T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Demokrasilerde seçim sendromu

Demokrasi deyince ilk akla gelen şey seçimlerdir. Seçim olmaksızın demokrasi olmaz. Böyle bir gerçek varken, "seçimi bir sendrom" olarak nitelemenin manasızlığı düşünülebilir. Gerçek budur ama, bir demokratik kurumu, maksadı dışında kullanmak veya kendi istek ve kaprislerinize alet etmek isterseniz, normal bir mekanizma sendrom haline gelebilir.

Türkiye'de ilk demokratik seçim 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılmıştır. Bu tarihten beri yapıla gelen iki tartışma vardır; birisi erken seçimler, diğeri seçim sistemi. Bu iki konuyu birlikte göz önüne getirirsek görürüz ki, Türkiye'de her seçimde ayrı bir seçim sistemi denenmiş ve neredeyse hiçbir parlamento Anayasa'da öngörülen yasama süresini tamamlayamamıştır.

1950 yılından evvel, yeni kurulmuş olan Demokrat Parti, nisbi temsil sistemini savunuyordu. İktidarda olan Halk Partisi ise, çoğunluk sistemini kabul etmişti. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti tek başına iktidar olunca, roller değişti. CHP, nispi temsili savunmaya başladı. Demokrat Parti, çoğunluk sisteminde ısrar etti.

27 Mayıs 1960 yılında askeri bir müdahale oldu. Bu müdahale sonrası kurulan meclis, karma bir sistemi kabul etti. Senato seçimlerinin, çoğunluk sistemiyle ve milletvekili seçimlerinin de nisbi temsil esasıyla yapılması için kanun çıkarıldı. Ancak bu kanuna göre yapılan seçimlerden sonra kurulan TBMM'de ilk olarak seçim sistemi tartışıldı ve sadece bir Afrika ülkesinde bir benzeri olan milli bakiye sistemini içeren bir kanun kabul edildi.

O günden bu güne, her seçim ayrı bir sisteme göre düzenlenmiş kanunlarla yapıldı.

Seçim kanunları yönünden gelişmeler kısaca böyle olmakla birlikte bir de tartışmaların erken seçim yapılması yönü vardır ki, bu da ayrı bir hikayedir. 1950 yılında 14 Mayıs seçimlerinin sonuçlanmasından birkaç ay sonra muhalefette kalan CHP halkın seçimde yanıltıldığını ve hemen seçimlerin yenilenmesi gerektiğini her fırsatta tekrarlamaya başladı.

Aynı propaganda 1954 yılında yapılan seçimlerde de tekrarlandı ve Demokrat Parti, 1957 yılında erken seçim yapmak zorunda kaldı. Aynı tartışma, bu seçimlerden sonra da devam etti ve Adnan Menderes'in erken seçim tarihini ilan etmediği gerekçe gösterilerek, 1960 askeri müdahalesi yapıldı.

Demokrasilerde seçimlerin ne zaman yapılacağı anayasalarda gösterilmiştir. Hal böyleyken, bu tarihin erkene alınması talebinin, kanun yönünden bir mesnedi yoktur. Ancak bazı istisnai hallerde, bu konu tartışmaya açılabilir. Bizde ise, bu tartışma istisnai hallerde değil, her halükarda tartışılır hale gelmiştir.

Demokratik teamülleri gelişmiş ülkelerde, seçim kanunları sık sık değişmez. Zira bu kanunlar, bu konsensüsle kabul edilmiştir. Bilinir ki, ideal bir seçim kanunu bu güne kadar bulunamamıştır. Her ülke an az mahzurlu olduğuna inandığı bir sistemi kabul etmiştir. Onlar için önemli olan kanunun içeriğinden çok, uygulanmasının doğru olup olmadığıdır. Seçim kanunlarının, doğru uygulanması için gerekli mekanizmalar kurulmuştur. Bu mekanizmalar doğru çalıştığı müddetçe, seçime giren partiler seçim sonuçlarına itiraz etmezler.

Bizde ise, daha seçimlerin yapılmasından bir gün sonra, seçimi kaybedenler ya halkın seçimlerde aldatıldığını ya da seçim kanununun demokratik olmadığını iddia ederek seçimlerin yenilenmesini isterler. Hiç kimse, seçim tarihinin Anayasa'da tespit edildiği gerçeğini düşünmez.

Bu tip tartışmaların, Türkiye'ye neye mal olduğunun hesabı hâlâ yapılamamıştır. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesini ele alalım. Bugün hâlâ, eğer Adnan Menderes seçim tarihini ilan etseydi, bu darbe olmazdı diye tartışılıyor. Bir an için soralım, "Askeri müdahale olmasaydı ne olurdu?" Elbette Anayasa'da öngörülen tarihte seçim olacaktı ve Türkiye, askeri darbeler dönemini açan bu ihtilalin getirdiği zararlardan kurtulacaktı.

Her seçimden sonra, seçim kanununun değişmesini isteyenler ve ilk günden itibaren seçimlerin yenilenmesini isteyenler, bir noktada yanılmaktadırlar. Seçimin zamanında yapılmasının, hukuki bir mesnedi vardır. Fakat yeni bir kanunla erken seçime gidilmesinin hukuki bir dayanağı yoktur.

Seçim sistemini tartışırken, futbol kaidelerini göz önüne alalım. Gerek maçtan önce ve gerekse maçtan sonra, taraflar kabul edilen kurallara göre futbolu oynarlar. Sonucuna razı olurlar. Farz edin ki, bir takım 90 dakikanın 89 dakikası boyunca üstün oynasa, diğer takım tesadüfen bir gol atsa, galip gelen taraf gol atan taraftır. Diğer taraf maçtan sonra, "90 dakika yerine 75 dakika oynasaydık veya neden goller hesaplanıyor da, atılan şutlar hesaplanmıyor?" diye itiraz etse, kimseye dinletebilir mi?

Büyük Fransız Hukukçusu Duvergee'nin bir cümlesi vardır. Der ki: "Dünyanın en inatçı mahluku seçmenlerdir. Seçim sonuçlarına katlanamayanlar, seçimlerin yenilenmesini isterler. Seçimler yenilenirse görürler ki, seçmenler aynı partilere oy vermişler."

Sonuç olarak şunu söylemek gerekir ki, her seçimde ayrı bir sistemi denersek ve seçimlerin sonuçlarına inanmazsak, demokrasiyi yerleştiremeyiz. Fransa'da son yapılan seçimler, bunun en güzel misalidir. Le Pen'in partisi, seçimlerde yüzde 17 oy almıştır. Fakat Fransa'daki seçim sistemine göre parlamentoya bir tek üye bile sokamamıştır. Fransa'da hiç kimse, seçimlerin sonucunu tartışmamakta, kimse mevcut seçim sistemini değiştirmeyi tartışmaya bile açmak istememektedir.

Seçimi zamanından erken yapılmasını istemek, Türkiye'de bir sendrom haline gelmiştir. Bu sendrom, siyasi istikrarsızlığın sebepleri arasına girmiştir. Belki muhalefetin erken seçim istemesinin hoş görülür yanı vardır. Ancak iktidara mensup bir partinin, bir yetkilinin veya bir bakanın, bunu telaffuz etmesinin gerekçesi olamaz. Zira, bir ülke seçim tarihini tartışmaya başlarsa, orada parlamento çalışamaz. Bürokrasi üzerindeki siyasi idare zayıflar ve hatta memleketi parlamenterler değil, bürokrasi idareye başlar.

Maalesef bu gün ortada mevcut olan siyasi istikrarsızlığın sebepleri arasında bu tartışmalar vardır. Sayın Bakan Derviş'in bu konudaki beyanları, iktidarın icraatına büyük zararlar vermiştir. Zaman zaman iktidar partilerine mensup yetkililerin dikkatsizce yaptıkları konuşmalar, kendi icraatlarını baltalamaktadır. Koalisyona dahil partilerin, seçimlerin zamanında yapılacağına dair beyanları dahi tedirginlik yaratmaktadır.

Demokrasilerde seçim kaçınılmaz bir mekanizmadır. Ancak erken seçim lafı ederek veya her seçimde yeni bir kanun arayışına girerek bu mekanizmayı bir "sendrom" haline getirmek, demokrasiye yapılmış olan en büyük kötülüktür.

Burada tekrar edelim: "Adnan Menderes seçim tarihini ilan etseydi 27 Mayıs 1960 ihtilali olmazdı" diyenlere soruyoruz: "Anayasa'ya göre seçim tarihi belli değil miydi? Bu tarih belli iken, Adnan Menderes'in başka bir tarih belirtmesini istemenin kanuni bir dayanağı var mıydı? 1960 yılında askeri darbe yapılacak yerde, bir yıl sonra ve zamanında seçimler yapılsaydı, acaba Türkiye bu günkü istikrarsızlığın içine düşer miydi?"

Seçim kanununu yaparken her parti bu kanunda kendi yerini arıyor. "Öyle bir kanun yapayım ki, sadece ben kazanayım" diyerek kanun yapanlar hep hüsrana uğramışlardır. Kanunu yaparken onun içinde kendilerini değil de demokrasiyi arayanlar, daima kazançlı çıkmışlardır.


8 Temmuz 2002
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED