T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Utanç mahkemesi...

Her yıl aynı sıkıntı, aynı telaş konvansiyon artıklarında... Hâlâ utanmadan 27 Mayıs'ın "devrim" olduğunu savunuyorlar da, "bebek davası", "köpek davası", "cımbız davası" gibi komik ötesi işlerle uğraşan Yassıada Mahkemesi'ni nereye koyacaklarını bilemiyorlar.

Arada bazı cılız sesler yükselmiyor değil:

"Efendim, Yassıada 'devrim mahkemesi'dir, devrimde doğaldır ki adalet aranmaz..."

Ama Yassıada'da olmayan sadece "adalet" değildi.

Nezaket de yoktu.

Sanıkların özel hayatı hallaç pamuğu gibi atılıyor, işlemedikleri cürümlerin hesabı soruluyordu.

Mahkeme Başkanı sanıklara "fırça" atabiliyor, "senli benli" sözcüklerle tarizde bulunabiliyordu.

Sanıklar, sadece "aşağılamak" için duruşmalara çıkarılıyordu.

Mahkeme değil, tam bir "ortaoyunu"ydu.

Savunma konusunda da ciddi problemler vardı.

Mahkemenin ilerleyen safahatında, Menderes'i savunan avukatların tutuklandığı, bir kısmının yaka paça salondan atıldığı, gazetelere savunma makamını yıpratan özel haberler sipariş edildiği vakıa.

Yassıada'da "günlük hayat" ise tam bir işkenceydi.

Sanıklar azarlanıyor, aşağılanıyor, hatta dövülüyordu.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, kollarından kıskıvrak yakalanarak, bir teğmen tarafından dövülmüştü.

Baskılara dayanamayan Konya Valisi Cemal Keleşoğlu intihar etmişti.

Teşebbüs safhasında kalan intiharlar da vardı.

DP Fatih İlçe Teşkilatı Başkanı Dr. Faruk Sorgun ölmeyi başaramamıştı mesela.

Lütfü Saylan, Dr. Zakar, Nuri Yamut ve Yümni Üresin Yassıada'nın zor koşullaranı dayanamayarak hayatlarını kaybetmişlerdi.

Peşpeşe ölümler ve intihar haberleri Milli Birlik Komitesi'nde "huzursuzluk" yaratıyordu.

Duruşmalar bu kadar uzamamalıydı.

Millî Birlik Komitesi'nce darbenin başına getirilen Cemal Gürsel de oldukça sıkıntılıydı.

Şöyle yakınıyordu:

"Bir halt ettik de profesörlerin (Yassıada Mahkemesi fikrini ortaya atan "ilerici" öğretim üyelerinin) sözüne uyduk, başımıza dert açtık. Ne yapmak lazım geldiğini ben de kestiremedim. Bu iş uzarsa kötü olur, anladığıma göre kısa kesmek de zor, bir defa başladık. Biraz daha düşünelim ve bir formül bulalım. Bu işten bıktım. Bir an önce bitirelim."

İş, bir süre sonra halloldu.

Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan arkadaşı (Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan) idam cezasına çarptırıldılar.

Cezaları Eylül 1961'de infaz edildi.

Ağır hapis cezası verilen diğer sanıklar da cezaevine gönderildi. 27 Mayıs 1960'da meşru hükümeti alaşağı edip Başbakan Menderes ve iki arkadaşını darağacına gönderenler, sonradan bu "kanlı gün"ün anısına bir "millî bayram" ihdas ettiler:

"27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı."

27 Mayıs'tan beter bir "yıkım"ın hazırlayıcısı 12 Eylül'ün tek olumlu icraatı, belki de, bu utanç gününü millî bayramlar listesinden çıkarmış olmasıdır.

27 Mayıs 1960'da düzeltilen, mümtaz profesörlerin ileri sürdüğü gibi, "rayından çıkmış demokrasi" değildir; bu darbeyle "demokratik normal"e müdahale edilmiş, parlamentoya "ne yöne gidilmemesi" konusunda "yüksek ikazda" bulunulmuştur.

27 Mayıs, aynı zamanda "darbe geleneğini" kurumsallaştıran, askerî müdahaleleri "anayasa korumasına" alan bir darbeydi.

Örneğin, Atatürk'ün yaptığı 24 Anayasası "egemenliği kullanma hakkını" halka, dolayısıyla parlamentoya verirken, 27 Mayıs anayasası bu hakkı "yetkili organlara" devrediyordu:

"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, Türk milleti egemenliğini ancak yetkili organlar eliyle kullanabilir..."


27 Mayıs 2002
Pazartesi
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED