|
|
Siyasi analizin ahvali...
Bir dostum geçenlerde, yazılarımda neden eskiden olduğu gibi daha sık siyasi analiz yapmadığımı soruyordu. Haklı bir soru bu. Ne var ki, siyasi analiz bir ölçüde siyasetin varlığını gerektiriyor... Siyasi partilerin neredeyse tümünün bağımlı değişken haline geldiği, rant kavgalarına hapsolduğu, kendileri dışında belirlenen konuları "faydacı" bir şekilde siyasileştirdikleri bir ortamda, siyasi analizin çapı da sınırlı olur. Nitekim partilere bakıldığında içine düştükleri durum tüm açıklığıyla ortada... ANAP örneğin... Farklılaşmak için AB hattında bir "değişimci dil" üretmek peşinde. Ancak bunu Mesut Yılmaz'ın devlet içindeki türlü kurumlarla mücadelesinde bir "araç", karşı karşıya kaldığı yolsuzluk ithamlarında bir "kalkan" olarak kullanması, inandırıcılığını ciddi ölçüde baltalıyor. Daha da öte bu partiyi sık sık taviz vermeye, güdük ve devlet merkezli bir değişim projesini doğrulamaya itiyor. ANAP'ın değişimci dili sonuç getirmeyen, faydacı bir iç siyaset malzemesinden ibaret kalıyor. Bu konuda en zor durumdaki parti elbette MHP... MHP'nin kendi varlığına ve ideolojisine tümüyle ters düşen bir "değişim dalgası" karşısında, sık sık statükocu ve devletçi bir çizgiye itilip, temsil ettiği toplumsal değerlerle çelişkiye düştüğü, kendi bünyesinde krizler yaşadığı çıplak bir gerçek. Aynı MHP bu çelişkiyi istikrar söylemiyle bertaraf etmeye çalıştıkça iyice "bağımlı değişken" haline geliyor. Ve bu koşullarda seçmen irtibatını korumak için, Apo üzerinden siyaset yapıyor, 312. ve 159. maddede, idam meselesinde olduğu gibi eski katı tezlerine geri dönmek zorunda kalıyor. AKP ve SP'nin kendi yasaklarına kilitlendiği, sistem nezdinde meşruiyet arayışına endekslendiği bir sır değil. Hemen her soru ve sorun bu partiler tarafından ya da muhalifleri tarafından bu özel durumlarıyla bağlantılı hale getiriliyor. Başka bir deyişle "faydacılık çemberi" bu iki partiyi hem içeriden hem dışarıdan kuşatmış durumda. Bunun ürettiği siyasetsizlik hali ise aşikar. Bu partiler değişim dili, iç siyaset konusunda yeni açılımlar, somut sorunlarda farklı politikalar, değişim direncine karşılık aktif ve şaşırtıcı hamleler üretmek yerine; her birinin sanki MGK üyesiymiş gibi ya da makro dengeler, devlet politikaları, uluslararası sorunlar ve uluslararası meşruiyet üzerine yoğunlaşıyorlar. Bu durum, partiler ile potansiyel seçmenleri arasında her geçen gün, bedeli daha sonra ortaya çıkacak yeni barajlar inşa ediyor. Hepsinden önemlisi bu partileri kendi içine kapatıyor, sayısal güç çerçevesinde olmasa bile fikri güç olarak Türkiye gündeminden düşürüyor. Yani oy almak yerine alınacak oylara rağmen nasıl iktidar olunacağı sorusunu sormaktan uzaklaştırıyor. Yani değişim fikri devre dışı kalıyor. Yani sosyolojik olandan siyasi olana doğru itiyor. Daha beteri bu partiler eliyle bir toplumsal kesim siyasete, siyaset ise devlet politikalarının içine hapsoluyor. Açıkçası bu partiler kendi müslümanlarından rahatsız olan bir noktaya sürükleniyorlar ve bu kesimi bağımlı bir değişken haline getiriyorlar. DSP ve DYP için söylenecekler daha da az. Bu iki parti, tüm farklılıklarına rağmen, farklı noktalarda ve farklı dozlarla, kendilerini "değişimcilik"le "devletçilik" arasında son derece "ilkesiz ve pragmatik" bir alana sıkıştırarak, devlet politikalarıyla ciddi bir uyum arayışı içinde, "popülist alışkanlıkları"nı sürdürüyorlar. Bu tablo benim yazımlarımda sıkça üzerinde durduğum "siyasi alan daralması"nın doruk noktasını ifade eder. Bu sorunun derinliğini görmek için şunu farketmek gerekir: Bu daralma sadece 28 Şubat öyküsünden, yani siyasete dıştan yapılan ve kalıcı hale getirilen müdahalelerden kaynaklanmıyor. Sadece mevcut siyasi partilerin popülizmle devletçilik arasında kurduğu ilişkiye dayanan geleneksel "oy toplama ve kimlik edinme stratejisi"nden de oluşmuyor. Bir de siyaseti; hukuk, ekonomik politikalar, ulusötesi düzenlemeler üzerinden sınırlayan bir uluslararası konjontür var. Ancak hepsinden önemlisi iç kamuoyunun siyasi partilerden soğuması gerçeği var. Bugün seçim ihtimali bile kamuoyuna umutsuzluk, dağılma, istikrarsızlık ve çatışma fikrini pompalıyor. Bu his ise seçmenlerin "siyasi güç merkezi" arama alaşkanlıklarını altüst ediyor. İşte siyasi analizin ahvali bu... Peki ya siyaset nerede... O, devletin tam merkezinde... Siyasi analizi istihbari analizle, siyasi gözlemleri aktif taraf olmakla iç içe sokan, tek umudu nafile bir şekilde dış dinamiklere indirgeyen bir yerde... Evet, siyasetin ana haritası devlet, devlete hakim güçler ve devlet içindeki farklı eğilimlerin çekişmesi tarafından belirleniyor. Sıkça dile getirdiğim, "ABD'ye yakınlık kurup AB ile arasına mesafe koymayı hedefleyen", büyük "kampanya" bu yüzden aldı başını gidiyor... Bu sütunda son günlerde devlet ve basın analizlerine özellikle bu yüzden yer veriliyor. Unutmamak gerek: Umut ve değişim, doğru tespitlerden ürer. İdam cezası meselesini yazmak için masaya oturup, nerelere geldik... Varsın olsun...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |