T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Amerika mı, Avrupa mı?

Amerika ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler hiçbir zaman 'antagonist' tabiatta, yani 'hasmane' olmadı. Tersine, Atlantik'in her iki yanında 'Batı sistemi'nin birbirlerini tamamlayan iki sütununu teşkil ettiler. Ekonomik alanda, elbette, 'uluslararası serbest pazar ekonomisi'nin kurallarına uygun biçimde birer 'rakip' oldular; ama bu 'sistem'i her ikisi de savunageldiği için, 'ekonomik rekabet' asla 'uluslararası güvenlik sistemi'nde, 19.Yüzyıl'ı hatırlatan bir 'emperyalist devletler arası dünya hegemonyası' rekabetine dönüşmedi.

Bunun nedeni, 19.Yüzyıl ile 21.Yüzyıl'ın uluslararası sistemlerinin arasındaki temel 'yapısal farklar'dan kaynaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği'nin başını çektiği 'sistem alternatifi'ne karşı 'Hür Dünya'yı temsil eden ve aynı 'güvenlik sistemi'nde birleşmiş ülkeler, 19.Yüzyıl'ın birbirleriyle rakip, 20.Yüzyıl'ın 'dünya hegemonyası rekabeti'nde birbirleriyle savaşmış olan ülkeleri idi.

Tarihin son iki yüzyılı arasındaki bu 'temel yapısal farklılık' anlaşılmadan, ne bugün anlaşılabilir; ne 'yarın'a ilişkin doğru bir projeksiyon yapılabilir. Bu yüzden, Türkiye'de bir hayli yaygın görülen ve hatta bazı devlet kurumlarında 'strateji' ile uğraşan birimlere de sirayet etmiş haldeki 'Amerika-Almanya rekabeti' ya da 'Amerika önderliğindeki ülkeler' ile 'Almanya önderliğindeki AB' arasındaki 'hegemonya rekabeti' gibi sözde tahliller birer safsatadan ibarettir. Her bakımdan farklı 19.Yüzyıl'ı, gelip 21.Yüzyıl'a 'klonlama' demektir ve gerçeklerle de, bu sebepten ötürü, hiçbir ilgisi yoktur.

Batı, bir 'uluslararası sistem' haline zaten İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Amerika'nın savaştaki düşmanları Almanya ve Japonya'yı ekonomik bakımdan ayağa kaldırmaya çalışması, NATO ile bir 'Transatlantik İttifakı'nın kurulması ve Avrupa merkezli uluslararası sistemin 'geleneksel düşmanlar'ı Almanya ile Fransa'nın müştereken bir 'eksen' oluşturarak, bu 'eksen'in üzerinde Avrupa Birliği'nin temellerinin atılmasıyla gelmiştir.

Avrupa Birliği de, bir 'Soğuk Savaş ürünü' olmaktan, Soğuk Savaş'ın sona erdiği 1990'larla birlikte çıkmış ve bir 'metamorfoz' geçirmiştir. İngiltere'nin dahil olmasıyla 'boyutları'nın genişlemesinden gayrı, İtalya'nın yanısıra İspanya, Portekiz ve Yunanistan katılımıyla bir 'Akdeniz boyutu' da kazanmış ve münhasıran Almanya-Fransa ekseni üzerinde şekillenen bir 'kara Avrupa'sı sistemi' olmayı terketmiştir. 1990'larla, Orta ve Doğu Avrupa'ya doğru 'genişlemesi' ve yeni bir 'Avrupa bütünlüğü' imkanları doğmuş ve bu 'yeni yapı'nın içine Türkiye'nin de 'sığması' gündeme gelmiştir.

İşleri karıştıran, 11 Eylül 2001 oldu. Bu tarihten itibaren, Amerika'da, giderek 'unilateralist' yani 'Batı İttifakı'nı icabında bir kenara iterek, tek başına hareket etme' eğilimi ortaya çıktı. 'Tek kutuplu uluslararası sistem'de, 'tek süperdevlet' konumu nedeniyle 'sistemin lideri' özelliği taşıyan Washington'da belirginleşmeye başlayan bu 'eğilim', esas olarak, Ortadoğu'da ve özellikle de Irak üzerinde 'kristalize' oluyor. Ve bu eğilim, önümüzdeki yüzyılda 'uluslararası sistem'in şekillenmesini belirleyecek önem taşıyor.

ABD-AB ilişkileri, yine de 'antagonist' tabiatta değil ama bu, Atlantik'in her iki yakasında politika tercihleri bakımından 'makas'ın yavaş yavaş açılmasını da engellemiyor.

Böyle bir 'uluslararası iklim', Amerika-Avrupa, Amerika-Rusya, Amerika-Ortadoğu, Amerika-İran, Amerika-Orta Asya ilişkilerinin tümünden aynı anda ve yaklaşık oranlarda etkilenmek özelliğindeki ve 'Avrupa-Ortadoğu jeopolitiği'nin 'fay hattı'nda bulunan Türkiye'yi herkesten ziyade etkileme kapasitesine sahip.

Türkiye, bir coğrafi ve kültürel 'Janus'; hem Batılı hem Batılı olmayan kültürel veçheleri var. Coğrafyası, hem Avrupa'da, hem de Ortadoğu'da. Dahası, bir siyasi, ekonomik ve kurumsal bakımdan da bir 'Janus'. Amerika'nın, İsrail'den sonra Ortadoğu'daki en yakın müttefiki. Ekonomisi, Amerika'ya ve Amerika üzerinden IMF'ye teslim. Aynı zamanda, Avrupa Birliği'nin aday üyesi. 'Stratejik tercihi'ni onyıllarca önce ve doğru biçimde Avrupa Birliği'nden yana yapmış ve Gümrük Birliği dahil, bu yönde hayli yön almış. Aldığı yön, Helsinki 1999 ve Laeken 2001 ile tescil edilmiş. Üstelik, İslam Konferansı Örgütü'ne de üye.

'ABD-AB makası'nın özellikle Irak, genel görüntüsüyle Ortadoğu zemini ve bir de 'şer ekseni' zihniyetinin ortaya konmasıyla 'küresel düzlem'de açılması, Türkiye'yi 'iki bacağı birbirinden giderek ayrılan ve kasıkları dayanılmaz biçimde acıyan' bir insanın durumuna benzetiyor. Hangi bacağını kasığına yaklaştırarak, acıyı azaltma yoluna gitmeli? Soru bu...

Dünkü bazı gazete başlıklarından birkaç örnek vererek, sorunun cevabını arayalım: "Daily Telegraph (İngiliz-muhafazakar): Almanya ve Fransa Bush'u Irak konusunda Uyardı"; "Guardian (İngiliz-Orta Sol): Irak'la savaşta bir Rus-İngiliz lobisi mi? Eğer Blair Bush adına konuşmakta ısrar ederse sesi giderek daha kısık çıkacak"; "Al-Ahram International (Mısır): 'Unilateralist aşırı dürtülere karşı koymak- Avrupa'nın Washington'un 'basitleşmiş' dış politikasına isyanı, Araplara bir fırsat penceresi açıyor mu?"

Bu arada, dünkü İngiliz gazetesi The Times'ın 'Bush Avrupa'nın zaaflarına yüz çeviriyor' başlıklı ve Bush Beyaz Sarayı'na çok yakın bir Amerikalı muhafazakar uzmana dayandırdığı haber-yorumundan şu satırlar:

"Avrupalılar ve Amerikalılar şu sırada değişik gezegenlerde yaşıyorlar... Bush ekibi için Teröre karşı Savaş tarihin tayin edici bir anı ve dünya'nın demokrasilerinin geleceği için belirleyici olduğunu kanıtladıkları bir savaşın içinde bulunmaktan gurur duyuyorlar... Washington'da Amerikan politikasını yapan ve etkileyenlerin her ikisi arasındaki konsansüse göre, Avrupa bugünkü dünya açısından geçersizdir. Çünkü bir askeri güç olmak için gereken harcamayı yapmayacaktır ve askeri gücün kullanılmasını içeren konulara ilişkin görüşleri Amerika için bir sonuç ifade etmemektedir..."

Amerikan sağ National Review dergisi, 'Saddam'ı Devirmek' başlıklı 5 yazılık dizisinin ilkine "Saddam Hüseyin'i devirip devirmemek tartışması sona erdi. Şu sırada ortada kalan sorular nasıl, ne zaman ve sonra ne olacağı" cümlesiyle başlıyor.

Ancak, dünkü Washington Post, 'Irak'a ilişkin Amerikan seçeneklerine hala karar verilmedi' başlıklı yazısında 'askeri işgal, yerel ayaklanma, bir darbeyi destekleme ya da bu seçeneklerin tümünün bileşiminden oluşan bir çalışma yürütüldüğü'ne yer vererek, Mayıs 2002'den önce Irak'a karşı bir 'askeri harekat' beklenmemesi gerektiğine dikkat çekiyor ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in Türkiye'yi de kapsayacak gezisinde bu sorulara yanıt aranacağını ima ediyor.

Türkiye'de 'Amerika mı, Avrupa mı?', 'Hangisiyle nereye kadar? Niçin ve nasıl'ı konuşmanın zamanı gelmedi mi?

Son günlerde AB aleyhinde tetiklenen kampanya ve provakasyonların bu gelişmeler ve tartışmalarla ilgisini kuramıyor musunuz?


20 Şubat 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED