T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tekno-pagan/izm: "öküz"e (b)akan "(t)ren" (8)

Batı düşüncesinin en büyük açmazı şurada: Batı düşüncesi bir yandan "insan-merkezli" bir düşünce; ama öte yandan insan sorununu, insanın bu dünyadaki ve evrendeki yerini / konumunu hâlâ çözememiş bir düşünce.

Bugüne kadar bize anlatılan masallardan biri şu oldu hep: Savaşlar, hep dinler yüzünden çıktı ve "din savaşları" yüzünden milyonlarca, yüz milyonlarca insan katledildi.

Bugün bu masal hâlâ gerçekmiş gibi anlatılıyor ve buradan yola çıkılarak dinlerin gereksizliği, anlamsızlığı ve saçmalığı sonucuna varılıyor. Dolayısıyla böylesi bir ortamda, yepyeni paganizm biçimlerinin hortlaması, mantar gibi bitmesi kaçınılmaz hale geliyor.

Bugün tüm insanlığı perişan eden sorunların, haksızlıkların, adaletsizliklerin, cinayetlerin, savaşların iki temel kaynağı var: Birincisi, hayatın sadece bu dünyadan ibaret görülmesi; ikincisi de, bunun doğal sonucu olarak, insanın hayatın ve her şeyin merkezine yerleştirilmesi.

Hayatın sadece bu dünyadan ibaret görülmesi bizi, sekülerizme; insanın (insanın dürtülerinin, arzularının) hayatın ve her şeyin merkezine yerleştirilmesi ise yepyeni paganizm ve dolayısıyla "uygar barbarlık" (Mestroviç) biçimlerine götürüyor.

Sekülarizmle, paganizm ve barbarlık biçimleri arasında kopmaz ilişkiler var: Paganizmin de, barbarlık biçimlerinin de yuvalandığı, köksaldığı, yeşerdiği ve neşvünema bulduğu yer, sekülerizmdir.

Sekülarizmin, ilk bakışta, insanı özgürleştirdiği söylenebilir. Ancak soruna birazcık yakından bakıldığında, bunun, son derece naif / çocuksu, yanıltıcı / yanılsatıcı ve sığ bir görüş; bu yüzden de şiddet üreten, şiddete dayalı pratikleri, ilişki ve iletişim biçimlerini meşrulaştıran bir dünya ve insan algısı olduğu kolaylıkla farkedilecektir.

Bir kere hayat, bu dünyadan; zaman da şimdi'den ibaret değildir. Dünyanın dışında başka "dünya"lar; insanın dışında ise başka varlıklar da var. Dolayısıyla hayatı ve dünyayı sadece bu dünyadan ibaret görmek, öte / ahiret inancını da, diğer dünyaların varlığını inkâr etmek anlamına gelir. Bu, insanın varlık alanını sınırlamak; insanın kendisini, başka varlıkları ve dünyaları keşfetmesini de, tecrübe etmesini de imkansızlaştırmak; dolayısıyla ufkunu ve zihnini daraltmak demektir.

İnsanı hayatın merkezine yerleştirmek, insanın imkânlarını ve zaaflarını, kabiliyetlerini ve sınırlılıklarını kavrayamamak; dolayısıyla insanın, her şeyden önce, insanın kurdu olmasını meşrulaştıracak kapıları aralamak, dünyayı orman kanunlarının, sosyal darvinizmin arenası haline getirecek yolları sonuna kadar açmak demektir.

Böyle bir dünya ve insan algısı, insanın, gücü ve iktidarı ele geçirmek için her türlü yolu deneyebilmesini; bütün kabiliyetlerini, gücü ve iktidarı elinde tutmanın imkanlarını araştırma yolunda kullanmasını ve geliştirmesini meşrulaştıracaktır. Dolayısıyla böyle bir dünyada gücü, iktidarı, insanın zaaflarını mutlaklaştırmasını, kutsamasını ve putlaştırmasını önleyebilmek imkansızlaşacaktır.

Gerek kadim Doğu dinleri, gerekse semâvî dinler, esas itibariyle insanın kendini keşfetmesini, kendi olmasını; diğer varlıklar, doğa, kozmik dünya ve Tanrı arasında harmonik, adil ve mutedil bir ilişki ve iletişim kurmasını sağlamak amacıyla varolmuşlardır.

Dolayısıyla kadim dinler de, semâvî dinler de savaşçı, kavgacı değil; barışçı ve diyalojik konuşmadan yanadır. Savaşların, adaletsizliklerin kaynağı, insanı hayatın merkezine yerleştiren, insanın kabiliyetlerini, arzularını ve dürtülerini kutsayan sekülerizm biçimleri ve dolayısıyla sekülerizmden neşet eden paganizmlerdir. (Bugün Batı'da bile neo-paganizmin ölüm kültürünün ve şiddetin kaynağı olarak görülmesi oldukça anlamlı ve açıklayıcıdır. Örneğin Robert George, bu bağlamda zihin açıcı bir kitap yazmıştır: The New Paganism and Culture of Death: Yeni-Paganizm ve Ölüm Kültürü).

Medeniyet tarihçilerinin altını çizdikleri çok esaslı bir gerçek var. Braudel de, McNeil de, Dawson da, Toybnee de bu gerçeği özetle şöyle ifade ederler: İnsanlık tarihinde dünyanın dengesi M.Ö. sekizinci yüzyıldan itibaren oluşmaya başlayan ve Büyük İskender'in M.Ö. 336-323 yılları arasında Yunan Anakarası'ndan Mısır'a, Mezopotamya'dan Hindistan'a (Pencap'a) kadar dünya coğrafyasının o zamanki "merkez"ini oluşturan "kalbi"ni işgal etmesi ile bozulmuştur. Büyük İskender'den sonraki dönemde pagan Yunanlılar, karşılaştıkları tüm dinleri, kültürleri ve medeniyetleri ya asimile etmişler (eritmişler; kendilerine benzetmişler); ya da tümden elimine / yok etmişlerdir. İşte bu ilk büyük küresel şiddet, kolonyalizm ve emperyalizm tecrübesidir.

Batılılar, Helenizm tecrübesini tevarüs etmiş ve daha barbar şekillerde sürdürmüşlerdir. Örneğin Helenizm'den sonra gelen (Braudel'in deyişiyle "her şeyin anası savaş" ilkesi ile hareket eden) Roma İmparatorluğu tecrübesi, tüm dünyayı Romalılaştırma, Avrupa tecrübesi tüm dünyayı Avrupalılaştırma; Roma İmparatorluğu'nun siyasi, felsefi ve kültürel kavramlarını ve kurumlarını daha incelikli, daha sofistike ve daha baştan çııkarıcı, gözboyayıcı şekillerde yeniden icat eden Yeni Roma olarak adlandırılan Amerikan tecrübesi de tüm dünyayı yine asimilasyon ve eliminasyon yöntemleriyle Amerikalılaştırma paganlığını ve barbarlığını, hegemonyasının sürebilmesinin yegane itici gücü olarak benimsemektedir.

Oysa Antik Yunan uygarlığından önceki dönemde dünyanın dengesini altüst edecek bu denli barbar bir tecrübe yaşanmamıştır. Aynı zaman dilimi içinde, Çin Medeniyeti, Hint Medeniyeti, Mısır Medeniyeti, Mezopotamya Medeniyetleri, Güney Amerika Medeniyetleri hem varlıklarını, hem de birbirleriyle ilişkilerini ve alışverişlerini sürdürmüşlerdir.

Bu kadim medeniyetlerin tecrübesini müslümanlar, önce Arabistan yarımadasında, sonra Endülüs'te, daha sonra da Osmanlı'da yaratıcı, adil ve barışçıl medeniyet tecrübeleri üreterek hem sürdürmüşler, hem de farklı dinlere mensup toplulukların kendi felsefelerini, hukuk sistemlerini geliştirebilecekleri bir Müslüman Dünya Düzeni kurmayı başarmışlardır. Sadece iki örnek vermekle yetiniyorum: Yahudi felsefesi, doruk noktasına Endülüs medeniyetinin içinde ulaşabilmiştir. Aynı şekilde Sicilya'yı Müslümanlar'dan alan Normanlar yaklaşık 300 yıl müslümanların kurdukları düzeni yıkmadan müslüman siyasetçilerin, bilim adamlarının desteği ve yerdımı ile sürdürmüşlerdir. Ancak Roma Katolisizmi bu düzeni tahrip etmiş; Batı Anadolu yakasında yaşayan Bizanslı Hıristiyanlar, Roma Kilise paganizminin tasallutundan, Türkler Anadolu'ya gelmeden kitleler halinde müslüman olmakla kurtulmuşlardır.

Sonuç: Dünyanın önünde iki seçenek var: Birincisi, neo-paganizm biçimlerinin mantar gibi bittiği, dünyayı tıpkı eski Roma gibi Silahlı Barış yöntemiyle (yani teknolojik militarizm ve sapkınlık biçimleriyle) kendisine benzetmeye veya itaat etmeye zorlayan Amerikan hegemonyası.

İkincisi de, bütün insanlığı kucaklayabilecek, her inanç sahibini kendileştirecek ve bütün kültürlerin ve medeniyetlerin birikiminden vahyin özgürleştirici ışığı, özgüven verici gücü ve dinamizmi ile azami ölçülerde yararlanmanın yollarını keşfettirebilecek İslâm'ın adaleti, kardeşliği, barışı, dayanışmayı eksene alan; insanın insana kulluk etmesine, arzularının, güç ve iktidar aygıtlarının kölesi olmasına son verecek özgün paradigması.


27 Mayıs 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED