|
|
Roman kişileriyle yaşarım
Günümüz Türk romancılığının en önemli temsilcilerinden biri olan Selim İleri, Doğan Kitap'tan çıkan son romanı "Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak"ta, özyaşamöyküsünü yazdı. İleri'nin son romanı, kredi kartı toplumuna katılmayı reddeden, çağdaş köleliği gözü kapalı kabul eden insanlar yerine kendi doğrularını yaşamayı tercih eden yalnız insanlarla, onlarla aynı duyguları paylaşan ama öte yandan da yazar olmanın verdiği hassasiyetle kredi kartı toplumunun içinde gezinmeye gereksinim duyan bir yazarın ikilemini konu ediyor. İleri'yle Türk romanından postmodernizme, roman kahramanlarından yazma eyleminin bir yazar için ne ifade ettiğine kadar uzanan bir söyleşi yaptık. Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak'ta "Eskisi gibi okunmadığın için kahroluyorsun. Bitti alkışlar, dönemin kapandı. Edebiyat gömlek değiştiriyor. İnsanlar eğlenmek istiyorlar; ne yapsınlar hayat yeterince karanlık. Macera istiyorlar, gerilim.. Yaşamöyküsü, dedikodu, kim kiminle..." diyorsunuz. Ve buna benzer sözler roman boyunca tekrarlanıyor. Postmodern kuşatmanın romana yansımasına bir tepki mi gösteriyorsunuz? Postmodernizm diye bir şeye inanmıyorum, bu kavram bizde çok tuttu. Halbuki bu Amerikan baskısından başka bir şey değil. Postmodernizm, 250-300 yıllık kültürü olan bir toplumun daha kültürlü toplumlara dayatması. Bizim ciddiye almamız gereken "Türk romanı" diye tanımlayabileceğimiz bir roman geleneğimiz var. Türk romancılarının bunca eseri, emeği varken onun dışına çıkarak, onu inkar ederek hiçbir yere gidilebileceğine inanmıyorum. Yalnız postmodernizme karşı bir tutum yok; bugün varolan reklam piyasasının kendine özgü koşullarına da bir tavır var. Tabii ki reklam çağında yaşandığının bilincindeyim ama her metanın kendine mahsus reklam şeklinin olması lazım. Kitapların reklamı, yeni çıkan bir pop şarkıcısının reklamı gibi yapılmamalı. Roman kahramanlarınızın çoğu bugün yaşamıyor. Neden yaşayan kahramanlara pek fazla yer vermediniz? Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak'ı, psikolojik yıkım içerisindeyken, sıkıntılı huzursuz acılı bir dönemde yazdım. Çok fazla plan yapmadım, o insanlar kendi kendilerine girdiler romana. Yaşadığımız ortama karşı belki çok fazla bağlılık duymadığım için ölmüş olan insanların adları bana daha sıcak, daha çekici, daha anlamlı geldi. O insalar bir tür sığınak gibi geldi bana, keşke hiç ölmeseydiler. Bu romanınızın diğer romanlarınızdan farkı özyaşamöykünüzden yararlanmanız. Belleğinizde iz bırakan insanlar üzerine yazmak, yeni bir karakter yaratmaktan daha mı zor? Yaşamış insanlar üzerine bir şeyler yazmak daha zor. Yaşamamış, gerçek yaşamda karşılaşmadığınız karakterleri yaratırken onu istediğiniz gibi evirip çevirebilme imkanınız var ama tanıdığınız bir insanı roman kişisi yapmaya kalktığınızda o ille size kendi doğrularını, tutumlarını, davranışlarını mutlak bir şekilde dayatıyor. Size "Ben buyum sen beni başka türlü gösteremezsin" diyor. İster istemez ona uyum sağlamaya çalışıyorsunuz. Romanda değerlerin değişmesine, kuşaklar arasındaki uçuruma, 'ben'den çok 'biz' duygusunu tercih eden; New Yok'laşmaya çalışan İstanbul'da, İstanbullu olarak yaşamaya direnen insanların yalnızlığını işliyorsunuz bir bakıma. Aynı sıkıntıyı siz de çekiyor musunuz? Ben yalnızlığa alıştım herhalde. Nur Hanım değişimi bir türlü kabullenememiş. Madam Ester de kendi yalnızlığına alışmış bir insan. Oysa ben artık karşı çıkmanın bir çare olduğunu düşünmüyorum. Siz karşı çıksanız da çıkmasanızda her şey kendi akışı içerisinde kendi oluruna varıyor. Bir kültür dayanışması içerisinde karşı koyabilecekleri bir sarsıntıdan geçiyor Türkiye. Bu ferdin bireyin tek başına müdahale edebileceği bir şey değil. O kültür birlikteliğini sağlayabilecek olan bütün yolları da çok bilinçli olarak bizim dışımızdaki güçler tıkıyorlar. Birey olarak bizim yapabileceğimiz tek şeyin, anca kendi köşesine çekilip yapabileceğinin en iyisini yapması olduğunu düşünüyorum. Gençlik yıllarımdaki gibi yalnızlığın giderilebileceği, yalnızlıktan kurtululabileceği gibi bir umudum yok artık. Ama bu bana artı bir mutsuzluk da getirmiyor. Roman karakterleriyle aranızda nasıl bir ilişki var? Bir romanı bitirdikten sonra da karakterlerinizle aranızdaki ilişki devam ediyor mu? Yoksa karakterler roman bitikten sonra bavullarını alıp çekip gidiyorlar mı? Gidemiyorlar... Sonuna kadar mücadele oluyor... Sadece romanlarımın değil, sevdiğim başka romanların kişileri de benimle yaşamaya devam eder. Bazen hayatta tanıdığım insanlardan daha çok onların maceraları beni ilgilendirir. Romanda kahramanlar öldürülmeyip, hayatlarının bir noktasında romana son verilirse, ondan sonrasında o insanlara ne olduğunu çok merak ederim. Yakup Kadri'nin Nur Baba romanındaki kişilerin sonları ne oldu? Nigar Hanım'a ne oldu? Mavi ve Siyah'taki Ahmet Cemil Anadolu'ya gittikten sonra yaşamında ne oldu? Nigar Hanım sanki benim hayatımın bir parçası gibi benimle birlikte yaşamaya devam eder. Okurlarınızla aranızda nasıl bir ilişki var? Sadık bir okur kitlem olduğunu düşünüyorum. Ama onun dışında daha başka yeni okurlarım var mı yok mu bunu tam bilemiyorum.
'AH O ESKİ DEVİRLER'
Orhan Kemal, Behçet Necatigil, Atilla İlhan gibi edebiyatımızın ünlü isimleriyle aynı meclislerde sohbet ederek, paylaşarak yetişen Selim İleri, günümüz edebiyat çevrelerindeki ilişkilerle eski yazarların birbirleriyle olan ilişkilerinin karşılaştırılamayacağını düşünüyor: "Bugünkü edebiyat çevrelerinde eski yazarlar arasındaki ilişkinin en küçük esintisi bile yok. O zamanlarda konuşulan konulardan tutun da insanların birbirleriyle olan ilişkilerine kadar her şey bambaşkaydı. İdealler, gönülverişler, edebiyata olan tutku, söylem başkaydı. 'Benim kitabım şu kadar sattı, seninki şu kadar sattı' gibi konuşmaların milyarda biri geçmezdi.. O devirdeki yazarlar, gazetelerde yeni çıkan kitapları hakkında haberler çıktığında "Benim kitaplarım hakkında çok haber çıktı, biraz da diğer yazarların ki yayınlansın" diye gazetecilerin söyleşi taleplerini geri çeviren insanlardı. Şimdi ise müthiş bir ben tutkusu var insanlarda, kendilerinden sonra hiçbirşey olmayacağını düşünüyorlar."
|
|
|