|
|
Türk futbolunu kimsenin ummadığı yerlere taşıyan Başkan Haluk Ulusoy, üstün hizmet madalyası alacak olanlardan "eşofmansız" olduğu gerekçesiyle dışlandı.
Türk futbolunun 1996 yılında Avrupa Uluslar Kupası finallerine katılma hakkını elde etmesiyle başlayan sürecin 2002 Dünya Kupası'nda gelen Dünya üçüncülüğü ile pekişmesinde büyük payı olan Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy "devlet üstün hizmet madalyası" hakeden kişilerin listesinin dışında bırakıldı. Uzakdoğu dönüşü ülkenin görkemli bir biçimde bağrına bastığı futbolcuların Taksim'de yaşanan gecede sahneye yansıyan gerginlik aslında son bir kaç yılın finaliydi. Azerbaycan ile oynanan maçın seremonisi sırasında ortaya "protokol krizi" olarak çıkan gerginlik, bir yandan da "naklen yayın ihalesi" kazanan "Teleon"a ihaleyi kaybeden "Show TV" tarafından körüklenerek büyüdü. Daha sonra "Teleon" elindeki kuşu kaçırdığında, ülkenin ekonomik kriz dönemine denk gelen operasyonun suçlusu olarak yine Haluk Ulusoy'a ateş açtı. Bu kez daha önce saldıran "Show TV" ihalenin yeni sahibi olarak sessiz kalmayı yeğliyordu. Ama iki kanalın yazılı ve görsel tüm yayın organlarında kavga sürüyor, başkan Haluk Ulusoy ise kulüpler birliği dışında hiç bir yerden destek alamıyordu. Yiyemediler Karadenizli'yi Başkan Haluk Ulusoy ise tipik bir karadeniz insanı olmasına rağmen, genelde cevapları hep içine atıyor, kendi yönetim kurulunu ise zürekli frenliyordu. Ligde kaybeden ona saldırıyor, kalkan yanlış bir bayrak bile "istifa" gerekçesi olarak önüne konuyordu. UEFA Kupası kazanan bir ülkenin federasyon başkanı olması saldırıları engelleyemiyor, daha sonra Avrupa'da gelen çeyrek finale bile dudak bükülüyordu. "Bağcıyı dövmek" için kah Bülent Yavuz malzeme ediliyor, kah Teknik direktör kullanılıyordu. "Bırakıp giden" Mustafa Denizli, "gözünü karartıp gelen" Şenol Güneş, hep başkanı yemek için kurulan sofralarda "baş meze" durumunda sürekli olarak gündemde kalıyordu. Dünya Kupası elemeleri sırasındaki bütün taktik hataların bedeli Haluk Ulusoy'a ödetilmek isteniyor, ama Karadenizli Ulusoy bir İngiliz centilmeni gibi en az üç kere düşünmeden konuşmuyordu. Ve en önemlisi o "sustukça sıra hep ona geliyor", cevapsız kalanların salyaları daha da köpürüyordu. Dünya'nın Kupası geliyordu Dünya Kupası öncesinde ülkesinin bazı teknik direktörlerini ve bazı basın sorumlularını biraz dayanışma, biraz da bilgi ve görgü nedeniyle Kore ve Japonya'ya davet ediyor, ama bu bile eleştiriliyordu. O, uzakdoğuda kampta yatıp kalkmaya başladığı sırada, başkanı olduğu takımla yakınlaşması eleştiriyor, saha kenarına gelmesi bile alay konusu ediliyordu. Ulusoy, yılmadı ve bu takımı trilyonlarca dövizin yanısıra bu ülkenin hiç bir sanatçısı, bilim adamı ve siyasetçisinin taşıyamadığı yere taşıdı. Dönüşün ucu Taksim'de biterken Bakanlık-teşkilat-federasyon üçlemesindeki sevgisizlik hala duruyordu.Asrın en zevkli oyuncağını elinde bulundurmasını hazmedemiyordu siyaset. Ve sonunda onu eşofman giymediği gerekçesiyle dışlıyorlar ve devletin vereceği "üstün hizmet" madalyası listesinin dışında bırakıyorlardı. Oysa bilmiyorlardı ki, Haluk Ulusoy ülke menfaati için gerekirse eşofmanı bırakın ayı postu ile bile dolaşırdı. Onun suçu ülkesini çok sevmek, bir şeyler başarmış olmak ve bunları yaparken siyaseti spordan uzak tutmaya çalışmaktı. Yeni Şafak
|
|
|