T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Kopenhag Kriterleri" kışlaya mı giriyor?

Dünkü yazımda "küçük hikayemiz"den, Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmamızdan hareketle ülkenin yargı sistemine ilişkin bazı gözlemlerimi aktarmıştım. Bugünkü yazı da yargıya ilişkin olsun; bu kez de, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin aldığı bir karardan hareket edelim. Bakalım yazı nerelere uzanacak...

Söz edeceğim kararla Radikal gazetesinin birkaç gün önceki sayısında yer alan bir haberde karşılaştım. Pekçok "güzel" haber gibi, yine Adnan Keskin imzasını taşıyordu. Dikkat ettim, geçen bir iki gün içinde bu fevkalade önemli haber maalesef hiçbir köşeyazısına konu teşkil etmemiş. Ne "makul çoğunluk", ne de "azgın azınlık" cenahından hiç kimse, Keskin'in haberinin önümüze kadar getirdiği bu önemli gelişmeden söz etmemiş.

Keskin'in haberi "Er intiharlarına tazminat" başlığını taşıyordu. Spotu da aynen şöyleydi: "Askeri mahkeme, spor ve atışta başarısız olunca birlik önüne çıkarılarak askerlere yuhalatılan er ile komutanın dayağından bunalan bir başka askerin intiharlarından devleti sorumlu tuttu." Haberi nasıl buldunuz, "bomba" gibi değil mi?

Haberi okuyup bitirdiğinizde, çok mu çok hüzünlü iki hikayeyle karşılaşıyorsunuz. Ülkemizde askerlik görevlerini yerine getirenlerin hiç mi hiç yabancısı olmadıkları iki hüzünlü hikaye...

İlk intihar olayı, bir ailenin çocuklarının intihar nedeninin dayak ve bölük önünde yuhalanması olduğunu belirterek mahkemeye başvurması sonucu aydınlanmış. Söz konusu aile davayı kazanarak, Milli Savunma Bakanlığı'nı birkaç milyar lira maddi ve manevi tazminat ödemeye mahkum da ettirmiş. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bu davaya ilişkin kararı kışlada olup bitenleri çok iyi özetliyor: "Müteveffanın spor ve atışta başarısız olması nedeniyle komutanlarınca azarlandığı, intihar ettiği gün ve önceleri müteaddit kereler müessir fiile maruz kaldığı, müteveffaya başarısızlığı sonrasında bölüğün önünde yuh çektirildiği ve müteaddit kereler dövülmesi sonucu bunalıma girerek nöbeti sırasında intihar ettiği, bu şekilde olayın bölük komutanı ve takım komutanının kusurundan ileri geldiği, birlikteki hizmetin iyi işlemediği, ajanların yeterince denetlenmediği, dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu anlaşıldığından zararların davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır..."

Karar her şeyi ne güzel açıklıyor değil mi? Sanırsınız ki, Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi'nin benzer davalarla ilgili aldığı kararlardan birisiyle karşı karşıyayız. İşin ilginç yönü, "disiplin" filan demeden temel insan haklarını merkeze alan bu karar bir askeri mahkemeden çıkmıştır. Hani "Askeri Yargıtay", "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi" derken ülkede neredeyse "çift hukuklu" bir yapının doğmasına neden olduğu için haklı olarak eleştirilen "askeri yargı"nın bir organından çıkmış bir karar... Sizi bilmem ama, bu derece açık bir kararın "sivil"inden çıktığını ben hatırlamıyorum. Ne yapmalı, yoksa bundan böyle, "polis" marifetiyle gerçekleşen insan hakları ihlallerine karşı açılan davaları da Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne mi havale etmeli!

İkinci intihar olayı da ilki kadar acı bir hikaye. Bir erin cenazesi "Şehit düştü" denilerek ailesinin yaşadığı Niğde'ye gönderiliyor. Ancak "gerçek ölüm nedeni" bir polis memurunun aileye gönderdiği mahkeme kararından sonra anlaşılıyor. Erin ölüm nedeni "şehit düşmesi" değil, yediği dayaklar sonucu yöneldiği intihardır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bu dosyaya ilişkin kararı da şöyle:"Disiplinsizlik hareketleri olsa dahi gereğinin yasal yolla halli gerekirken, astsubay (...) tarafından küfredilip arkadaşlarının önünde birkaç kez dövülüp başının aracın kasasına çarptırıldığı, ağzının ve burnunun kanadığı, bu davranışlara dayanamayarak intihar ettiği, olayın astsubayın kusurundan ileri geldiği, idarenin hizmet kusuru içinde olduğu anlaşıldı." İşte bu kadar...

Görülen o ki, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, önüne gelen dosyaların hakkını fazlasıyla vermiş, "Askerliktir, olur böyle ihlaller!" filan demeden idareyi tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Bana göre, şimdi sıra diğer mahkemelerdedir; ikinci davanın "..." astsubayı, birinci davanın mahkemece kusurlu bulunan "bölük komutanı" ve "takım komutanı" başta olmak üzere sorumlular hakkında ceza davası da açılmalıdır.

"Peki ya komutanlarının emirleri doğrultusunda arkadaşlarına yuh çekenler ne olacak?" diye de soruyor musunuz? Sorun sorun, iyi olur... Bu sorunun cevabının akla gelen ilk cevabının "Ne yapsınlar onlar emir kulu!" olduğunu sizin gibi ben de biliyorum, ama yine sorun derim... Hani şu ünlü meseli,"İlk taşı, günahsız olanınız atsın!" meselini hatırlayarak sorun...

Özetleyecek olursak: Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin yargıçları gibi bu ülkede askerlik görevini yapan herkes pekâlâ biliyor ki, kışlada dayak, küfür, aşağılama, "yuh çektirme" gibi uygulamalar bolca mevcuttur. (Bunun böyle olduğunu bilmek ve söylemek, insanı 159/1 kapsamına tabii ki sokmaz.) Ayrıca, herkesin bizzat şahit olduğu bu uygulamalardan kimsenin söz etmediğini de herkes biliyor. Dolayısıyla, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin önümüzde duran bu iki kararını ben çok önemsiyorum. "Neler oluyor?" diye sormaktan da kendimi alamıyorum; yoksa sevindirici bir gelişme olarak, "Kopenhag Kriterleri" kışlaya da mı girmeye başladı!


10 Nisan 2002
Çarşamba
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED