|
|
Siyasetin 'korku eşiği'
Uzunca süredir siyasi hayatı felçli bir konumda olan Türkiye, Başbakan Ecevit'in malulen siyasetin dışında kalmasıyla birlikte siyaseten tükenişin son anlarını yaşıyor. Artık biliyoruz ki, Ecevit siyasi denklemin hiçbir şekilde içinde olmayacak. Ancak Türkiye'nin 28 Şubat'la içine hapsedildiği "askeri irade" bandrollu siyaset oyunu, siyasetin kendi dinamikleriyle bir çıkış yolu bulamadığı için neredeyse tamamen Ecevit'e endeksli, daha doğrusu devlete endeksi bir siyasetsizliğe kilitlenmiş durumda. Bu yüzden de Ecevit bundan böyle "yatağa bağlı" bile kalsa, mevcut durumun böyle sürmesi gerekiyor. Ta ki devlet, Ecevit'i ikame edecek yeni bir aktör buluncaya dek... Galiba Türkiye, son beş yıldır önüne dikilen "korku eşiği"ni atlayamadığı sürece hapsedildiği "kaos"tan hiçbir şekilde çıkamayacak. Çünkü bu korku yüzünden, ne yeni siyasi oluşumlar toplumda umut haline gelebiliyor, ne de mevcut siyasi aktörler siyasetsizliğin pençesinden kurtulabiliyor. Hiçbir siyasi partinin ve siyasi aktörün, Türkiye'nin temel sorunları konusunda ciddi bir yaklaşımı henüz ortaya çıkmış değil. Çünkü hemen hepsi konjonktürel olarak kendisini, "siyaset dışı gücün" tavrını dikkate alarak siyaset yapmak zorunda hissediyor. Örneğin, siyasete "arka kapı"dan giren Mehmet Ali Bayar dahil tüm yeni siyasi aktörlere baktığımızda durumun vahametini daha da iyi anlayabiliriz. Bir kere hemen hepsi, siyaset dışı bir yerde durarak ülkenin canalıcı ve o derece de can yakıcı sorunlarının etrafından dolaşarak durumu idare etmeyi tercih ediyorlar. Yani siyasetin hapsolduğu "vesayet sistemi"ni ürkütmeden, toplumla bütün buluşma noktalarını kaybetmiş "kartel medyası"yla ittifaklar kurarak siyaset yapmak... Örneğin Mehmet Ali Bayar, şu ana kadar ne Türkiye'deki "laiklik çatışması", ne insanların inançlarından dolayı yaşadığı mağduriyetler, ne de "Kürt meselesi" konuşunda henüz tek kelime söylemiş değil. Sadece "küsurat" bir partinin başına geçerken biraz hoş konuştu o kadar. Örneğin, "Benim adım Mehmet Ali Bayar... Kaldırın ellerinizi havaya ve kendinize olan güveninizi gösterin" gibi yaldızlı cümlelerle başlayıp, "makul çoğunluk" sempatisiyle bol bol "değişim" vaadinde bulundu, ama kesinlikle kimseyi ürkütmeden... Oysa o çok sevdiği ve her seferinde özel bir vurgu yaparak telaffuz ettiği "makul çoğunluk", son beş yıldır Türkiye'de büyük mağduriyetler ve acılar yaşadı ve halen de yaşamaya devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki, Mehmet Ali Bayar gibi siyasetin yeni yüzleri meşruiyeti toplumun talepleriyle buluşmakta değil, güçlü medya ittifaklarında ve sterilize edilmiş merkezlerde aramayı tercih ediyorlar. Eğer Mehmet Ali Bayar, Türkiye'nin geniş toplumsal coğrafyasında önemli siyasi aktörlerden birisi olmak istiyorsa siyasi tezlerini, kotarılmasında "İsmet Amcası"nın da büyük katkılarının bulunduğu 28 Şubat'ın "postmodern vesayet" siyasetine değil, toplumun taleplerine dayandırmak zorundadır. Daha da önemlisi, "makul çoğunluk" tanımının içinde hangi toplumsal kesimlerin yer aldığını daha net bir şekilde ortaya koymalıdır. Aksi taktirde 28 Şubat'ın "küsürat partisi"nde hoş bir seda olmaktan öteye geçemez.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |