|
|
Bekçi düdüğünden siren çığlıklarına
Fransa'da son yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan bir gerçek var. Fransız seçmeni iktidarda bulunan kimseleri reddetmiştir. Zira, Fransa'da icra kuvveti iki organın elindedir. Bunlardan birincisi, Cumhurbaşkanı, diğeri Başbakan'dır. Cumhurbaşkanı ilk tur seçimde yüzde 19 Başbakan ise yüzde 17 oy alabilmiştir. Seçim sonuçlarını değerlendiren yazarlar Fransa'da iktidarın seçmen tarafından reddedildiğinde ittifak etmektedirler. Bunun sebebini Fransa'da güvenlik sorununun halledilememesine bağlamaktadırlar. Nitekim, bu yorum bizzat Cumhurbaşkanı Chirac tarafından da kabul edilmiştir ve daha seçilir seçilmez ilk icraatı, güvenlik konusunda yeni birtakım reformları başlatmak olmuştur. Chirac polis, jandarma, gümrük vs. gibi bütün güvenlik birimlerini bir çatı altında toplamış ve bu organı doğrudan Cumhurbaşkanlığı'na, yani kendisine bağlamak için bir kararname çıkarmıştır. Güvenlik sorunu sadece Fransa'da değil, Amerika'da da önde gelen bir sorundur. 11 Eylül olaylarından sonra Amerika'ya gidenler bir değişikliğin farkındadırlar. Amerika'da polisler daha sık devriye gezmekte, sirenlerini daha çok açmaktadırlar. Bu değişikliğin farkında olan Amerikalı bir yazar, "polisler sirenlerini daha yüksek sesle açmak suretiyle, Amerika'da adeta devletin var olduğunu kanıtlamak istemektedirler" demiştir. Yani 21. asırda insanlık o hale gelmiştir ki, devlet otoritesi siren sesleriyle kanıtlanmak istenmektedir. Bu durum, insanlığın ve devlet kavramının ne hale geldiğinin acı bir göstergesidir. Oysa güvenlik, devletin güç gösterisiyle değil devletin adil olması ve bu duygunun amme vicdanında hissedilmesiyle sağlanır. Bir an için, 50-60 yıl öncesini düşünüyorum. O zamanlar polis otoları yoktu. Sirenler de yoktu. Bekçilerin elinde sadece bir düdük vardı. Düdüğün sesini gece yarısı, uykunuzun arasında işitirdiniz ve rahat rahat uyurdunuz. Bilirdiniz ki, sokakta devlet var... Güvenlik var... Bu gün bu bekçilerin yerini gittikleri her yere sirenlerini çalarak geçen otomobilli, tanklı, motorsikletli polisler, jandarmalar aldı. Acaba vatandaşlarımız siren seslerini dinlerken, bekçi düdüğünü duydukları zamanki güveni hissediyorlar mı? Bir ülkede güvenlik nasıl sağlanır? Tarih göstermiştir ki, vatandaşlar devletin gücüne, tarafsızlığına, adaletine inanmazsa, o ülkede güvenlik sağlanamaz. Devesini çaldıran bir kadınla, Halife Ömer arasında geçen olayı bilmeyen kalmamıştır. Bir bedevi kadın Hazreti Ömer'in huzuruna çıkıp, develerinin çalındığından şikayet etmiştir: -Ya Halifem... Ben develerimi eve götürürken uykum geldi. Yolun kenarına çekilip, develeri ağaca bağladım. Bir süre sonra, uyanınca baktım ki, develerimi çalmışlar. Hazreti Ömer kadını azarlamış: -Be kadın... Develerin dışarıda dururken neden uyudun? Kadının cevabı meşhurdur: -Ben halifemizi uyanık zannettim de ondan uyudum... Bu olay, güvenliğin ne manaya geldiğini çok güzel anlatmaktadır. Bundan birkaç ay önce, İstanbul'un bir mahallesinde, iki aile arasında çıkan arbedenin, ancak sokağa çıkma yasağı ilan edilerek önlenebildiğini düşünürsek, güvenlik konusunda ne kadar yetersiz olduğumuz ortadadır. Güvenliği sadece ekipman ve silah gücü sanmak bir yanılgıdır. İngiltere polisi, silah taşımaz. Buna rağmen, İngiltere, Avrupa'nın en güvenli ülkelerinden birisidir. İngiliz polisi, silah taşımamakla iftihar eder. Elli altmış yıl öncesine kadar Türkiye de öyleydi. Koca bir ülke, sadece bir bekçi düdüğüyle idare edilirdi. Biz de bununla iftihar ederdik. 1972 yılında, Fas'ta geçen bir olayla, Türkiye'yi kıyaslıyorum. O tarihte Kral Hasan'a Fransa'dan ülkesine uçakla dönerken havada bir suikast düzenlenmişti. Kral Hasan, soğukkanlılığı sayesinde bu suikastı atlatmıştı. Biz suikastın ertesi günü Rabat'tan otomobille Marekeş'e gidecektik. Böyle bir günde, suikast olayının cereyan etmesini bir şanssızlık olarak görüyorduk. Sanıyorduk ki, sokaklara tanklar dizilecek, yollar kapatılacak, sıkıyönetim ilan edilecek ve sokağa çıkma yasakları konulacaktı. Sabah kalktığımızda, sokaklarda her günkünden değişik bir manzara yoktu. Değişen sadece bir şey vardı: Yolda ara sıra hüviyet yoklaması yapılıyordu. Biz Türkiye'de bundan çok az önemli hadiselerde örfi idare ilan edildiğini, sokaklara tankların doldurulduğunu görmüştük. İşte Fas'ta gördüğümüz manzara güvenliğin tankla tüfekle değil, devletin vatandaş nezdindeki imajıyla temin edildiğinin bir işaretiydi. Fransız güvenlik kuvvetlerinin nesi eksikti? Neden Fransız seçmeni, kendi hükümetine güven duymadı? Bunun cevabı gayet basit: Fransız güvenlik sisteminde insan unsuru kalmamıştı. Teknolojinin, insanın yapabileceği herşeyi yapacağı zannediliyordu. Bu zan yanlış çıktı. Afganistan Ruslar tarafından işgal edildiği zaman, bir Amerikalı diplomatın enteresan bir itirafı vardır. Diyordu ki: "Biz ulaştığımız teknolojinin gücüne o kadar güveniyorduk ki, klasik casusluk ve güvenlik metodlarını terkettik. Biz Rusya birliklerinin, Afganistan'a gitmek için yaptığı her türlü hazırlığı, yaptıkları ilk harekatı, anında tespit ettik. Ancak işgale mani olamadık. Çünkü olayı bilmek başkaydı, önleyebilmek başka." Bekçi kimdi? Elinde ne güç vardı ve ne gibi silahlara sahipti? Bekçinin elinde bir tek düdüğü ve belinde içinde kurşun bile olmayan bir tabancası vardı. Fakat arkasında, adil ve güçlü devlet, karşısında ona güvenen bir halk vardı. İşte bunun için, onun düdüğünden çıkan ses, sirenlerin çığlığından daha etkili oluyordu. Bekçi mahalleliyi tanıyordu. O mahallede oturan her ailenin bir ferdi gibiydi. Onlarla iç içe yaşıyordu. Bekçinin elindeki silahı alıp, onun yerine Kalaşnikof verdik. Bekçinin elindeki düdüğü aldık; onun yerine sesi iki cihandan duyulan sirenler verdik. Fakat onun kalbindeki şefkati, halkla olan ilişkilerini alıp, emniyet güçlerine veremedik. Halkı korkuttuk ve fakat onların bekçiye olan güvenini sağlayamadık. İşte bunun içindir ki, yalnız Türkiye'de değil, Fransa'da, Amerika'da sirenleri daha sık çalarak, seslerini daha çok yükselterek sonuç alabileceğimiz yanılgısına kapıldık. Bekçi teşkilatını lağvedenler, bu inceliği anlayamadılar. Bu gün, elimizde bulunan silahların daha yenisini bularak, yeni teknolojiler, yeni yapılanmalara giderek, devletin güvenliğini sağlamaya çalışıyoruz. Bunlar için milyonlar sarfederek araştırmalar yapıyoruz. Ancak, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın bir bekçi düdüğüyle asırlar boyu, üç kıtayı nasıl idare ettiğini düşünen, araştıran var mı? Bunun için kurulmuş tek bir enstitümüz bile yoktur. Sokaklardan geçerken kulaklarımızı yırtarcasına ses çıkaran siren sesleri, bekçi düdüğüne hasret bir neslin çığlıklarını andırıyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |