|
|
Parola: Fogg'u as,
bizim çocukları besle!
AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg'un internet yazışmalarının deşifre olmasıyla başlayan süreç, anti-AB cephesini bir meydan muharebesi kazanmış gibi cesaretlendiriyor. Bunda da hiç olmazsa söylem düzeyinde haksız oldukları söylenemez. Çünkü; elde ediliş yöntemi üzerinde karanlık noktaları eleştirmek bir yana, Fogg'un yazışmaları sadece AB karşıtlarını değil taraftarlarını da rahatsız etmesi gerekecek kadar ağır ve diplomasi sınırlarını zorlayan ağır ifadeler içermektedir. Üslubun böyle olmasının da iki nedeni vardır: Bir, kendisinin de bir parçası olduğu anlaşılan tipik Avrupalı bakışı. Ki, daha önceden bu denli dramatik bir yansıma bulunmamasına rağmen Avrupa'nın ortalama bakışının buna yakın olduğunu kabul etmek lazımdır. İki, Fogg'un Türkiye'de temas kurduğu kişi ve muhitlerdeki yaygın söylemdir. Ki, Temsilci'nin bu söylemden daha doğrusu "muhabbet"ten fazlasıyla etkilendiği yazışmaların yayınlanan kısmında açıkça görülmektedir. Sözgelimi, bir tesbit olarak elbette doğru olan ama diplomatik misyonla hele hele AB gibi nazik bir konuda sorumluluk üstlenen birisinin misyonuyla bağdaşmayan "derin devletin üyeliğe karşı çıktığı" tanımlaması bunun en çarpıcı örneğidir. Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın kendisiyle yaptığı görüşmeden anladığımız kadarıyla Fogg, yazışmalarında AB üyeliğine karşı güçler olarak belirttiği "derin devlet"ten askeri değil "Susurlukçular"ı kasdettiğini ifade ediyor. Benim ise, Susurlukçular işaretinden anladığım Fogg'un sadece askerleri değil sivil bürokrasiyi, hatta bürokrasi dışında kalan sistem uzantılarını kastettiğidir. Çünkü, Susurluk denilen şeyin nihayet "derin devlet"in bir maketi ya da pilot uygulaması olduğu besbellidir. Yani Fogg, tanım nasıl anlaşılırsa anlaşılsın hassas hedefe stratejik atışı yapmıştır. Ve sadece bu nedenle bile Türkiye'de artık görev yapmaya devam edebilmesi imkansız gibi görünmektedir. Zaten dün, Türkiye'den AB'ye böyle bir istek gittiğine dair gayrı-resmi ama güçlü söylentiler de ortaya çıkmıştır. Fogg'un Türkiye'deki görevinin böyle bir gerekçeyle nihayetlenmesi hiç şüpheniz olmasın AB-Türkiye ilişkilerinde 1998 Lüksemburg Zirvesi'nden sonrakine benzer bir gerginlik doğuracaktır. Çünkü Brüksel, temsilcilerinin yasa dışı yollarla takip edilebiliyor olmasını, Ankara da muhatabının kendisi hakkında hiç de iyi düşünceler beslemediğini artık farketmiştir. Buna rağmen Türkiye'nin AB üyelik hedefi yine de AB Temsilcisi ya da bir başkasının patavatsızlıkları ile kuşatılamayacak kadar önemli bir konudur. Gerçi, "skandal"ın ortaya çıkmasından sonra yaşanan gelişmeler ve saflaşmalar, AB üyeliğine karşı çıkanlarla taraftar olanların haritası çıkarmaya yetecek kadar keskin değildir. Çünkü, taraftarlar için ortada hiç de savunulacak bir durum bulunmadığı için böyle bir dizilişte yer almak isteyenlerin sayısı düşük kalmıştır. Ama, Fogg'u kıstırmışken Türkiye'nin AB hedefine zevkle saldıranların kimlikleri gösteriyor ki, adresi nasıl tarif edilirse edilsin devletin derin güçlerinin resmi taraftarlık beyanlarının zıddına üyeliği engellemek için ellerinden geleni ardlarına koymayacakları bir kez daha anlaşılmıştır. Sadece, asker-sivil bürokrasi katmanları değil, onların "sivil" uzantıları da bu niyettedir. İşçi haklarının en çok ihlal edildiği bir ülkenin en büyük sendikası olan Türk-İş'in bile AB karşıtı raporlar hazırlayıp bunu Cumhurbaşkanı'ndan başlayıp devletin bütün kademeleriyle paylaşıp AB karşıtlığı yapabildiği bir ortamda sözkonusu niyetin detaylarına inmeye de gerek yoktur. Tük-İş'in "AB Türkiye'den ne istiyor" başlıklı Aralık 2001 tarihli raporunda Kıbrıs, Ege, Ermeni soykırımı, Patrikhane sorunu, Ruhban Okulu, azınlıklar vs. gibi kritik konular uzun uzun anlatılarak, Avrupa'nın Türkiye'yi nasıl bölmeye çalıştığı korkusu körüklenirken; sendikanın temel görev alanlarıyla AB kriterleri arasında tek satır kıyaslama yapılmamaktadır. Bir sivil ve demokratik kitle örgütü olan Türk-İş'in ülkenin içe kapanması konusundaki militanca gayreti, AB Temsilcisi'nin yazışmaları kadar dikkat çekicidir. Ama, Fogg'un yazışmaları kötü niyetin deşifresi olarak muamele görürken Türk-İş ve benzeri birçok kuruluşun karşı faaliyeti vatanseverlik olarak kabul edilmektedir. İşte en tehlikeli tasnif de üyelik hedefinin "ya hep, ya hiç" eksenine oturtulmasıdır. Oysa, AB üyeliği konusundaki saflaşmayı vatanseverlerle vatan hainlerini tesbit etmek için bir turnusol kağıdı olarak kullanabilmek de, neticeyi bir meydan muharebesiyle tayin edebilmek de mümkün değildir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |