|
|
Rahşan'ı bırak caz'a bak...
Büyüsünü yitirmiş bir dünyada hayat, bütün karmaşıklığı ile karanlığın ve ihanetin içine saklanmış, ömrümüzün terkedilmiş dar sokaklarında korkularımızı çoğaltıyor. Hayatı anlamlı kılabilecek bütün duraklardan kaçarak gidiyoruz yarınlara... Kendimize en çok güvendiğimiz, dünyanın bizi savunduğunu sandığımız anlarda alıyoruz en çok yaralarımızı... Bu yüzden, belki de en çok korktuğumuzda korktuğumuz başımıza geliyor... Korkularımızdan bu kadar korkmasak, bizi yönettiklerini zanneden "küçük adamlar"ı bu kadar ciddiye almasak, acaba pişmanlıklarımız ve hüzünlerimiz daha mı az olurdu? Mesela, kadın estetizmi ve kadın olmanın o harikulade zarafeti ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmayan Rahşan Ecevit ve kaburgası kırık Başbakanımız'ın koltuğun etrafında sergiledikleri "zavallı" ve trajik hali hayatımızda yokmuş gibi farzetsek, acaba daha mı az mutlu oluruz? Belki konuşmanın zamanı çoktan geçti, kendi kendimize eğilip susmalıyız belki de... Yenildik ve bitirdik hayatı. Çünkü, her gün tanımadığımız çocukların ölüm haberleri geliyor bu dünyada, her gün her gece ölüyorlar... Tıpkı Eluard'ın şiirinde olduğu gibi yenilmişiz bir kere... "Kapılar tutulmuş neylersin
Biliyorum, yaşadığımız bu acımasız dünyada "masumiyet" bile cinayete çok yakın duruyor. Bu yüzden, şehirlerin zarafetini kucaklayan şarkılar, cinayet fısıltıları arasında kaybolup gidiyor... Acaba üzerinde valslerin, bluesların, türkülerin yükseldiği bir dünyada yaşamak çok mu zor? Bir gün olsun, bizi hafakanlara boğan "kirli siyaset"in, toplumsal trajedilerin dışına çıksak, kulağımızı bir başka dünyanın kalbine dayayarak müziğin peşinden çok uzaklara gitsek... Sahi çok mu zor dersiniz, bir "hayal evi"nden içimizdeki vurmalı, nefesli sazlarla kaçıvermek? Belki o zaman, beyazın bir başka beyaz olduğunu, yıldızların altında insanların sahiden kardeş olduğunu yeniden keşfederiz... Gelin, kısa süre için de olsa hayatınızı istila eden krize biraz mola verin ve Temmuz'un "beyaz geceleri"nde hayatınızda "caz"a küçük de olsa bir yer açın. Bir caz gecesinde gönlünüzü yıldızlara bırakın uçuversin uzaklara... Necip Fazıl'ın o muhteşem dizelerinde olduğu gibi, "Akşamı getiren sesleri dinle/ Dinle de gönlümü alıver gitsin..." Bırakın, cazın Samanyolu'na doğru uçan kanatlarında "sonsuzluk" fikri canınızı yaksın... Tam dokuz yıldır İstanbul'a dünyanın en ünlü, en iyi müzisyenlerini getire Caz Festivali bu yıl da bir çok ünlü müzisyeni İstanbul'da buluşturdu. Bu yıl kimler yok ki festivalde... Cazın efsane müzisyenlerinden Charlie Parker'ın müziğine adanan "Birds of a Feather" adlı proje usta davulcu Roy Haynes, saksofoncu Kenny Garrett, trompetçi Nicholas Payton, kontrabasçı Christian McBride ve piyanist Dave Kikoski'yi bir araya getiriyor. Caza dair bir başka büyük proje de 10 Temmuz gecesi Açıkhava Sahnesi'nde izleyenlerle buluşacak. "Miles Davis ve John Coltrane Anma Gecesi"nde bu iki dev sanatçının günümüz müziğine etkileri bir kez daha gözler önüne serilecek. Miles Davis ve John Coltrane'nin müziğine adanan "Directions in Music" projesine öncülük eden cazın yaşayan efsanesi Herbie Hancock var. Bu yılki festivalin ağır topu Marianne Faithfull, 15 Temmuz'da İstanbullu müzikseverleri ilk kez selamlayacak. Bize ne siyasetin entrikalarından, Rahşan Hanım'ın "koltuk oyunları"ndan... Biz yıldızların altında bir başka dünyaya gidiyoruz, çünkü kirli havalarda boğulmak istemiyoruz...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |