara yeniden göz atalım: "Kemal Derviş'in yakın vadede CHP'ye doğru harekete geçmesinin, CHP'ye ilişkin bir 'sinerjik etki' yaratacağını da düşünmek gerekiyor. Kemal Derviş'in 'en kısa vade' açısından, ne DSP ile, ne de DSP dışına düşmüş olan Hüsamettin Özkan ve takipçileri beraber davranmayacağı ve İsmail Cem'le birlikte bir 'çıkış araması ihtimali', diğer ihtimallere oranla daha yüksek. Kemal Derviş ve İsmail Cem, 'kartlarını göğüslerine çok yakın tutan' iki şahsiyet. Yakın gelecekte Türkiye'nin 'siyaset sahnesi'nin nasıl şekilleneceğini anlayabilmek için, bu 'ikili'yi bu yüzden dikkatle izlemek önemli. Herşeye rağmen, Türkiye'nin önüne geçilmez biçimde bir seçime doğru ilerlemekte olduğu ise 'belli olan' diğer şey. 3 Kasım 2002'de mi olur, başka bir tarihte mi olur; nasıl olur, o belli değil ama Türkiye'nin uygun adım seçime ilerleyen bir süreç olduğu besbelli..." 'Yeni Oluşum', oluşmadan önce, DSP'yi terkederek harekete geçirdiği sürecin süratinde 'geri'ye değilse, 'ofsayt'a düştü. 3 Kasım 2002'yi aşamayacak, hatta daha önce gerçekleşmesi mümkün olabilecek bir seçime 'örgütlenme' açısından yetişemez. Seçim, İstanbul Boğazı'nın iki yakası ve medya kuleleri demek değil; 'Anadolu' demek. Nitekim, Güngör Uras, dünkü Milliyet'te şöyle yazıyor: "Cem ve oluşturacağı kadroların neler yapmaması konusunda bir ufak hatırlatma: "İşadamları için değil, halk için partileşiyorsunuz... İstanbul'da bir köşkten bir yalıya dolanarak, iş çevrelerine yaranma, onlardan alacağınız talimata göre politika belirleme yanlışına sakın düşmeyin. İstanbul Türkiye değil... Mustafa Kemal Samsun'a gitmek üzere İstanbul'dan 1919'da ayrıldı. İstanbul'a her şeyi yapıp bitirdikten sonra 1928'de tekrar geldi... Yabancı devlet adamlarıyla, işadamlarıyla, arkadaşlarınızla konuşmayınız diyen yok... Ama onlarla kendi evinizde konuşunuz... Sabahtan akşama o köşkten bu yalıya taşınarak değil!.." Buna niyetleri olsa bile, vakitleri ve enerjilerinin olduğu şüpheli. Dolayısıyla, Türkiye'nin yakın geleceğini kestirebilmek için, Kemal Derviş'i ve kurumsal yapıları; yani partileri, özellikle AkParti'yi, DYP'yi, MHP'yi, bir ölçüde DYP'yi ve mutlaka CHP'yi izlemeye almak gerekiyor. Çünkü, artık 'erken seçim olacağını' biliyoruz. Bunun hangi tarihten sonra olmayacağını da biliyoruz. 'Sis' dağılıyor...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |